Cebrail (a.s.)’in İbrahim’e Müjdesi

By | 9 Mart 2015

cebrail-a-s-in-ibrahime-mujdesiBir gün Cebrail (A.S.) gökten inerek İbrahim’e göründü:
— Yâ İbrahim! dedi. Ben arayıp bulduğun Allah’ın elçisiyim. Sana peygamberlik ve ululuk verildi. Bu müjdeyi sana bildiriyorum.
İbrahim, bu müjdeye çok sevindi. Cebrail yine söze gelerek dedi ki:

— Ya İbrahim! Allahü Teâlâ’dan sana Hazret-i Âdem’den bu yana oğuldan oğula emanet bırakılan sandığı getirdim diyerek İbrahim’in
kollarına uzattı. Ve: Âdem’in sandığını açmakla emrolundun. Yüce Allah’ın izzet ve kudretini temaşa kıl. Gör… Çünkü Allah, senin için onları gösteriyor! dedi.

İbrahim Yüce Rabbi emriyle bu sandığı açtı. İçine baktı. Önce Âdem peygamberin ruhunu gördü. Karşısında tıpkı resim gibi duruyordu. Sanki hayattaymış, yaşıyormuş gibi idi.
Sonra Havva’nın güzelliğe erişen yüzüne baktı. Daha sonra gelip geçen nebilerin hepsinin ruhlarını görüp temaşa etti.

İşte Şît, işte İdris, işte Nuh, Hût, Salih peygamberler şimdi karşısındaydı. Yüce Allah bütün nebilerin yüzünü, şeklini tasvir etmişti.. Her birinin derece ve mertebesini bildi, anladı. İbrahim peygamber bütün peygamberlerin adlarını kendi alınlarında yazılı olarak gördü.

Her bir peygamberin ruhu ile bir arada ümmetlerinin de ruhlarını gördü. Her bir peygamberin ne kadar ümmet topladığını görüp bildi. Sonra daha gelecek peygamberlerle onların en sonuncusu olan Muhammed Mustafa (S.A.V.)’i de gördü. Onun ümmetinin kalabalıklığına şaşıp kaldı. Allahü Teâlâ’dan:

— Bu kalabalık nedir Yarabbi? diye sordu. Kendisine Hâtif ‘ten şöyle cevap geldi:
— O soyu halis, saf, an bir kimsedir ki, senin evlâdındandır ya İbrahim! İşte o benim Habibimdir. Bu, geceler ve bu günler, bu yücelikler onun için oldu. Bu dünya ve bu kubbeler onun gezmesi içindir. Bu gökler o Habibimin üstüne sayvan olarak kuruldu. Bu Arzın yüzü ona yaygı, seccadedir. Her ne kadar sonra gelecek ise de her ne kadar Nuh, sen Halil İbrahim, Musa ve İsa, ondan önce gelmiş veya sonra gelecek iseler de o hepsinin önündedir. O peygamberlik hil’âtini giydiği zaman ne akıl vardı, ne arş vardı, ne kürsü, ne yer, ne gök, ne zamanın devri, ne cisim, ne can, ne elif, ne hı, ne dal, ne mim vardı.

Yüce Allah, Cebrail (A.S.) dili ile Hazret-i Muhammed’in mertebe ve derecesini bu suretle İbrahim Halil peygambere bildirdi. Sonra Cebrail ona doğacak oğulları İshak ve İsmail’in ruhlarını gösterdi:

— İshak ve İsmail, bu iki Hak Peygamberi senin sulhundan, senin belin ve kanından gelecektir. Senden sonra gelecek olan İsrail peygamberlerinin atası bu İshak peygamber olacaktır. İsmail peygamber de en son elçisi Muhammed Mustafa (S.A.V.)’in atası olacaktır! dedi.
İbrahim, bu peygamberlik ve iki oğlunun da peygamberlik müjdesinden çok sevindi.

Artık kavminin taptığı putları gitmeli, kırmalıydı. Yine babasının karşısına geçti:
«İbrahim bir zaman babası ve kavmine: “Ben gerçekten sizin tapmakta olduğunuz şeylerden uzağım!” dedi.» (Zuhruf sûresi, âyet: 26)
Sonra sözlerine şunları ekledi:

«Ben ancak yaratan’a taparım. Çünkü o beni doğru yola iletecektir.» (Zuhruf sûresi, âyet: 27)

İbrahim, putlardan kaç zamandanberi hoşlanmıyordu zaten. Babası Azerin bir işi de put yapıp satmaktı. Bunları İbrahim’e ve kardeşlerine verir:
— Gidin, pazarda satın! derdi. Ama İbrahim:
— Heeyy! Faydaları da, zararları da insana hiç dokunmıyacak putlardan satın alan var mı? diye bağırırdı.

Onun bu sözüyle de kimse ondan put satın almazdı… O da bu putları alır bir ırmağın kıyısına gider, başaşağı suya dikerdi. Sonra da onlarla alay ederek:
— Haydi bakalım! derdi… Bol bol su içiniz!
**

Evet, artık bu putları Hz. İbrahim kırmalı, onlara hakaret etmeli Yüce Allah’ın Cebrail (A.S.) ile kendisine getirilen emri açığa vurmalı idi. Halkını da artık Tek Rabbe davet etmenin zamanı gelmişti.

Babası ona:
— Sen ne yaparsan yap, ben senin dediğini kabul etmem. Hem, bugün sen de bugünkü bayram yerimize gel. Gördüğün ata geleneklerinden sen de hoşlanırsın. İbrahim:

— Peki baba! dedi. Bayram yerine ben de sizinle birlikte gelirim. Ama kendi kendisine:
— Tamam! dedi. Herkes bayram yerine gidince ben de putları kırar yerlere sererim.

Ertesi sabah bütün halk bayram yerine gitmek için sıraya girmişti.İbrahim de onların aralarına girdi. Kafile yavaş yavaş bayram yerine doğru ilerlemeye başladı. Biraz yol alındıktan sonra İbrahim:

— Ben hastayım, ayaklarım tutmuyor! diye bağırarak kendisini yerlere fırlattı. Arkadan gelenler, onun ayaklarına basarak, yerden
kaldırmaya bile lüzum görmeden, bayram yerine doğru gittiler. Halkın  son dizisi de yanından uzaklaşınca sakatlar, ihtiyarlar geçerken onlara:
— Yemin ederim ki siz ve büyük babalarınız açık bir dalâlete gömülmüşsünüz! dedi. Onlar da:

— Sen bize doğruyu mu söylüyorsun, getirdiğin gerçek mi? Yoksa sen şaka yapanlardan mısın? Bizimle eğleniyor musun? dediler.

Hazret-i İbrahim de şu cevabı verdi:
Doğrusu sizin Rabbiniz, hem göklerin hem de yerin Rabbidir. Bunları baştan başa O yaratmıştır. Ben de size bu söylediklerime şahitlik etmekteyim.» (Enbiya sûresi, âyet: 56)

Sonra Yüce Allah’ın adını yüceltmek için putları nasıl kıracağını, kavmine bildirdi. Kur’an bu andı şöyle buyurur:

«Allah’a and içerim ki, siz arkanızı dönüp (bayram yerinize) gidince ben putlarınıza mutlaka bir iş yapacağım. Onları kırıp dökeceğim.» (Enbiyâ sûresi, âyet: 57)

En arkadakiler bu sözleri işittiler, yine bayram yerine doğru ilerlediler, İbrahim’e karşı yüzlerini buruşturup çevirmişlerdi.

Etraf boş kalmıştı. Gizlice geri döndü. Putların bulunduğu binaya geldi. Puthane bu büyük yapının içinde bulunuyordu. Yapının kapısı önünde büyük bir put asılı duruyordu. Onun iki yanında da gittikçe küçülen sıra sıra putlar dizilmiş bulunuyordu. Hepsinin önüne yemekler konmuştu. Puta tapan halk bayram yerine giderken:

— İlâhlarımız bu yemekleri takdis ederler. Biz de bu kutsal yemekleri yeriz! demişlerdi.

Hz. İbrahim putlara yaklaştı. Önlerinde yemeklere bakışlarını dikti. Sonra alaylı bir gülümsemeyle:
— Yemek yiyecek misin? diye sordu.
— Haydi yiyiniz göreyim sizi!

Fakat putlar cevap vermemişlerdi.
İbrahim, şimdi onlara şöyle soruyordu:
«Ne oluyor size? Niçin konuşmuyorsunuz? dedi. Ve onlara sağ eli ile vurdu. Onları kırdı, parçaladı. Kavmi koşa koşa geldi. İbrahim onlara: “Siz kendi kendinize yonttuğunuz şeylere mi tapıyor sunuz?” dedi.» (Sâffat sûresi, âyet: 92-95)
Putlar cevap vermiyorlardı.

— Kâfirlere ne yaptığını anlatması için putun birini kırmayıp kırmadan bırakayım! dedi.
Hemen sağ eline bir balta aldı. Her putu iki tarafından kırıp parçaladı. Yalnız en büyük putu kırmadı. Baltasını aldı, onun boynuna astı. Sonra yine gizlice puthaneden ayrıldı.

Halk, bayram yerinden dönünce takdis için bıraktıkları yemekleri ilâhlarının önünden almaya koştular.
Bir de ne görsünler. Putlar kırılmış, yemekler yerlere dökülmüştü.
— Bizim ilâhlarımıza bu işi yapan azgının biridir! dediler.
— Acaba kim olabilir bu? Bizim taptıklarımıza bunu yapan kim? Bunu yapan muhakkak ki, zâlimlerdendir. İlâhımız aleyhinde sözler söyleyen İbrahim adındaki kişidir. Biz putlarımızı kıracağını onun ağzından işittik zaten.

Bu haber hemen Nemrud ile kavminin ileri gelenlerinin kulaklarına erişti. Onlar da:
—Biz İbrahim adında bir kişinin putlarımıza sövdüğünü, onları her gördüğünü, onlarla eğlendiğini, alay ettiğini duymuştuk. O, İlâhlarımız hakkında hiç kimseden işitmediğimiz kötü sözleri söyledi! dediler.

Nemrud ve ulu kimseler:
— Bu genci halkın önüne getiriniz. Belki suçunu kendi ağzıyla söyler. Kavmimiz de ona nasıl bir ceza vereceğimizi yakından görür! dediler. Yaptığı bu iş ona çok pahalıya mal olacaktır.

Hemen adamlar gönderildi. Hz. İbrahim aranıp bulundu. Kendisini yakalayarak getirdiler. Nemrud’un önüne çıkardılar. Halk da Nemrud’un etrafında çevrelenmişti.
İbrahim’e sordular:

— Ey İbrahim! İlâhlarımızı sen mi parçalayıp kırdın? Bu işi sen mi yaptın onlara?

Hz. İbrahim o zaman kırmayıp bıraktığı ve üstüne baltasını astığı en büyük putu göstererek dedi ki:

— Bu işi yapan belki işte şuradaki en büyük puttur. Herkes o büyük puta doğru baktı. Hz. İbrahim sonra:

— Sorun hepsine! dedi. Eğer konuşuyorlar ve sorduklarınıza cevap verebilirlerse onlardan sorun. Şu büyük put, sade kendisine değil küçük putlara da tapmanızdan dolayı size darılmış olabilir. Kimbilir bu sebepten de küçük putları parçalayıp kırmıştır. Görmüyor  musunuz? Baltasını da boynuna asmış.

Halktan bir kısmı bu sözleri duyunca Hz. İbrahim’i haklı buldular Başlarını eğerek:

Büyükler vicdanlarına uydular: “Doğrusu siz haklısınız!” dediler.» (Enbiyâ sûresi, âyet: 63)
Evet, Nemrud’un ileri gelen adamları:

— Belki de çok doğru söylüyor bu genç? dediler. Belki de putları-nızın kırılmasında onun hiç bir suçu yoktur. Onu buraya getirtmekle kendisine zulmettik biz! Hakikatte zâlim kimseler biziz.

Sonra birdenbire akılları başlarına geldi:

1 Enbiyâ sûresi, âyet: 50’den 62’ye kadar olan âyetler.

— Hayır, hayır! dediler. Bu işi kimin yaptığını bu taş yığınlarına nasıl sorabiliriz? Onların dilleri yoktur ki! Onların ne faydaları vardır, ne de zararları! Bu işi yapanın kim olduğunu bize haber veremezler.

Sonra başlarını sallayarak:
— Bunların söz söylemeyeceklerini sen de bilirsin dediler.Hz. İbrahim, puta tapanları simdi kendi sözleriyle yakalamıştı.
Başını muzaffer bir eda ile yukarı kaldırdı:

«O halde, siz, Allah’ı bırakarak kendinize hiç bir fayda veya zarar veremeyen şeylere mi tapıyorsunuz?» (Enbiyâ sûresi, âyet: 66)

Hazret-i İbrahim bu sözlerinden sonra o kavmin ileri gelenlerine uzun bir nutuk çekti sonra da dedi ki:

«Size de, Allah’tan başka taptıklarınıza da yuh! Yazık size! Hâlâ buna aklınız ermiyor mu? Sizde akıl, idrâk denilen şey yok mudur?» (Enbiyâ sûresi, âyet: 67)

İbrahim onlara Hak dinini hatırlatarak dedi ki:

«Şüphesiz ki ben Allah’ın birliğine (tevhide) inananlardanım. Yüzümü o gök kubbeleri, o yeryüzlerini yoktan var eden Yüce Allah’a doğru çevirdim. Ben o tek Allah’a ortak olanlardan, müşriklerden uzağım.» (En’âm sûresi, âyet: 79)

Bundan sonra Nemrud’un kavmi ile Hz. İbrahim’in arasında bir tartışma başladı. Bu tartışmayı Kur’an-ı Kerîm şöyle bildiriyor:

«Kavmi de İbrahim’e karşı mücadeleye kalkıştı: İbrahim de onlara dedi ki: — “Allah beni doğru yola götürdü diye bana düşman kesiliyorsunuz. Ben, O’na ortak koştuğunuz İlâhlardan korkmam. Meğer Rabbim beni başka bir şeye uğratmak dilemiş olsun. Bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Siz hâlâ düşünmez ve öğüt kabul etmez misiniz? Siz bundan ibret almaz mısınız?”» (En’âm sûresi, âyet: 80)

Nemrud’un halkı arasında cevap veren hiçbir yürekli kişi yoktu. O da sözlerini şu suretle korkusuzca sürdürdü:

«Sizin bu putları Allah’a ortak koşmanız için Allah tarafından hiç bir deliliniz yoktur. Böyle olduğu halde O’na ortak koşmaktan korkmuyor musunuz? Ya ben sizin Allah’a ortak tanıdıklarınızdan ne diye korkayım? Söyleyiniz bana TEK, BİR olarak tapınan ve inananlarla ortak koşan bu iki taraftan hangisi emniyet ve selâmet içinde yaşamaya hak kazanmıştır?» (En’am sûresi, âyet: 81)

Hazret-i İbrahim sonra Allah’ın birliğine inananları şöyle bildirdi:

Onlar ki iman etmişlerdir, imanlarını zulm ile karıştırmazlar. Güvene lâyık olan bunlardır. Ve bunlar doğru yolun üzerindedirler.
Kur’an-ı Kerîm bu hükmü de şöyle bildirmektedir:

«İmana gelip de imanlarını zulümle ve Allah’a ortak koşmakla bulaştırmayanlar (vardır ya) işte korkudan emin olmak onların hakkıdır. Doğru yola erişenler, hidâyete kavuşanlar da onlardır.» (En’âm sûresi, âyet: 82)

Puta tapanlar Hz. İbrahim’in bu ibret verici, hikmet dolu sözleri karşısında şaşırıp kaldılar. Ne diyeceklerini, ne söyliyeceklerini şaşırmışlardı. Zaten Hz. İbrahim’in de maksadı onları Allah azabı ile korkutmak ve Allah’tan başka birisine, bir puta ibadetten onları vaz geçirtmek, yüz çevirtmekti.
Nemrud, Hazret-i İbrahim’e:
— Ey İbrahim! dedi. O ibadet ettiğin, taptığın, başka kimseleri ibadet etmeğe davet ettiğin, kudretini pek yüce gösterip başka ilâhlardan üstün saydığın Allah’ın nasıl bir şeydir? Biz putlarımızı nasıl görüyorsak senin de onu gördüğün var mı hiç?

Hz. İbrahim! Nemrud’a Allah’ına güvenerek susturucu bir cevap erdi. Kuran-ı Kerîm şöyle buyurur:
İbrahim: Benim Rabbim diriltir ve öldürür!» (Bakara sûresi. âyet: 258)

Çünkü hayat verenin de, hayat alanın da Allahü Teâlâ olduğunu biiıyordu. Allahü Teâlâ ona ilk imanı gönlüne doldururken:
— Ey Rabbim! demişti, ölüleri nasıl diriltirsin sen? Onu bana göster!

Hak Teâlâ:
— Yâ İbrahim! demişti. Sen benim ölüyü dirilttiğime inanmadın, güven getirmedin mi?

Hazret-i İbrahim:
Evet, inandım. Fakat kalbim tam inansın diye sordum! diye cevap vermişti.» (Bakara sûresi, âyet: 260) Allahü Teâlâ da ona söyle buyurmuştu:
Sen dört cinsten dört kuş yakala. İyice gözden geçir, incele Sonra elinle parçala. Her dağın başına onlardan birer parça bırak. Sonra onları çağır. Onlar yeniden sana gelecektir. Sen bil ki senin Allah’ın dilediği şeyde galip, üstündür. Hikmet ıssıdır. (Sahibidir.)» (Bakara sûresi, âyet: 260)

Hazret-i İbrahim de bir tane tavus kuşu, bir tane horoz, bir güvercin, bir tane de karga yakaladı. O zaman Hak Teâlâ İbrahim’e şöyle emretmişti:
— Bu dört cins kuşu boğazla. Tüylerini yol. Etlerini didik didik didikle, doğra. Tüylerini, kanlarını, etlerini birbirine karıştır. Sonra o karışık tek parçayı dörde ayır. Her parçayı birer dağın tepesine koy. Veya yedi parça yap, yedi dağ üstüne yerleştir. Başlarını yanında sakla. Sonra onlara:
— Allah’ın izni ile gelin! diye çağır!

Hazret-i İbrahim de bu emre uymuştu:
— Ey kuşlar! Allahü Teâlâ’nm izni ile gelin! dedi. Tepelerden uçup gelen parçaların tüyleri öteki tüyler ile buluştu. Kanlar kendi kanlarına karıştı. Kemikler kemiklerine kavuştu. Havada dört başsız kuş uşuçmaya başladı. Sonra başlar da yerlerinden uçarak dört kuşun bedenine doğru uçuşup kendi kesilen boyunlarına yapışmıştı.

Bu dört kuşun ölüp de diriltilmesine şahit olan ve iman eden Hazret-i İbrahim Nemrud’a:

— Ey Hakan! dedi. Benim Allah’ım, hem yaratan, hem de öldürendir. Hayat verir, can alır O…

Nemrud bir kahkaha atarak güldü:

— Senin Rabbin hem yaratan, hem öldüren mi? Ama ben de bunu yapabilirim…
«Hem öldürür, hem de diriltirim!» (Bakara sûresi, âyet: 258) dedi.

Hz. İbrahim Nemrud’a sordu:
— Sen nasıl diriltiyor ve öldürüyorsun? Nemrud da:
— Nasıl mı? diye alaylı alaylı güldü. Ölüm buyruğunu verdiğim iki mahkûmu karşıma getirtirim. Birisini bağışlar sağ bırakırım, birisini de gözünün önünde öldürtürüm.

Nemrud, hemen:
— Bana iki mahkûm getirin! buyruğunu verdi. Muhafızlar hemen koşuştular. Hapisten iki suçlu getirdiler. Nemrud birisini göstererek:

— Bunu bağışlıyorum! dedi. Ona hayat veriyorum işte! Sonra öteki mahkûmu göstererek:
— Bunun da başını vurun! dedi.

Suçlunun başı vuruldu. Yine başını gururla kaldırarak Hz. İbrahim’e:
— İşte bunu da öldürttüm, canını aldım dedi. O zaman Hz. İbrahim, Nemrud’a sordu:
Yüce Allah güneşi doğu yönünden doğduruyor… Haydi, sen de onu Batı yönünden doğdur! dedi. Nemrud, ne diyeceğini şaşırdı, sustu. Hiç bir soru sormaya cesaret edemedi. Allah zâlimleri başarılı kılmazdı.» (Bakara sûresi, âyet: 258)

O zaman Hz. İbrahim:
— Siz Allah’a tapın! dedi. Ona karşı vazifelerinize önem verin. Allah’a tapmak sizin için ne kadar hayırlıdır, bunu bir bilseniz. Siz ise Allah’ı bırakıyorsunuz putlara tapıyorsunuz. Yalanlar uyduruyorsunuz. Sizin Allah’ı bırakıp bu taptığınız şeylerin size bir rızık vermeye güçleri yetişmez. Siz rızkı Allah yönünde arayın. O’na kulluk edin. O’na şükürde bulunun. Hepiniz O’na döneceksiniz yine. Allah’a göre kolay iştir. Yeryüzünde gezin, dolaşın. Ve Allah’ın yarattığı peygambere düşen vazife, yalnız apaçık tebliğdir, bildiridir. Onlar Allah’ın yaratılışı önce nasıl meydana getirdiğine, sonra onu nasıl türettiğine  çoğalttığına dikkat etmiyorlar mı? Bunları yapmak Allah’a göre kolay iştir. Yeryüzünde gezin, dolaşın. Ve Allah’ın yaratığını nasıl vücuda getirdiğini görün anlayın. Allah’ın herşeye hakkı ile kudreti yeter Allah’a ibadet edin ve O’ndan korkun. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır!

Sonra Hazret-i İbrahim dünyanın sonuna kadar insanların bilmesi gereken şu gerçeği bildirdi:

Siz, Allah’ı bırakıp da ancak bir takım sanemlere, putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Gerçekten de Allah’ı bırakıyorsunuz. Oysa onlar sizi rızıklandıramaz. Buna güçleri yoktur. Öyleyse her türlü rızkı Allah’ın katında arayınız. Ona’ ibâdet edin. O’na şükredin. Kıyamet gününde hepiniz Ona döneceksiniz.» (Ankebût sûresi, âyet: 17)

Nemrud’un halkı hâlâ susuyordu. Hz. İbrahim onların cevap vermediklerini görerek sözlerine yine devamla dedi ki:

Allah’ımın her şeyi yapmağa gücü yeter. Allah dilediğini azaba uğratır. Dilediğine rahmet eder. Hepiniz tekrar O’na döneceksiniz. (Ankebût sûresi, âyet: 20-21)

Ve yine dedi ki:

«Siz, ne yerde, ne de gökyüzünde (Rabbinizi) güçsüz bırakacak kudretiniz yoktur. Sizin, Allah’tan başka ne yârınız, ne de yardımcınız vardır.» (Ankebût sûresi, âyet: 22)

Nemrud, Hazret-i İbrahim’le tartışamayacağını, bu gerçekler karşısında ona yalanlar uyduramıyacağını anladı. Halkı da krallarına:
«Öldürün onu, ateşte yakın onu! diye bağırıştılar.»

Sonra bağırışları gökyüzünü şöyle doldurdu:
«Onu yakın, ilâhlarınızın intikamını böyle alın.»

Halkın içlerinden bunu söyleyen göçebeden birisi idi.
Şuayp Cebbî şöyle rivayet etmiştir:
— Nemrud’a: «İbrahim’i ateşte yakınız!» diye öğüt verenin adı Hayzen’dir. Allah’ın buyruğu ile onu yer yutup yedi. O Kıyâmet’e kadar yerin altında kımıldayarak sarsılacaktır.

Nemrud, Hayzen’in sözüne uyarak hemen:
— Ateşte yakınız onu! diye haykırdı.
Hz. İbrahim’i yakaladılar. Peki suçu neydi Hazret-i İbrahim’in? Evet, onun suçu:

— Benim Rabbim Allah’ımdır! demesiydi; Putların ortadan kaldırılması, eşi olmayan Allahü Teâlâ’ya tapmasıydı.

Sağdan, soldan odunlar toplanmaya başlandı. Halk:

— İbrahim, putlarımıza kurban edilsin, dileğindeydi. Hasta, yatalak kadınlar:

— İyi olursak İbrahim’i yakmak için odun toplayalım, onu ateşte kavuralım! diye adakta bulunmuşlardı.

Şimdi koca bir meydan, Nemrud’un sarayının önü odun, çalı çırpı yığınları ile dolmuştu. Odunlar çakmaklandı. Çalılar çıkan alevden tutuştu. Kalın odunlar da gökyüzüne yalınlarını saldılar.