Belkıs Kıssası

By | 10 Mart 2015

belkis-kissasi    Müfessirler der ki:
— Süleyman (A.S.) Beytil Mukaddes tamamlandığı zaman Mekke’ye, Hacca gitmek için hazırlığa başladı. Sonra Haccı edâ etti .Bir gün beş bin deve, beş bin öküz, yirmi bin koyun kurban etti. Orada da Yemen’e gitti, San’aya gitti. San’a Mekke’den bir aylık yol kadar uzaktaydı. Fakat Süleyman (A.S.) hemen öğleyin San’aya geldi. Burasının çok lâtif bir yer olduğunu gördü. Orada yemek yemek istedi.

Bir garip Hüdhüd kuşu gördü. Hüdhüd kuşunun adı Ayferdi. O Hüdhüd, Belkıs’ın ülkesini Süleyman (A.S.)’ın Hüdhüd’üne anlattı.O zaman Belkıs’ın eli altında on iki bey vardı. Her beyin de eli altında yüz bin kişi bulunuyordu. Süleyman (AS.)’in Hüdhüd’ü bu haberi alınca öteki Hüdhüd’le birlikte Belkıs’ın ülkesini dolaştılar. Görüp yine geri döndüler. Fakat çok geç kalmışlar, yollarda eğlenip vakit geçirmişlerdi.Süleyman (A.S.), kendi Hüdhüd’ünü arayıp bulamayınca çok kızdı. Fakat Hüdhüd, geri döndüğü zaman, kuyruğunu ve kanatlarını yere vurarak alçak gönüllülük gösterdi. Fakat Süleyman (A.S.) onu başından yakaladı. Boynunu çekti. Hüdhüd:

— Yâ Süleyman! dedi. Hak Teâlâ’nın huzurunda duracağın günü an, düşün.
Nakledilmiştir ki Süleyman (A.S.) bir mektup yazarak onu Hüdhüd’e verdi:
— Bunu al, Sultan Belkıs’a götür, o melikeye ver! dedi. Mektuba ilk önce Allah’ın ismi ile başladı:
«Bismillâhirrahmanirrahim.»
Çünkü, Peygamberler ilk önce Allah’ın adı ile mektuplarına başlarlardı. Sonra da kendi adını yazdı. Mektup bitince onu Hüdhüd’e verdi:
— Al bunu Sebâ Melikesi Belkıs’a götür! dedi.

Belkıs, Yemen’de Hüdhüd’ün geldiğini görünce kapıları kapattı. Saraylarının anahtarlarını yastığında, başının altına koydu. Yattı. Fakat Hüdhüd pencereden saraya girdi Mektubu Belkıs’ın göğsünün üstüne bıraktı.
Sebâ Melikesi Belkıs uykudan uyanınca o mektubu ve mührü gördü. Korktu. Kavmine:
— Bana Süleyman (A.S.)’dan mektup geldi. Bu, çok izzetli ve mükerrem bir mektup! dedi. Emirlerinde:
— Bana çok itaatli olun. Bana muhalefet etmeyin! diyor. Belkıs’m beyleri, bunu öğrenince:
— Hayır, ona itaat etmeyiz. Bizim askerimiz çoktur. Eğer buyurursanız onunla savaş yapar, cenk ederiz! dediler. Belkıs:
— Ey cemaatim! dedi. Hazır olun! Ben sizden ayrılıyorum. Süleyman (A.S.) bu yerlere gelirse yakar, yıkar, harabeye çevirir. Size de hor bakar. Ama ben Süleyman (A.S.)’a bir mektup ve bir armağan yollayayım. Durumu anlatayım! dedi.

Hüdhüd kuşu = Serçe cinsinden, başında tepeliği olan karatavuk iriliğinde bir kuştu. Dem çeken her kuşa da Hüdhüd denilir. (M.F.G.)
Melike Belkıs, hemen Süleyman (A.S.)’a beş yüz delikanlı civan yolladı ki elleri kınalıydı ve üstlerine kız elbisesi giydirmişti. Ayrıca beş yüz de taze cariye gönderdi. Bu kızlara da erkek elbisesi giydirdi. Bundan başka iki tane kerpiç iriliğinde altın külçe, bir taç gönderdi. Bu taç, inci ve yakutla bezenmişti. Ayrıca da bir hokka yolladı. Hokkanın içinde incilerin şahı büyük bir inci tanesi vardı. Fakat incinin deliği eğri delinmişti.

Elçilerine:

— Sultan Süleyman bu inciye iplik geçirtsin! Ama o ipliği ne insan, ne cin, ne başkası geçirecek! dedi. Sonra bir de taş yolladı:
— Bu taşı da ne ins, ne cin delsin! dedi. Eğer Süleyman Peygamberse bu kızlarla, bu oğlanları birbirinden fark eder, ayırır. Eğer onlara kızgın kızgın bakarsa mutlaka padişahtır, peygamber değildir! dedi.
Hüdhüd, gizlendiği yerden bu sözleri işitince uçup Süleyman (A. S.)’a geldi. Olanı, biteni ona bildirdi. O da hemen cinnîlere:
— Altın ve gümüşten kerpiç iriliğinde külçeler hazırlayın! dedi. Onlar da altın ve gümüşten kerpiçler hazırladılar.
Süleyman (A.S.):
— Yirmi millik kadar yola (8 saatlik yola) bu altın ve gümüşten kaldırım döşeyiniz! dedi.

Cinnîler de bu uzun yola, hemen altın ve gümüş döşediler. Süleyman (A.S.) sonra, yeryüzünde ne kadar Canavar varsa o meydanın çevresinde onları dizdi. Cinnîler, kendisinin sağında ve solunda el bağlayıp durdular. Ondan sonra da Süleyman (A.S.) tahtına çıkıp oturdu. Vahşî hayvanlar o altın kerpiçlerin üstünü kirlettiler. Saygısızca yerlere uzanmış yatarlardı.

Belkıs’ın elçileri gelince, Süleyman (A.S.)’m yanma yaklaşıp da bu zenginliği ve bu hali görünce şaşırdılar. Vahşi hayvanlar altınların üstüne gelişi güzel yatmış ve çişlemişti. Demek ki altın, Sultan Süleyman’ın gözünde o kadar değersizdi. Armağan olarak getirdikleri altın külçelerini hemen bir köşeye atıp bıraktılar. Süleyman (A.S.)’m huzuruna çıktılar. Görüşüp Sebâ Melikesi Belkıs’ın mektubunu ona sundular. Süleyman (A.S.) onlara tatlı bir yüzle baktı.

Kendilerine:

— O hokka nerede? Hani içinde koskoca bir inci tanesi vardı? Şahlara göre bir inci! diye sordu:
Belkıs’ın elçisi o hokkayı getirdi:
— Bu inciye emrediniz, iplik geçirsinler! dedi. Ama iplik geçiren ne ins, ne cin olsun.
Süleyman (A.S.), ağaç kurduna buyruk verdi:
— Ey kurt, dedi. Bu inciye iplik geçir.
Küçücük kurt, ağzına bir kıl aldı. İnciye girdi, öteki tarafından nktı. Sonra Süleyman (A.S.)’a:
— Şu taşı da ağaçları delen bir kurtcağız delsin! dedi. Öyle bir tğaç kurdu da o taşı deldi. Süleyman (A.S.) sonra:
— Su getiriniz! dedi. Şu gelen konuk kızlar ve civanlar yüzlerini yıkasınlar.
Sular getirildi. Belkıs’ın yolladığı kızlar ve oğlanlar yüzlerini yıkadılar. Kızlar su alıp sağ eliyle sol ellerine koydular. Oğlanlar ise sol elleriyle alıp sağ ellerine koydular. Yüzlerini yuyup yıkadılar. Süleyman (A.S.) o zaman oğlan ve kızların hangileri olduklarını bilip miadı. Ondan sonra Belkıs’ın yolladığı hediyeleri de almayarak elçiye:
— Var, Melikenin yanma dön, git! diye ona müsaade verdi. O da San’â’ya döndü. Olanı, biteni anlattı. Belkıs da:
— O halde bu Süleyman bir peygamberdir! dedi. Bir padişah değil!
Nakledilmiştir ki Süleyman (A.S.):
— Ey benim askerlerim, dedi. Hanginiz Belkıs’ın tahtını buraya getirecektir?’.
Cinnîlerden birisi:
—Belkıs’ın tahtını ben getireyim! dedi. Sen yerinden kalkmadan taht burada olacaktır:
Süleyman (A.S.)
— Ben daha tez isterim! dedi. Başvezir Âsaf İbni Berhiya:
— Göz açıp kapayıncaya kadar tahtı ben getireyim! dedi. Hemen de tahtı getirdi. Sultan Süleyman o tahtı görünce:
— Hazâ min fadlı Rabbi! dedi. Sonra tahtın içinden Belkıs ortaya çıktı.
Kimileri de:
— Süleyman (A.S.) mucize göstermek için tahtı kendisi getirdi! derler.
— Tahtı Cebrail (A.S.) getirdi.
Nakledilmiştir ki, Süleyman (A.S.) eş olarak Belkıs’ı almak isteyince, Cinnîler çok üzüldüler. Çünkü onlar:
— Belkıs bir cinnî babanın kızıydı. Anası insandı! derlerdi. Süleyman (A.S.)’dan bir oğlan dünyaya getirmesinden korktular. O zaman insanın ve cinlerin akıl kuvveti, zekâsı o çocukta olurdu. Kendilerini de bir başka ülkeye çıkarır, atabilirdi. Cinnîler:
— Yâ Süleyman! dediler. Belkıs’ın aklında biraz eksiklik vardır. Baldırları kıllıdır, ayağı eşek ayağına benzer!
O zaman Sultan Süleyman:
— Bir suyun üstüne sırça döşeyiniz! dedi. Belkıs onun üstünden geçsin.
Sultan Süleyman’ın dileği,Belkıs’ın baldırlarında kıl olup olmadığını, sırça aynadan görmekti. Belkis, geldiği zaman ona:
— Şu gördüğün taht senin tahtın mıdır? diye sordular. Belkıs tahta baktı.
— Hemen hemen benim tahtıma benziyor! dedi. Süleyman Peygamber, o zaman,Belkıs’ın tam akıllı olduğunu anladı. Ve Sebâ Melikesine:
— Sudan bu tarafa geçiniz! dedi. O da sırça aynayı su sanarak, ayağını açtı, adımını attı. Fakat onun bir ayna olduğunu görünce utandı. Donunu örttü. Aynanın üstünden geçti. Süleyman (A.S. ) Belkıs’ı HAK dinine davet etti. Belkıs da imâna geldi. Mümine oldu. Süleyman (A.S.), ona yüzgörümlüğü olarak hediyeler sundu. Onu nikahladı. Belkıs’tan az zaman sonra, bir oğlan çocuk dünyaya geldi. Adını Dâvûd koydular.
Nakledilmiştir ki, âlemleri yaratan Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri, Süleyman (A.S.)’a öyle bir padişahlık verdi ki, ondan önce cihana onun gibi padişah ne gelmişti, ne de ondan sonra gelecekti. Bütün Ademoğullan, cinnîler, şeytanlar, hayvanlar, kuşlar, yeller, Doğu’dan Batı’ya kadar her şey onun hükmü altına girmişti. Ve onur, fermanı altındaydılar. Nitekim Hak Teâlâ şöyle buyurur:
«Süleyman’ın Cinlerden, İnsandan, Kuşlardan kurulu ordusu toplandı ve bölük bölük dağıldı.» (Nemi sûresi, âyet: 17!
Süleyman (A.S.) her buyruğunu veziri Berhiyâ oğlu Âsaf ’a bıraktı . Nice bin bilgi sahibi cihan pehlivanı onun defterindeydi. Bunla¬rın herbiri nice bin kişiye hükmetmekteydi.
Süleyman (A.S.)’ın emrine mahkûm ve her emrine boyun eğer devleri de Demiryat’a ısmarlamıştı. Bu devlerin kimisi insan şeklinde, kimisi öküz başlı, yılan kılıklı, kimisi ejderha biçimindeydi. Kimisi de doğan pençeli, kimisi maymun yüzlü, eşek ayaklı, kimisi aslan vüzlü, fil gövdeli, kimisi dört ayaklı, başı bağırındaydı. Ağzından ateşler fışkırıyordu. Yiyecekleri sıcak yel, içecekleri kaynar sulardı. Bu devlerin hepsi Demiryat’ın önünde toplanırlardı. Kuşlara büyük bir masal kuşu olan Simürg’ü padişah kılmıştı. Akbaba, beylerbeylik yapıyordu. Yırtıcı hayvanların padişahı olarak da Aslan’ı seçti. Çünkü aslan, bir cihan pehlivanıydı. Geri kalan hayvanlara Fil’i baş seçti. Yılanlara ejderha’yı baş seçti.
Bütün bu adamlar, cinnîler, hayvanlar, kuşlar, Sultan Süleyman’a her lâhza hizmete gelirlerdi.
Süleyman (A.S.), cinnîlere buyurdu ki:
— Bana bir döşek, bir yaygı dokuyun. Üzerinde, bir ovada koşan bir geyik görünsün. Bir ipliği altın olsun, bir ipliği de gümüş.
Cinnîler de türlü türlü çizgilerle resimler, suretler yaptılar ki, renklerini kimse bilemez, anlayamazdı. Yaygının uzunluğu ve eni üç mildi (bir saat). Bu yaygının üstünde bir taht, bir kürsi yapıldı ki, üstünde türlü türlü ve sayısız cevahir parıl parıl parlıyordu. Sağ yanında on iki bin taht düzdüler. Hepsi de yine altın ve gümüştendi. Peygamberler, velîler oralarda otururlardı. Sol yanında da iki bin kürsi, taht yaptılar. Her taht sandal ağacından yapılmıştı. Onlarda da İsrailoğullarınm bilginleri otururlardı.
Süleyman Aleyhisselâm’ın kürsüsü hepsinden dört arşın yüksekti, yüceydi. O tahtın üstünde yetmiş mihrap vardı. Bu mihraplar da altın ve gümüştendi. Herbirinde bir velî otururdu. On iki bin müderrisi de vardı ki, bunlar Tevrat ve Zebur okur, dururlardı. Okurken çıkardıkları sesleri YEL, Sultan Süleyman’a eriştirirdi.
Sultan Süleyman’ın tahtını yine o yel alıp havada götürür, bir günde bir aylık yolu alırdı.
Süleyman (A.S.)’ın üç yüz tane nikâhlı karısı vardı. Ayrıca yed: yüz de cariyesi vardı ki, onlara da yakınlık gösterirdi. Tahtının yanında iki aslan heykeli yapılmıştı. Bu aslanların gözleri cevherdendi Yakuttan başlarında zeberced taçlar vardı. Kürsilerin üzerinde büyük tahtın da yetmiş ayağı vardı. Her ayağın ucunda sâf altından bir aslan bulunuyordu. Elleriyle biribirine cevher sunmaktaydılar. He: aslan da bir ejderhaya binmişti. Bunların yukarısında da yine altından tavus kuşları ve tahtlar vardı. Sultan Süleyman ne zaman o tahta binse mücevher gözlü ve güneş yüzlü güzeller karşısında duru: Süleyman (A.S.)’ın üstüne inciler saçarlardı. Her devin ardında bir yırtıcı canavar pençesini açıp dururdu. Kuşlar hava üstünde kanar kanada dururlar, Süleyman (A.S.)’a gölge salarlardı. Sağ yanında bir melek, yalınkılıç dururdu. Asi olan cinnilere bu kılıçlı melek gönderilirdi.
Kâ’bül Ahbar (R. Anh) der ki:
— O tahtın adına Cennet Yıldızı = Kevkebül Cennet derlerdi. Süleyman (A.S.) bu yücelikle, bu ululuk ve bu kuvvetle de Ecel’den kendisini kurtaramadı. Altmış yaşında iken dünyadan Ahiret’e göçtü Ama kabrinin gerçek nerede olduğunu kimse bilmez. Kimileri der k:
— «Sultan Süleyman’ın kabri Kızıl Deniz kıyısındadır. Elli yasında göçtü, ilk yaz ayının (ilkbaharının) yirmi dokuzuncu günüdür. On yaşından kırk yaşına kadar padişahlık etti, vaktini geçirdi.»
Kimileri de şöyle der:
— «Öldüğü zaman elli beş yaşındaydı.»
Fakat bilmek gerektir ki Süleyman (A.S.)’a: NÜBÜVVET, RISÂ- LET ve HİLAFET sıfatları verildi ise de kendisi ancak Alt Alem yani dünya üzerine SULTAN olmuştu. Belki üst, Yüce Alem üzerin di de Sultan olmuştur. Çünkü Alt Alem’e hükmetmek, Üst Aem küret ve kuvveti ile olur.
Böylece, Süleyman (A.S.), sultan olunca, Cinlere ve İnsanlara türlü türlü âlemlere hükmeyledi.
Hak Teâlâ Hazretlerinin isimlerine gelince:
Hak Teâlâ, isimleri ve sıfatları ile hiç durmaksızın tecelli etmektedir. O isimlerin bazısı Mûcid «îcad eden, yaratan» ve Muhyî- Canlandıran, dirilten» gibi varlık âleminin mevcudiyetini bildiren isimlerdir. Kimisi de Muid «gözetleyen» ve Mümît «öldüren, helak eder, gibi âlemin yokluğunu bildiren sıfatlardır.
Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri, vakit olur ki bir şeyi icad etmekle eşyada tecelli eder. Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri vakittir ki o şeyi yok etmek ile de yine eşyada tecelli eder. Nitekim Hak Teâlâ şöyle buyurur:
«O (Hak Teâlâ) her gün yeni bir şey icad eder.» (Rahman sûresi, âyet: 29)
Yani Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretleri, her cüz’i zamanla dahi istediği her işi yapmağa kadirdir. Böyle türlü haller icad ederek akıldan şaşırtır.
Süleyman (A.S.)’ın âlemde hâkim olmasının, hükmetmesinin sebebi şudur: Mülk, ona Allah’ın bir hediyesiydi. Süleyman (A.S.) da Hak Teâlâ tarafından, Davud’a hediye edilmişti.
Nitekim Allahü Teâlâ şöyle buyurmuştur:
«Ve ve hebna Dâvude Süleymane – Davud’a Süleyman’ı ikram ettik.» (Sâd sûresi, âyet: 30)
İhsan, ihsan edicinin nimet yolu ile hediyesidir. Ne Sultan Süleyman’ın kalbinin cemiyetinden, ne feleklerdeki ruhların yardımınlandır, belki de Allah’ın armağanıdır. Sonradan elde edilmiş değildir, una Süleyman (A.S.) dünya makamında da, yüce göklerin şerefli makamlarında da kaim olunca Kâinatın her maddesi ona itaat etti.
Vezir Berhiyâ oğlu Âsâf ’ın, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar geçen andan da az bir zamanda, tezce getirmesi hakkında tefsir ehli şöyle demiştir:
— «Vezir o tahtı, iki aylık yoldan yer altından getirdi.» Şeyh Muhyiddin (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:
— «Mademki bu gelme işi göz açıp kapayıncaya kadar tez bir zamanda oldu, o halde, bu hal zamanın hareketine göre olmasa gerekti.Çünkü hareket olmayınca hareket eden şey de olmaz. Hareket mden şeyde zaman da olur. Hareket olmayınca hareket eden de hareket de yoktur. Öyleyse bu taht başka bir tahttır.Belkıs’ın tahtı değilim Orada, Yemen’de onu yok etti, burada, Süleyman’ın sarayında icat etti.»
Allah’ın izni ile, Belkıs’a bu taht hakkında şöyle sordular:
— Bu, senin tahtına, arşına benziyor mu?
Belkıs:
— Ona benziyor! diye cevap verdi. İşte bu muhkem asıldan bizce ıs bilindi ki bütün eşya, Hak Sübhânehu ve Teâlâ Hazretlerinin kudreti, ululuğu ile göz açıp kapayıncaya kadar zaman içinde yok da olur, yaratılır da. Allah buyurdu ki:

«Onlar, yeni bir yaratılıştan şüphe içindedirler.» (Kaf sûresi, âyet: 15)
Bize de malûm oldu ki bütün eşya icat eyleme, halk edilme, yaratılma eseridir. Hakikî, gerçek varlık Allahü Teâlâ Hazretleridir kı Beka’da daimdir ve zeval bulmayan padişah odur. Allah’tan başka bütün varlıklar, dünya ile ilgili her şey zeval bulacaktır, yok olacaktır. Çünkü, bunlar Hak Teâlâ’nın eseridir. Bu güzel aşıla riayet etmek vaciptir. Ta ki Hak Teâlâ Hazretleri Kudret ululuğu ve ululuk hali ile hatırdan çıkmasın. İmân ve marifette engin kuvvet bulsun.