Eş-Şehid

By | 16 Temmuz 2014

pardesu

Eş-Şehid Eş-Şehid

Masdarı olan şuhud ve şehâdet asılda huzur (hazırlanma) demektir. ŞEHÂDET bir nesnenin hakikatine müttali olup kesin şekilde bilmek manasınadır. Basar ve basîretle müşahede etmek demek olur ki bu ilimdir. ŞUHUD ise bir yerde hazır olmaktır ki orada bulunmamak (gaybet) mukabilidir.
  Şehid kelime olarak ya ism-i fâilin mübâlağası ya da ism-i mef’uldür. Allah’ın (c.c) her şeyi gözleyip bildiğini (şâhid), hiçbir şeyin kendisinden gizli kalmadığını (meşhud) belirtir.
  Bir olayın vukuu sırasında orada bulunup gerçekleşmesine bizzat anık olan kimse anlamındaki şâhid’in mübalağa şeklidir. Bir olaya şâhid olmak öncelikle olayın gerçekleştiği mekânda hazır bulunma düşüncesini akla getirir. Şahitliği diğer bilme türlerinden ayıran özellik de esasen bu olayın gerçekleştiği yerde bulunma (huzur) özelliğidir. Bilmek mutlak olarak düşünüldüğünde Allah (c.c) alîm, gaybla ilgili olarak düşünüldüğünde habîr, zahirî durumlarıyla ilgili düşünüldüğündeyse de şehîd olarak nitelendirilir.

  Allah (c.c) her yerde, her zaman hâzır ve nâzırdır ifadesi bu hazır bulunmayı ve onun her şeye yakınlığının aynı, eşit olduğunu beyan eder. Bu yakınlıktan ötürü yapılan her işi görmekte ve her sözü işitmektedir.
  Şâhid, bir hakkı isbatla şehâdetine yani orada hazır bulunmaktan hasıl olan bir yolla edindiği bilgisi dolayısıyla vereceği habere müracaat olunan ve hükme beyine (delil) kabul edilen kimsedir. Şâhid, âdil ve hakkı söyler, sözü dinlenilir ve muteber bir kimse olur. Bu münasebet dolayısıyla fiil ve hal itibariyle numûne-i imtisal kabul edilen muktedâbih kimselere de şâhid denilir.
  Göz ile görmek ve kalp ile bilmek arasında sıkı bir bağlantı vardır. Bir şeye delalet de o şeye şahitlik olarak adlandırılır.  Eş-Şehid Çünkü bu delalet kendisiyle şâhidin şâhid vasfını kazandığı bir şeydir. Bir şeyi haber veren, durumunu ortaya koyan o şeyin delili sayıldığı için bu şeyi haber veren kişi de şâhid diye adlandırılır.
   Allah’ın (c.c) şâhid olmadığı şehâdet bulunamaz. Allah (c.c) şâhid tutulmadan hiçbir şehâdet yapılamaz. Allah’tan (c.c) büyük şâhid tasavvur olunamaz. Allah’ın (c.c) şehâdeti de bahşettiği yakinî ilimle zahir olur. Bu ilm-i yakîn de Hakk’ın her yerde hâzır ve nâzır olduğudur. Şahitliğin edası da asılda bu ilmi (bilgiyi) haber vermekten ibarettir.
   Şâhid, bir başkasının diğeri aleyhine hakkını ihbar edene denir. Başkasının kendi aleyhindeki hakkını haber vermeye ikrar, kendisin diğeri aleyhindeki hakkını haber vermeye, talep etmeye dava denilir.
   Şehâdet huzurî bir ilimle (orada olmaktan kaynaklanan) yakînen bildiği bir şeyi Hak Teâla’nın huzurunda bulunduğu kanaatiyle dosdoğru haber vermektir. Bundan dolayı fakihler “şehâdet, yemin manasını da içine alan çok özel bir haber vermedir” demişlerdir. Her haber verme ve bildirme yemin yerine geçmez.
   Şehid vasfı Kur’an’da 35 yerde geçer. 20 tanesinde Allahü Teâlâ’yı niteler. Her zaman tek gelmiştir, eliflamlı (marife) olarak gelmemiştir, en çok temyiz şeklinde

                                         
   bazen da haber konumunda 

                              
gelmiş hiçbir yerde sıfat olarak gelmemiştir.

  Al-i İmran 18’de “Şehâdet eyledi Allah (c.c) şu hakikate başka tanrı yok ancak o” 

Şehâdet-i ilâhiyenin manası
1–Bir hakkı nasıl olursa olsun bildirmek, beyan ve ızhâr etmek,
2–Delilleriyle ortaya çıkarmak, ısbat etmek,
3–Şuhûdî ilimle hükmetmek demektir.

   Bu mana ile Allah Teâlâ  âfak ve enfüste hadde hesaba gelmez şahitler ve deliller yaratıp ikame ederek vahdaniyetini ve sıfat-ı sübhaniyesini beyan ve ızhâr etmektedir.
Ümmet-i Muhammed’in şahitliği


   “Ve işte böyle sizi doğru bir caddeye çıkarıp ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki siz bütün insanlar üzerine adalet numunesi, hak şahitleri olasınız, peygamber de sizin üzerinize şahit olsun.” (Bakara 143)

  Fiil ve hal itibariyle numune-i imtisal edinilen, muktedabih kimselere de şâhid denildiği yukarıda geçmişti. “Bu böyledir çünkü falan öyle diyor” “Falan iş şöyle yapılmalıdır çünkü falan öyle yapıyor” tarzında herhangi bir hüküm ve karar için sened kabul edilen kimseler hep şahitlerdir, bunlar en büyük insanlardır. Ümmet-i Muhammed de insanlar arasında böyle haktanır, haksöyler, âdil, müstakîm, ahlâkının güzelliğiyle ilim ve irfanıyla mümtaz, şâhid kabul edilmeye lâyık, merkezi bir cazibe ve önderliği haiz, muktedabih bir cemaat ve tam mamasıyla adil bir ümmettir. Diğer ümmetler arasında ümmet-i Muhammed’in ayrıca böyle bir görevi de vardır. Bu görev unutulmamalıdır. Muhammedîn, peygamberini kendisine muktedabih yani harekât ve sekenâtında şâhid ve imam ve numune-i imtisal bir örnek kabul etmesi gerekir. Böyle olursa ancak bütün insanlar arkanızdan gelir, sizi önder tanır, hakkın ızhârı için size ve sizin sözünüze müracaat eder

   Ahirette diğer ümmetlerin hepsi peygamberlerin tebliğini inkâr edecekler. Cenâb-ı Hakk peygamberlerin tebliğ davasına beyine isteyecek, ümmet-i Muhammed getirilecek, şehâdet edecekler, ümmet-i Muhammed de Allah (c.c) bize bunu kitap ve Resûlünün dili ile bildirdi diye cevaplayacaklar. Bunun üzerine peygamberimiz getirilecek ümmeti kendisinden sorulup tezkiye edilecek, o da onların adaletine şahitlik edecek açıkça tezkiye edecektir.

Şehid fîsebilillâh maktul olana da denilir. Bunlara şehid ismi verilmesi şu sebepler dolayısıyla olabilir :

1–Gaslinde veya naklinde rahmet melekleri hazır bulunurlar, (meşhûd)
2–Hak ve melekler onun cennet ile nimetlenmesi hususunda şâhid olmuşlardır (meşhud)
3–Kıyamet günü geçmiş ümmetler hakkında şahitlikleri istenecek ümmettendirler (meşhud),
4–Mütessir olarak arz üzerine düşerler (şâhid),
5–Vefat etmeyip huzur-ı ilâhide hazır bulunurlar (şâhid)
6–Mülk ve melekût âlemini müşahede ederler (şâhid)
   Sufîlere göre şuhud, kulun nefsini hazlarını görmesidir. Bunun manası kulun aldığı her şeyi beşerî bir tevazu içinde ve kulluk ile alması, zevk ve keyif için almamasıdır.



  “ Resûlullah (s.a.v) : Yalan şehâdet Allah’a (c.c) şirk koşmakla denk tutulmuştur”buyurdu ve şu âyeti okudu. (Hac 22/30-31)
  “Pis putlardan kaçının, yalan sözden kaçının. Allah’a (c.c) ortak koşmaksızın O’nu birleyenler olun.” (Kütübü Sitte Trc. 14/112)

   Abdurrahman Sa’dî, rakîb de şehîd eşanlamlıdır. Her ikisi de Allah Teâla’nın işitmesinin bütün işitilecek şeyleri, görmesinin bütün görülecek şeyleri, ilminin de gizli ve açık bütün bilinecek şeyleri kapsadığına delâlet eder. O gönüllerden geçenleri ve gözleri hareket ettiren şeyleri görür ve gözetir. Organlarla yapılan açıktaki  Eş-Şehid fiilleri görüp gözetmesi ise bundan daha tabiidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır :
         “Allah (c.c) şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.” (Nisa 1)
         “Şüphesiz Allah (c.c) her şeye şahittir” (Mücadele 6)

   Bu sebeple murâkabe kalbî amellerin en büyüğü olmuştur. Murakabe Allah’a (c.c) rakîb ve şahîd isimleriyle ibadet ve dua etmektir. Kul gizli ve açık bütün hareketlerinin Allah’ın (c.c)  ilmi tarafından kuşatıldığını ve her türlü davranışında bu ilmin hazır olduğunu bildiğinde, her türlü fikre ve aklına gelip de Allah’ın (c.c) hoşuna gitmeyen düşüncelere karşı bir iç muhasebe / murakabe yapmasını gerektirir. Dış dünyasını Allah’ı (c.c) gazaplandıracak her türlü söz ve davranıştan muhafaza eder. İhsan makamında kulluk etmeye başlar, Allah’ı (c.c) sanki görüyormuş gibi ibadet eder. Her ne kadar o Allah’ı (c.c) görmese de Allah (c.c) onu görmektedir.

  Ebu Said Harraz, kalbiyle Allah Teâlâ’yı müşahede eden O’ndan başkasından geri durur. Allah’ın (c.c) azameti karşısında her şey kaybolur ve gaybet halinde kulun kalbinde Allah’ın (c.c) dışında hiçbir şeyin izi kalmaz.
 
Ebubekir Vasıtî, şâhid Hakk’tır, meşhud mükevvenât âlemidir. Allah Teâlâ “Şâhid ve meşhûd’a andolsun” (Buruc 85/3) buyurmuştur.

   Kuşeyrî, zikri, sahibinin kalbini istilâ eden her şey o kimsenin şâhididir. Eğer o kimsenin üzerinde galip olan ilim ise o ilim şâhidi ile, galip olan vecd ise ved şâhidi ile demektir. Şahit hazır manasına da gelir. Şu halde kalbinde hazır olan her şey senin şâhidindir. Bir kimse bir mahluka kalpten bir alâka duyarsa duyduğu şey onun şâhididir denir. Yani bu şey onun kalbinde hazır ve mevcuttur demek istenir.

   Bir seferinde Resûl-i Ekrem (s.a.v) ile bazı ashabının yanlarından bir cenaze geçti. Ashab-ı kiram bu cenazeyi hayırla andılar. Nebî’de (s.a.v) vacip oldu buyurdular. Sonra başka bir cenaze geçti. Ashab-ı Resul bunu da şerle andılar. Resûl-i Ekrem (s.a.v) de yine vacip oldu buyurdular. Bunun üzerine Ömer b. Hattab (r.a) ne vacip oldu Yâ Rasûlallah? dedi Rasûlullah (s.a.v) ;


    “Şu önce geçen cenazeyi hayır ile yâd ettiniz ona cennet vacip oldu. Sonrakini de şerle andınız buna da cehennem vacip oldu. Çünkü siz yeryüzünde Allah’ın (c.c) şahitlerisiniz” buyurdu. (Tecrid 4/565)

  Bu ismi ile Allah (c.c) ;

1–Her şeye şahittir 
2–Her şey kendisine şahittir,; Gizli-açık, O’nun için söz konusu olmaz,
3–Her zaman ve mekânda hâzır ve nâzırdır,
4–Hakkı, Allah (c.c) beyan eder, ızhâr eder, bildirir,
5–Âlemde sayıya gelmez şahitler ve deliller yaratıp vahdaniyetini ızhâr etmiştir,
6–Kendisine kimlerin şahitlik edeceğini belirler.

   Rasûlullah’ın (s.a.v.) nasibi ;

1–Allah’ın (c.c) şahitliğini yeterli görürdü (geçmiş ümmetlerin peygamberlerinden ayrıca şahitler istemeleri düşünülmeli),
2–Her zaman ve mekânda Allah’ı (c.c) hâzır ve nâzır bilirdi,
3–Hiçbir şeyin Allah’tan gizli kalmayacağına inanırdı,
4–Şehidlerin kimler olduğunu açıklamıştır,
5–Şahitliğin kıymetini, yalan şahitliğin de kötülüğünün boyutunu izah etmiştir,

  Kulların nasibi ;

1–Tarzımızla Allah’ın (c.c) şahitleri olduğumuzu göstermek. Görülünce Allah’ın (c.c) anılacağı insan olmak,
2–Allah’ın (c.c) ilmini hiçbir şeyle sınırlamamak,
3–Şahit olarak Allah’ı (c.c) yeterli görmek : Yalan söylemek, yalan şahitlik yapmamak, gönlünde herhangi bir mümine buğz, kin, nefret, hased… taşımamak, sûi zanna düşmemek, hakir görmemek,
4–Allah’ın (c.c) dîninin uygulanışını tam bir şâhid olarak gerçekleştirmek ve tarzıhayat haline getirmek,
5–Hak şahitliğini şehidlikle taçlandırmak.