Zikrin Hakikati

By | 31 Temmuz 2014

feraceler

zikir-duaZikrin Hakikati
Zikrin dört derecesi vardır:
1 — Dilin zikri olup, kalbin gafil olmasıdır. Bunun tesiri azdır. Fakat tamamen tesirsiz de değildir. Çünkü hizmet ile meşgul olan dil, lüzumsuz şeylerle vakit geçiren ve hiçbir şey söylemeyen dilden daha üstündür.
2 — Kalbin zikridir. Fakat kalbe yerleşmemiş ve devamlı olmamıştır. Ancak, uğraşarak kalbe yaptırılabilir. Bu uğraşma ve gayret olmasa gaflet ve düşünce sahibi kalb, eski hâline döner.
3 — Zikrin kalbde yerleşmesi, kalbi kaplaması ve devamlı olmasıdır. Ancak uğraşarak kalbe başka şey getirilebilir. Fahat bu, büyük bir iştir.
4 — Zikrolunanm kalbi kaplamasıdır. Bu ise Allahü Teâlâ’dır, zikir değildir. Kalbi dostun tutmasiyle kalbin dostu zikretmesi arasında çok fark vardır. En yüksek derecesi, zikirden haberdar olmanın kalbden gitmesi, yalnız zikrolunanm kalmasıdır. Çünkü zikir Arabça da olsa, Farsça da olsa, bunların ikisi de kalbin konuşmasından hariç olmaz. Hattâ kalb kelâmının kendisi olur. Asıl olan, kalbin Arabça ve Farsça konuşmadan kurtulması ve etrafında dolaşan hiçbir şeye yer vermemesidir. Bu ise hakiki aşk denen aşırı sevginin neticesidir. Zikrin Hakikati Aşık ise bütün cömertliğini mâşûkuna saklar.
Hattâ O’nunla olan meşguliyet sebebiyle isminin unutulmasını ister. Sevgiye böyle gömülünce, kendini ve Allahü Teâlâ’dan başka olan her şeyi unutur, tasavvuf yolunun başlangıcına kavuşur. Mutasavvıflar bu hâle fenâ derler, yokluk derler. Yâni kendine kendini hatırlatan her şey yok olmuştur. Kendisi de yok olmuştur. Zira, kendini de unutmuştur. Allahü Teâlâ’nın öyle âlemleri vardır ki, bizim onlardan hiç haberimiz yoktur. Onlar bizim için yok sayılır. Bizim için var olanlar, haberimiz olan şeylerdir. Bizim bildiğimiz âlemleri bir kimse unutursa, onlar da yok olur. Kendi benliğini unutursa, o da kendisi için yok olmuş olur. Allahü Teâlâ’dan başka onunla bir şey kalmasa, onun varlığı Hakla olur. Şöyle ki:
Baktığın zaman göklerden, yerden ve onlarda bulunanlardan fazlasını görmezsen, âlem bundan fazla değildir, hepsi budur, dersin. Bu kimse de Allahü Teâlâ’dan başka bir şey görmezse, her şey O’dur. O ndan başkası yoktur, der. Bu makamda bulunmakla, onunla Allahü Teâlâ arasında (mânevi) uzaklık kalkar ve beraberlik hâsıl olur. Bu, tevhid âleminin ve vahdaniyetin başlangıcıdır. Ancak ayrılığı bilirse, farkederse, onu Allahü Teâlâ’dan uzak eder. O ise bunu anlamaz. Çünkü ayrılığı iki şeyi bilen kimse bilir. Kendini ve Allahü Teâlâ’yı. Bu ise bu hâlde iken kendini bilmiyor, birden başka bir şey tanımıyor. Ayrılığı nasıl bilsin? Zikrin Hakikati Bu dereceye ulaşınca melekûtta olanlar ona gösterilmeye başlar. Meleklerin ve peygamberlerin şekillerini güzel sûretlerde ona gösterirler. Allahü Teâlâ’ nın dilediği her şey görünmeye başlar, öyle büyük hâllere kavuşur ki, anlatmaya gelmez. Kendine gelince, bazan vâki olanların eserleri, kendisinde kalır ve o hâlleri istemesi kendisini kaplar. Dünya ve dünyada olanlar, insanların bulunduğu yerler, şeyler kalbine iyi gelmez, insanlar arasında bulunduğu hâlde, kalbden onlardan uzak olur. Dünya işleri ile meşgul olanların hâllerine şaşar. Onlara rahmet nazarı ile bakar. Çünkü, ne büyük bir işten mahrum kaldıklarını bilir. İnsanlar ise, onun dünya ile meşgul olmamasına gülerler. Hattâ yakında aklım kaçıracağını sanırlar. Fenâ ve yokluk makamına ulaşmayan, bu hâller ve keşiflere kavuşmayan kimseyi zikir kaplarsa, bu da kimyâyı saâdet olur. Çünkü zikir kaplayınca, muhabbet ateşi o kimseyi istilâ eder. Hattâ öyle olur ki, Allahü Te âlâ’yı bütün dünyadan ve içinde olanlardan daha çok sever.
Saâdetin aslı, ölümle Allahü Teâlâ’ya dönerkendir. Allahü Teâlâ yı müşâhedo lezzetinin kemâli, muhabbet miktanncadır. Mah bûbi dünya olanlar, yâni dünyayı sevenler, dünyaya âşık oldukları ^in ondan ayrılırken üzülür ve yanarlar, Müslümanlık unvanında bunu anlatmıştık.
Bir kimse çok zikir eder de, sofilerde hâsıl olan hâllerden bir Çey hâsıl olmazsa, ye’se düşmemelidir. Çünkü saâdete kavuşmak yalnız bununla değildir.
Kalb zikir nuru ile süslenince saâdetin en büyüğü ele geçmiş demektir. Bu dünyada görülmezse, öldükten sonra görülür. Kalbi Allahü Teâlâ ile bulundurmak için, onu daima murakabe etmelidir. Hiç unutmamalıdır. Çünkü devamlı Allahü Teâlâ’yı zikretmek, hatırlamak, Allahü Teâlâ’nm melekûtundaki şaşılacak hâllerin anahtarıdır. Peygamber Efendimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem) «Cennet bahçelerinde durup seyretmek isteyen, Allahü Teâlâ’yı çok zikretmelidir», i1) hadîs i şerifinin mânâsı budur.
Kısaca bu anlattıklarımızdan, bütün ibadetlerin özünün zikir olduğu anlaşıldı. Hakiki zikir, bir emir veya yasakla karşılaştığı zaman Allahü Teâlâ’yı hatırlamaktır. Günah ise elini çekmeli, emir ise yapmalıdır. Eğer zikri bunu yaptırmıyorsa, hayâldir ve işin aslını anlamamıştır.