Kim Allah’ın azabından kurtulmak, Onun cennetine girmek istiyorsa, dünyevi arzulardan yüz çevirmeli ve dünyanın zorluklarını ve belalarını sabırla, metanetle karşılamalıdır. Zira Allah-u Teâlâ (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz Allah (dünyadaki zorluklara) sabredenleri sever.”
Sabrın birkaç çeşidi vardır: “Allah’ın buyruklarına uymak için sabretmek, haramlan işlememek için sabretmek ve belanın geldiği ilk anda sabretmek…”
Allah’ın buyruklarını uygulamada sabredene; Allah, kıyamet günü herbiri, yerle gök arası kadar, cennette üçyüz derecelik bir mükafat verecektir.
Her kim haramları işlememek için sabrederse; kıyamet günü her biri yedinci gök ve yedinci yer tabakası arası kadar cennette altı yüz derecelik bir mükafat verecektir.
Herhangi beladan dolayı sabredene: Kıyamet günü arş ile yeryüzü arası kadar cennette yediyüz derecelik bir mükâfat verecektir.
Peygamber (s.a.v.)’den rivayet edildiğine göre Allah şöyle buyurdu:
“Başına bir bela gelen kulum bana sığındığında, istekte bulunmadan isteğini yerine getiririm, dua etmeden duasını kabul ederim. Buna rağmen, başına bela gelen kimse bana değil de, yaratılmışlardan birine sığınırsa, ona göklerin kapısını kapatırım.”
“Zehra-ü Riyad’da” rivayet edildiğine göre, Peygamber’den
(s.a.v.) şöyle aktarıldı:
“— Cennet ehli cennete girdiği zaman, melekler onları bütün hayır ve nimetlerle karşılarlar. Onlar için köşkler ve makamlar hazırlanır ve kendilerine her çeşit meyve ve yemekler ikram edilir. Bu nimetlerden dolayı onlarda bir şaşkınlık belirir ve Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey kullarım bu şaşkınlık nedir? Halbuki burası şaşkınlık yeri değildir.”
Onlar da: Bize bir vaadde bulunulmuştu. Şüphesiz zamanı geldi, derler.
Allah meleklere: “Yüzlerindeki perdeleri kaldırın, onlar benimle buluşmak için, beni andılar, secde ettiler, ağladılar” buyurur. Yüzlerinden perde kalkınca onlar bakarlar vee secdeye kapanırlar ve Allah şöyle buyurur:
“— Başlarınızı kaldırınız, çünkü burası amel etme yeri değil, mükâfatlandırma yeridir!” der.
Allah onlara keyfıyetsiz olarak görünür:
“— Selâm üzerinize olsun ey kullarım, ben sizden razıyım siz de benden razı mısınız?” der. Onlar:
“— Ey Rabbimiz hoşnut olmamak haddimize mi? Kulaklarımızın işitmediğini, gözlerimizin görmediğini, kalbimizin hissetmediğini, bize bağışladın!”
Bu meseleyi Kur’an şöyle aktarıyor:
“Allah onlardan, onlar da Allah’tan hoşnutturlar.” Diğer bir ayette ise şöyle buyrulmaktadır:
“Rahim olan Rabbinden onlara barış sözü vardır.” Dünya ve ahiret azabından kurtulmak isteyen akıl sahihleri, belalara karşı şikayetçi değil sabırlı olmalıdır. Çünkü belaların en çetini, imtihanın en zoru peygamberler ve evliyalarda görülür!..
Cüneyd-i Bağdadi der ki:
“— Bela, ariflerin kandili, müridlerin uyarıcısı, mü’minlerin silahı gafillerin helak olmasının sebebidir. Hiç kimse bela gelmeden ve sabır göstermeden, imanın tadını alamaz.”
Zirâ Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Kim gece hastalanır, bu hastalığı sabırla karşılarsa Allah-u Teâlâ ondan razı olur ve doğduğu günkü gibi günahlarından arınır. Şayet hastalanırsanız şifa temenni etmeyiniz.”
Dahhak demişdir ki: “Her kırk günde bir başına bela, dert, musibet gelmeyene Allah katında hiç bir hayır ve iyilik yazılmaz.”
Muaz İbn-i Cebel (r.a.) dedi ki: “İnanan insanın başına bir bela geldiği zaman, soldaki meleğe, ona günah yazma, sağdaki meleğe de, ona yaptığı iyiliklerin sevabını yaz! diye emredilir!»
Peygamber (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet olundu: “Şayet bir kul hastalanırsa, Allah iki melek göndererek “bakın kulum ne diyor” der. Eğer kul “Allah’a hamd olsun” diyorsa, melekler bunu Allah’a ulaştırırlar, (O zaten bilendir!) Allah “Şayet onun canını alırsam onu cennete yerleştireceğim. Şifa verirsem onun etini daha hayırlı etten kılacağım, onun kanını daha hayırlı kandan kılacağım ve bütün günahlarını bağışlayacağım!..”
İsrailoğulları arasında fasık bir adam vardı, günah işlemekten vazgeçmiyordu. Öyle bir zaman geldi ki, toplum onun günahlarından dolayı iyice rahatsız oldu ve Allah’a dua ettiler, yalvardılar.
Allah (c.c.) Hz. Musa (a.s.)’ya vahyetti: “İsrailoğulları içinde genç, günahkâr birisi var. Onu ülkeden çıkartın ki, onun günahlarından dolayı toplumun üzerine cehennem ateşi yağmasın!” Hz. Musa (a.s.) o beldeye gelerek o genci oradan sürdü. Sonra o bir köye gitti. Musa (a.s.) onu oradan da sürdü. Sonunda günahkâr, ıssız bir mağaraya sığındı ve bir müddet sonra hastalandı… Toprağa yığılarak başını yere koydu ve şöyle mırıldandı.” Annem olsaydı, halime acır zilletime ağlardı. Babam olsaydı, yardımıma koşar bir çare arardı. Hanımım olsaydı, ayrılığımıza ağlardı. Çocuklarım olsaydı, cenazemin arkasında ağlıyarak: Ey Rabbimiz garib, zayıf, günahkâr, şehrinden kovulmuş, sonra da ıssız mağaraya sığınmış olan; dünyadan, ahirete yolculuk eden babamızı bağışla!” derlerdi.
— Ey Allah’ım, beni babamdan, annemden, çocuklarım ve hanımımdan ayırdın, beni rahmetinden de ayırma. Beni onların ayrılığı ile yaktın, bari ateşinle yakma!
Allah annesi, hanımı, şeklinde huriler; oğulları ve babası şeklinde melek gönderdi. Bunlar onun yanında ağlamaya başladılar. Genç adam: “An1 nem, babam, hanımım ve çocuklarım artık yanımdalar” deyip sevince gar- koldu. Kalbini arındırarak bağışlanmış olarak Allah’ın rahmetine kavuştu. Bunun üzerine Allah (c.c.) Musa’ya (a.s.) buyurdu ki:
“Falan yerdeki falan ıssız mağaraya git, orada velilerimden birisi vefat etti, gereken cenaze işlemlerini yap!”
Musa (a.s.) denilen yere vardığında, Allah’ın emri ile sürgün ettiği gencin ölüsünü ve çevresini huriler ve meleklerle çevrili gördü.
O zaman Musa (a.s.) Allah’a yönelerek: “Ey Allah’ım bu ölü, senin emrince sürgün ettiğim genç değil mi” dedi?
Allah (c.c.) Hz. Musa’ya: “Evet ya Musa, fakat sonra onu bağışladım. Çünkü o buruk gönülle bana yalvardı, memleket hasretine, ana, baba, hanım ve çocuk özlemine katlandı. Ölmeden önce ona, annesi, eşi şeklinde iki huri babası ve çocukları şeklinde, melekler gönderdim ki onun bu acıklı, garipliğine ve onun elemlerine katılsınlar, derdine ortak olsunlar! Şayet garib ölseydi, yer ve gök ehli ona acır ve yasını tutup ağlarlardı. Bağışlayanların bağışlayıcısı olan ben, onu nasıl bağışlamazdım!”
Garip bir kimsenin ölüm anında Allah meleklerine der ki: “Ey meleklerim, bu adam garib bir yolcudur, çocuğundan, hanımından, anne ve babasından ayrı düşmüştür, arkasından yas tutacak ağlayacak kimsesi yoktur.” Allah, ölünün son nefesinde yüzünü açarak; meleklerden birini babası, birini annesi, birini hanımı, çocukları ve yakın akrabası kılığında gösterir. O da sevinç ve huzur içinde ruhunu teslim eder.
Sonra cenazesini mezarın başına kadar götürerek, orada kıyamete kadar ona dua ederler.
Zira Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Allah kullarına karşı lutuf sahibidir!”
İbni Ata (r.a.) şöyle dedi: “Kulun mü’min oluşu, belâ ve sevinçle karşılaştığı zaman belli olur. Sevinç zamanında şükredip belâ zamanlarında sızlanan kimse (bu mü’minim demede) yalancıdır.”
Eğer bir kimse bütün insanların ve cinlerin ilimlerini kendinde toplasa, herhangi bir belâdan dolayı, açıktan açığa şikayetçi olarak sızlanırsa, ilminin
ve amelinin hiçbir faydası yoktur.”
Zira bir hadisi kudside şöyle buyrulur:
“Benim kazama ve takdirime razı olmayanlar, verdiğime şükretmeyen- ler, benden başka Rabb arasınlar.”
Vehb İbni Mahebbih anlatıyor: “Peygamberlerden biri elli yıl devamlı Allah’a kulluk etmiş. Allah ona “kuşkusuz seni bağışladım” demiş. Peygamber “Ey Rabbim günah işlemedim ki benim neyimi bağışlıyorsun” demiş. Bunun üzerine Allah boyun damarlarına şiddetli acı vermiş. Acıdan uyuya mayarak sızlanıp durmuş. Sabah meleği yanına geldiğinde meleğe şikayette bulunmuş. Melek: “Rabbin sana diyor ki: “Elli yıl yaptığın ibadet bu boyun damarında hissettiğin acının şikayetinin günahını bağışlamaz!”