Riyâ Korkusuyla İyiliklerden El Çekmenin Cevazı

By | 6 Ağustos 2014

hac-umre-seti

Riyâ Korkusuyla İyiliklerden El Çekmenin CevazıRiyâ Korkusuyla İyiliklerden El Çekmenin Cevazı
Tâat üç derecedir. Birincinin (kendinden başkal insanlarla ilgisi yoktur. Namaz ve oruç gibi. Diğerleri insanlarla ilgilidir. Halifelik, kadılık ve valilik gibi. Biri de hem insanlara te’sir eder, hem de onunla amel edene. Va’z ve sohbet gibi.
BİRİNCİ KISIM Namaz, oruç ve hac gibi Allahü Teâlâ ile ilgili olan şeylerdir. Riyâ korkusuyla bunlar aslâ terk edilmez. Farz da, sünnet de bırakılamaz. Fakat ibadete başlarken, yahut ibadet arasında riyâ düşüncesi akla gelirse, gidermek için uğraşmalıdır. İbadete niyeti yenilemeli ve ibadeti insanlârın görmesi sebebiyle artırmamak ve eksiltmemelidir. Ancak ibadet niyeti olmayıp, tamamen riyâ olan yerlerdeki ibadet, ibadet olmaz. Fakat niyetin aslı kaldığı müddetçe ibadet bırakılmaz.
Fudayl buyurur: Riyâ, insanlar görür korkusuyla ibadet etmemektir. İnsanlar için ibadet ederse şirk olur. Şeytan senin ibadet etmemeni ister. Buna muvaffak olamayınca sana, «İnsanlar seni görüyorlar, bu yaptığın tâat değil, riyâdır», der ve hile ile seni itâat ten alıkoyar. Onun bu sözüne iltifat eder, kaçarsan ve böylece yerin dibine girersen de yine, «İnsanlar, onlardan kaçıp zâhid olduğunu biliyorlar, bu zühd değil riyâdır», der.
O hâlde kurtuluş yolu, şeytana şöyle demektir: «Kalbi insanlarla bulunmak ve onlar sebebi ile tâati terk etmeyi söylemekle riyâ olunca, insanların görmesi ve görmemesi aynı olur. O hâlde eski âdetimi yaparım, insanların görmediğini düşünürüm. Çünkü insanlardan korkarak tâattan el çekmek şuna benzer ki, bir kimse hizmetçisine, «Al şu buğdayı temizle», der. Temizlemez ve «Eğer temizlesem, iyice temizleyemeyeceğimden korkuyorum», der. Kendisine, «Behey aptal, şimdi elini çektin ve hiç temizlemedin. El çekmenle, temizlemek de olmadı», denir. Demek ki, kula ihlâslı olması emredilmiştir. Amelden el Çekince, ihlâstan da el çekmiş olur. Zira ihlâs amelde olur. Riyâ Korkusuyla İyiliklerden El Çekmenin Cevazı
îbrahimi Nehaı’den (rahmetullahi aleyh) anlatılır: «Kur’ânı Kerîm okurdu. Birisi yanına gelince mushafı kapatır. Görmelerine lüzum yok, biz her zaman Kur’ânı Kerîm okuruz», derdi. Bunun sebebi, birisi gelince, konuşmak icabettiğini ve Kur’ânı Kerîm okumaktan başkaldıracağını bildiği için idi. Hasanı Basrî (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki: «Bir kimse vardı. Ağlayacağı zaman, insanlar görmesin, bilmesin diye ağlamasını gizlerdi». Bu caizdir. Çünkü, zahiren ağlamayı korumak, içten ağlamak kadar faziletli değildir. Bu bir ibadet değildir ki, elini çekmiş, terketmiş olsun. Yine buyuruyor ki: Bir kimse vardı. Yoldaki zararlı şeyleri kenara atmak isterdi, fakat zâhid sanmasınlar diye bunu yapmazdı. Bu ise hâli zayıf olanların hikâyesi olup, insanların kendisini tanımasından ve ibadetinin saf olmayacağından korkar. Ama istediği hâlde bundan sakınmak iyi olmaz. Bilâkis yapmalı ve riyâyı gidermelidir. Ancak hâli zayıf ve kurtuluşunu bunda bilen kimse hariçtir. Bu ise noksan bir sıfattır.
İKİNCİ KISIM: Kadılık, valilik ve halifelik gibi insanlarla ilgili olan şeylerdir. Adâletle iş yaparsa ibadetten üstün, zulümle iş yaparsa büyük günahlardan olur. Adâlet yapacağından emin olmayanın böyle bir vazifeyi kabul etmesi haramdır. Çünkü bundaki zarar pek büyüktür. Namaz, oruç, sadaka gibi değildir. Bunların kendilerinde lezzet yoktur. Bunlarda lezzet [nefsin lezzeti 1 insanların gör mesindedir. Ama hükümdar olmanın lezzeti büyüktür. Nefis bundan daima büyümektedir. Bu ise, kendinden emin olan kimseye uygun olur. Ama bir kimse valilik, hükümdarlık ve emirlikten önce birçok işlerde kendini tecrübe ederse, vali ve padişah olunca değişeceğinden ve azl olunacağından çekinirse, bunda ihtilâf olunmuştur. Bazıları, «Kabul etmelidir. Çünkü bu zan kuvvetli değildir. Kendini tecrübe ettiği için ona güvenilir», dediler. Bize göre doğrusu, kabul etmesi doğru değildir. Çünkü adâletle hüküm edeceğine söz verirken nefsi naz ve edâ yapabilir ve hâkim olunca değişebilir, önceden tereddüt etmesinden, değişeceğinin kuvvetli olduğu anlaşılır. Bunun için sakınmak daha iyidir. Valilik, padişahlık, halifelik ise kalbi kuvvetli kimselerden başkasına gelmez. Ebû Bekri’sSıddîk, Râfi’e (radıyallahü anhüma), «İki kimsenin üzerine bile olsa reisliği kabul etme!» buyurdu. Sonra Sıddîk halifeliği kabul edince, Râfi’ (radıyallahü anhüma) kendisine, «Beni neh yettin, bugün kendin kabul ettin, böyle şey olur mu?», deyince. «Seni şimdi de reis olmaktan nehyederim [yasak ederimi. Adâletle iş yapmayana Allah’ın lâneti olsun», buyurdu. Zayıflara itiraz, yüzme bilip, denizde duran bir babanın küçük çocuğuna, denize yakın gelme demesine benzer. Zira çocuk da babası gibi, denize girip yüzeyim derse, boğulur. Sultan zalim olursa, kadı âdil karar veremez. Sultana müdahale zorunda kalır. Bu durumda böyle görevleri kabul etmemek lâzımdır. Azl edilmek korkusuyla zulüm ederse, bu mazeret sayılmaz. Azl edilinceye kadar adâletten ayrılmamalıdır. Eğer bu işi Allah rızası için yapıyorsa, azl edildiğine de memnun olur. Riyâ Korkusuyla İyiliklerden El Çekmenin Cevazı
ÜÇÜNCÜ KISIM: Va’z, fetvâ, tedris ve hadîs1 şerif bildirmektir. Bunda da büyük lezzet vardır. Namaz ve oruçtan daha çok bunda
riyâ bulunur. Bu da vali ve sultanlığa yakındır. Aradaki fark, şeri ati bildirmek, va’z vermek ve hadisi şerifleri öğreterek dinleyenlere faydalı olduğu gibi söyleyene de faydalıdır. Dine çağırmak, riyadan uzaklaştırmaktır. Sultanlık ise böyle değildir. Bir kimsede, bu işte riyâ hâsıl olursa, bunu yapmamak olabilir. Birçok kimseler bu yüzden bunu terketmişlerdir. Kendilerine fetvâ sorulan birçok sa hâbe, soranı başkasına gönderirdi.
Bişri Hâfî, birçok kitap sandıklarını yere gömdü ve «Kendimde Muhaddis olmak arzusu görüyorum. Eğer görmeseydim hadîs âlimliği yapardım» dedi. Geçmiş büyüklerimiz buyuruyor ki: Hadîs öğretmek Ihaddesenâ demek 1 dünya kapılarından bir kapıdır. Kim haddesenâ derse, huzurumda oturun demek ister. Bir kimse Hazreti Ömer’den (radıyallahü anh) sabah namazlarından sonra, insanlara nasihat vermek için izin isteyince, izin vermedi ve «İçine öyle bir rüzgâr fyâni gurur 1 düşer ki, kendini Süreyya yıldızı kümesinde görürsün», buyurdu. İbrahimi Teymı buyurur: «Canın konuşmak isteyince konuşma, sus. Susmak isteyince konuş derim».Bizim burada seçtiğimiz yol Muhaddis ve Müzekkir (hadis ve ilim öğretenleri kalblerine bakmalıdırlar. Söylemekte Allahü Teâlâ’ya tâat niyetinin yanında kalbinde riyâ da bulunuyorsa, söylemeye devam etmeli, kalbindeki bu niyeti kuvvetlendirmeye çalışmalıdır. Bu, sünnet ve nâfile namazlarına benzer. Niyetin aslı var iken ıiyâ düşüncesi ile bunlar terkedilmez. Sultanlık ise bunun aksidir. Riyâ ile karışık olunca, yanaşmamak daha iyidir. Çünkü bozuk niyet çabuk galib olur. Bunun için Ebû Hanıfe (rahmetullahi aleyh) valilikten kaçtı. Kadılık verdiler, «Bunu da yapamam», buyurdu. «Niçin yapamazsın?» dediklerinde, «Yapamam diyorum, eğer doğru söylediğime inanıyorsanız yapamam. Yok yalan söylüyorsam, zaten yalan söyleyen kadı olamaz», buyurdu. Halbuki öğretme ve öğrenmeden kaçmadı, elini de çekmedi. Ama kalbinde hiç ibadet ve tâat niyeti yoksa, maksadı riyâ ile mevki ise, bu işten el çekmesi ona farz olur. Biz ne yapalım? diye sorarlarsa bakarız, eğer sözünde insanlar için fayda yoksa, sohbeti lüzumsuz sözler, kahramanlık hikâyeleri, nüktelerle geçiyorsa ve sözleri, Allah Rahim’dir, günaha devam, şeklinde ise, yahut kalbde hased ve övünme tohumunu büyütüp ağaç yapan, cedel, ihtilâf ve münazara öğretiyorsa, ona mâni oluruz. Çünkü ona mâni olmak kendisi ve insanlar hakkında büyük iyilik olur. Ama, sözü insanlara faydalı oluyorsa, şeriata uygun ise, insanlar onu muhlis tanıyorlarsa, öğretmesi din için faydalı oluyorsa, el çekmesine izin vermeyiz. Çünkü onun çekilmesinde başkalarının zararı vardır. Başkaları ise çoktur. Onun konuşmasında ise yalnız kendine zarar vardır. Bizim içiu yüz kiŞİBİD kurtulması, bin kişinin kurtulmasından iyidir. Onu, diğerlerine feda ederiz. Nitekim Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Allahü Teâlâ bu dine, kendilerine hiç faydası olmayanlarla da yardım eder» (B. Bundan maksat böyle insanlardır. En çok söyleyebileceğimiz şey, el çekme ve riyâdan uzak olmaya gayret et, niyetini düzelt ve nasihatinden, herkesten çok sen hisse al, Allah’dan kork, sonra diğerlerinden kork, demektir.
SUAL: Vâizin niyetinin doğru olduğunu ne ile biliriz, alâmeti nedir? diyene cevab olarak deriz ki: Doğru niyet, maksadının insanları Allah yoluna çevirmesi, dünyadan uzaklaştırması ve insanlaıa karşı şefkatli ve merhametli olduğunu belli etmesidir. Bir başkası ortaya çıkar, va’zı daha faydalı olur, insanlar onun sözünü daha çok kabul ederlerse, buna sevinmelidir. Nitekim bir kimse bir kuyuya düşmüş olsa, kuyunun üzerinde de bir taş bulunsa, şefkat ve merhamet edip, onu kurtarmak istese, büyük zahmet ile taşı kaldırırken bir kimse gelip o taşı kaldırsa ve onu bu sıkıntı ve zahmetten kurtarsa buna sevinir. İşte bu vâiz sevinmeyince ve kendinde hased görünce maksadının insanları Allah’a, değil, kendine çağırmak olduğunu bilmelidir. Bir başka alâmeti de, dünyayı sevenler ve valiler, meclisinde bulunsa da, kendi âdetini, bozmaz. Bir başka alâmet de, insanları ağlatan, feryâd ettiren asılsız sözleri söylemez. Bu ve bunun gibi şeylerle kendini yoklanıalıdır. Bir kerihlik bulamazsa ve bunu düşünmezse tam mürâidir. Kendinde bir kerihlik görürse, başka bir niyeti olduğu anlaşılır. Uğraşıp o başka niyetin galib olmamasını sağlamalıdır.