Hayır Kurumlarına Zekât Verilir mi?

By | 9 Şubat 2015

hayir-kurumlarina-zekat-verilir-miZekât gibi İslâmın en güçlü mâlî yardım kurumunu dinî hizmetlerin mesafe almasına harcamak bu zamanda âdeta vazgeçilmez bir görev haline gelmiştir. Müslüman gençliğin eğitim hizmetlerine yardımcı olan, çeşitli faaliyetleriyle İslâmın sesini geniş kitlelere duyurmaya, İslâmî meselelerin savunma ve korunmasına gayret gösteren kuruluş ve vakıfları zekâtla güçlendirmeye çalışmak en güzelidir ve en isabetlisidir.
Bir önceki yazıda zekât verilecek yerlerin sekiz sınıf olduğu bildirilmişti. Bunlardan birisi de “Allah yolunda olanlar” mânâsında “Fî sebîlillah”tır. Mevcut fıkıh kitaplarımızda bu ifade açıklanırken, silâhla cihada iştirak etmiş olan gaziler ve yolda kalmış hacılar olarak sınırlandırılır. Oysa meşhur tefsirlerde ve güvenilir fıkıh kitaplarımızda bu mesele daha geniş ve etraflı bir şekilde ele alınır.
Bunlardan birkaç misal vermek gerekirse şunlar söylenebilir:

İmam Kâsânî, Bedâiü’s-Sanâî isimli eserinde şöyle der:

“Allah yolunda olanlardan maksat, Allah’a yaklaştıran her şeydir. Eğer ihtiyaç hâsıl olursa, bu mânâya Allah’a itaat yolunda çalışan herkes ve bütün hayır yollan girer.”

Fahrüddin er-Râzî, et-Tefsîrü’l-Kebir’inde, “Fî sebîlillah tabiri sadece gazilere mahsus değildir. Zekât bütün hayır yollanna verilir. Ölülerin teçhiz ve kefenlenmesine, kalelerin yapılması ve cami inşası bunlara girer…” gibi ifadelerle meseleyi genelleştirir.
Elmalılı Hamdi Yazır da aynı görüşü benimseyerek zekâtın bütün cihat yollarına verilebileceğini zikreder.

Zekât musluğunun daha çok nerelere akıtılması gerektiği hususunu Bediüzzaman Hazretleri veciz bir şekilde anlatır. Üstad Bediüzza- man, kendisine yöneltilen bir soru vesilesiyle zayıflamaya yüz tutan, İslâmî duyguların canlanması ve Müslümanların güç kazanması için zekâtı mühim bir çeşme olarak gösterir. Üstadın bu husustaki görüşlerini sadeleştirerek şöyle özetlemek mümkündür:

Büyük bir çeşme var. Şimdiye kadar yanlış yerde kullanılarak verimsiz topraklara akıtılıp bazı dilenci ve acezenin gelişip yeşermesine sebep oldu. Bu çeşmeye güzel bir kanal yapınız. İslâmî hizmetlerinizle şu havuza dökünüz. Sonra da kemâlat bostamnıza su veriniz. Bu hiç tükenmez ve bitmez bir kaynaktır.

Devam eden ifadelerde de İslâmın yayılması ve milletin ilerlemesi ve diğer gelişmiş milletlerin seviyesine ulaşılabilmesi için zekâtın millet menfaatine harcanmasını istemektedir:

“Eğer ezkiya (zeki insanlar) zekâvetlerinin (zekâlarının) zekâtını ve ağniya (zenginler) velev zekâtın zekâtını milletin menfaatine sarf etseler, milletimiz de başka milletlere yolda karışabilir.

Osmanlı Devletinin son devrinde işlemez ve kendisinden arzu edilen hizmeti veremeyecek şekilde bozulmaya yüz tutan medreselerin maddî ihtiyaçlarının temininde zekâü en büyük bir kaynak olarak gören Bediüzzaman Said Nursî, bu müesseselerin gelişmesi için zenginlerin zekâtlarının zekâtını buralara aktarmalarının kâfi geleceğini belirtmektedir.

Evet, zekât gibi İslâmın en güçlü mâlî yardım kurumunu dinî hizmetlerin mesafe almasına harcamak bu zamanda âdeta vazgeçilmez bir görev haline gelmiştir. Zekâtı bazı fakir ve yoksullara özgü kılarak o geniş daireyi daraltmak, güç şartlarla dinî hizmette bulunan kişi ve kuruluşların hareket imkânını kısıtlamaz mı? İslâmın kurduğu ve diriltmeye çalıştığı bir kurumu yine onun gelişmesi için harcamak kadar doğal ne olabilir?

Bunun için, Müslüman gençliğin eğitim hizmetlerine yardımcı olan, çeşitli faaliyetleriyle İslâmın sesini geniş kitlelere duyurmaya, İslâmî meselelerin savunma ve korunmasına gayret gösteren kuruluş ve vakıfları zekâtla güçlendirmeye çalışmak en güzelidir ve en isabetlisidir.