Sahabeler, Hz. Muhammed’i Çok Severdi

By | 16 Ağustos 2015

sahabeler-hz-muhammedi-cok-severdiKur’an’ın birinci derece muhatapları sahabilerdi. Kur’an onlara; “(Ey Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin…” diyordu.
Uyulması emredilen Peygamber Efendimiz her an onlarla beraberdi. Ta ilk günden, O’nun uğrunda her şeyi göze almışlardı. Kimi en ağır işkencelere uğramıştı, kimileri de kumlar üzerinde yediği mızrak darbeleriyle veya darağacında ya da savaşlarda şehit olmuştu.
Neydi bütün bunları onlara yaptıran?
Bir tek nedeni vardı, o da onları ebedi saadete ve cenneti’ kavuşturacak olan Peygamber sevgisiydi. Müşrikler, Hz. Hubeyb b. Adiyy’e, darağacında:
– Doğru söyle! Şimdi senin yerinde Muhammed’in olmasını isterdin, değil mi? dediklerinde, Hubeyb, yüzlerine şöyle
haykırmıştı:
– Allah’a yemin ederim ki, Peygamberimin ayağına bir diken batmasın diye evimden, ailemden ve hayalımdan olmayı seve seve göze alırım.
Orada bulunan Mekke’nin o günkü lideri Ebu Süfyan, bu nivap karşısında dudaklarını ısırmış ve:
– Bu nasıl bir sevgi! demekten kendini alamamıştı.
O’na (sav) gönül bağlayanların hepsi birer Hubeyb’ti.
Peygamber Efendimiz, onları tüm çirkinlik ve kötülüklerden kurtarıp Allah’ın sevgisine eren mükemmel birer insan yapmış ve onları adeta idam sehpasından kurtarıp ebedi saadeti elde etmelerine vesile olmuştu.

Mübarek ayağına bir dikenin batıp incitmesi bile, onların yüreklerini sızlatırdı.
Çünkü Peygamber Efendimiz, onları tüm çirkinlik ve kötülüklerden kurtarıp Allah’ın sevgisine eren mükemmel birer insan yapmış ve onları adeta idam sehpasından kurtarıp ebedi saadeti elde etmelerine vesile olmuştu. O’nu (sav) canlarından çok sevmelerinin altında yatan asıl neden buydu.
Hz. Ömer bir gün:
– Ey Allah’ın Resûlü! dedi. Seni nefsim hariç her şeyden çok seviyorum.
İnsanın, kendini sevmesi kadar doğal ne olabilir?
Ama Peygamber Efendimiz:
– Olmadı Ömer! buyurdu. Nefsinden de çok sevmedikçe olgun imana ulaşmış olmazsın!
Hz. Ömer bu kez:
– Ey Allah’ın Resûlü! Seni nefsimden de çok seviyorum, dedi.
Çünkü onlar, Peygamberini sevmenin Yüce Allah’ı sevmek olduğunu biliyorlardı. Yüce Allah’ı sevmenin ise rızasına erdirdiğinin şuuruna varmışlardı. Cennetini ve Cemal’ini görmenin rızasından geçtiğine inanmışlardı.
Bu iman, anlayış ve sevgi olmasaydı, henüz yirmili yaşlarda olan Hz. Ali, hicreti sırasında ölüm çemberine alman evinde bir gül bahçesine girer gibi, Efendimizin mübarek yatağına uzanır mıydı? Bir düşünün… Eli kılıçlı 200 genç evinin etrafını sarmış, çıktığı an üzerine topluca saldırmak üzere. Tehlikenin bu denli yakın ve büyük olduğu bir anda Peygamber Efendimiz:

– Ey Ali! Bu gece yatağımda sen yat! diyor ve Hz. Ali de “Senin uğrunda ölmek canıma minnettir” dercesine ikiletmedim seve seve kabul ediyor.
Bu davranış, Peygamberini canından daha çok sevmekten başka neyle izah edilebilir?
Hz. Ebu Bekir, Kabe’de Peygamberimizin yanında oradakileri korkmadan, çekinmeden imana davet ederken, düşmanlarının cevabı tekme tokat olmuştu. Kan revan içinde baygın bir halde akrabaları alıp evine götürmüşlerdi. Baygınlığından ayılır ayılmaz dudaklarından dökülen ilk cümle:
– Allah Resûlü ne durumda? olmuştu.
Sonra da:
– Resûlullah’m iyi durumda olduğunu bizzat gözlerimle görmek istiyorum, yoksa içim rahat etmez . Alın beni yanına götürün, demişti.
Kendini değil, Sevgili Peygamberini düşünüyordu. Çünkü, O’nunla (sav) var olmuştu. Gayesini ve hayatın anlamını O’nunla bilmişti. Ebedi bir hayatın varlığını ve orada ebedi bir saadetin olacağını O’ndan öğrenmişti. O (sav), adeta onu ve onun gibileri idam sehpasından kurtarmıştı. Böyle bir Zât’ı elbette kendilerinden çok düşüneceklerdi ve canlarından çok seveceklerdi.
Hicret sırasında çölde yollarına devam ederlerken, onları izleyen pehlivan Süraka’nın yaklaştığını gören Hz. Ebu Bekir, birden ağlamaya başlamıştı. Efendimiz:
– Neden ağlıyorsun ey Ebu Bekir, diye sorduklarında:
– Kendimi değil, sizi düşündüğümden ey Allah’ın Resûlü! Size bir zararın gelmesinden korkuyorum. Size biri zarar verirse sonra biz ne yaparız? Sen olmadan biz bir hiçiz, diye cevaplamıştı.
İşte fedakarlığı, cömertliği yanında bu sadakat ve sevgisi Hz. Ebu Bekir’i “en yakın dost” makamına çıkarmıştı. “Eğer Yüce Allah’tan başka bir “Halil (dost)” edinecek olsaydım Ebu Bekir’i dost edinirdim” buyurmuştu Peygamber Efendimiz.