Resûlullah’ın (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) Bir Rüyası

By | 21 Ağustos 2014

namaz-kildiran-seccade

 

Peygamber Efendimizi rüyada görmek ile ilgili hadislerSemüre b. Cündeb’den (radıyallâhu ‘anh) şöyle rivayet edilir:

“Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldırdıktan sonra asha­bına doğru döner ve, ‘Aranızda bu gece rüya gören var mı?’ diye sorardı. Bir rüya anlatıldığı zaman onun yorumunu yapar ve rüya hakkında konuşurdu. Yine bir sabah namazından sonra bize,

–         Aranızda rüya gören var mı? diye sordu. Biz,

–         Hayır, yok! dedik. Bunun üzerine Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem),

–         Fakat ben bu gece bir rüya gördüm, dedi ve rüyasını anlattı:

–         Rüyamda iki kişi geldi. Elimden tuttular ve haydi gidelim dediler. Bera­berce gittik. Beni dümdüz bir araziye çıkardılar. Orada bir adamın yanma var­dık, yatıyordu. Yanındaki bir başka adam da ayakta ve elinde bir kaya parçası vardı. Bu taşı kaldırıp kaldırıp yatan adamın kafasına indiriyordu. Bunu peş peşe yapıyor ve her seferinde kafası yine sağlam haline dönüyordu. Ben,

–         Sübhanallah! Bu ne haldir? dedim. Onlar bana,

–         Haydi, gidelim, dediler. Beraberce yol aldık. Biraz sonra yere uzanmış bir adama rastladık. Yatıyordu. Yanında, elinde demirden bir çengel olan biri vardı. Bu adam gelip yerde yatanın yüzünü yarıyordu. Çengeli yanak­larından, şakaklarından ve burun deliklerinde takıp kafasının arka kısmına kadar çekerek yırtıyordu. Daha sonra yüzünün diğer yanma geçip aynı şeyi orada da yapıyordu. Devamlı bunu yapmaktaydı. Bir tarafını yırtmaktayken diğer tarafi iyileşiyor, bir tarafta işi bitince iyileşen tarafa geçip orayı yırtı­yordu. Bunları görünce,

-Sübhanallah! Bu ne haldir? dedim. Onlar bana,

–          Haydi, gidelim, dediler. Biz yine yol aldık. Üst tarafi tandın andıran, alt tarafi ise genişçe bir binanın yanına geldik. İçine baktığımda çıplak kadın ve erkeleri gördüm; altlarından ateş alev alev yanıyordu. Ateşin harareti yük­seltildiğinde yukarı çıkıyorlar, söndürüldüğü zaman ise aşağıya eski yerle­rine düşüyorlardı. Bu şiddetli ateş onlan yaladığı her seferde avazlan çıktığı kadar bağınyorlardı. Bu durumu görünce,

–          Sübhanallah! Bu ne haldir? dedim. Yol arkadaşlanm,

–          Haydi, gidelim, dediler. Biz yine yol aldık Bir müddet sonra genişçe bir nehirle karşılaştık Suyu âdeta kan gibi kıpkırmızıydı. Nehirde bir adam vardı, yüzüyordu. Ayrıca nehrin kenarında bir adam da çokça taş toplamış bekli­yordu. Bu yüzen adam arada sırada nehrin kenarına yüzüyor, kıyıdaki adam da topladığı taşları onun ağzına atıyordu. Bu hale de şaşırdım ve,

–          Sübhanallah! Bu ne haldir? dedim. Yol arkadaşlanm,

–          Haydi, gidelim, dediler.

Biraz sonra bir adama rastladık Çok çirkin bir görünümü vardı. Etrafında büyük bir ateş kütlesi bulunuyordu. Bir yandan bu ateşi kanştırıyor, alevlen diriyor, bir yandan da etrafında koşuyordu. Ben yine hayretle,

–          Sübhanallah! Bu ne haldir? dedim. Onlar,

–          Yürü gidelim, dediler. Tekrar beraberce yol alamaya başladık Bir müd det sonra karşımıza, içinde bahann bütün çiçeklerinin dolu olduğu bir bahçe çıktı. Az ötede, bahçenin ortasında uzun boylu bir adam vardı ve etrafında hiçbirimizin görmediği kadar çok çocuk bulunuyordu. Ben yine,

–          Sübhanallah! Bu ne hal? diye hayretlerimi gizleyemeyerek sordum. Yo arkadaşlanm,

–          Haydi, gidelim, dediler. Beraberce yürüdük Sonra büyük, ulu bir ağaçlı karşılaştık Bu güne kadar onun kadar büyük ve güzel bir ağaç görmemiştin Bu ağaca tırmanmaya başladık Yükseklerde karşımıza bir şehir çıktı. Binalı nnın yapısı altın ve gümüştendi. Şehrin muhafizlanndan kapılann açılmasın istedik; kapılar açıldı. Sonra beraberce bir saraya girdik Sonra beni burada] çıkarıp başka bir saraya götürdüler. Girdiğim her saray bir evvelkinden çok daha güzeldi. Sonra gözüm yukan bir yerde, âdeta beyaz bir bulut gibi asılı duran beyaz bir saraya ilişti. Yol arkadaşlarım bana,

–         0 gördüğün senin makamındır, dediler.

–         Oraya gireyim mi? dedim,

–         Şimdi değil, ama ileride gireceksin, dediler.

Bu sefer ben yol arkadaşlarıma,

–         Bu gece çok tuhaf şeylere şahit oldum. Bunların manası nedir? diye sor­dum. Onlar şöyle anlattılar:

İlk gördüğün adam, yani başı taşlarla ezilen adam, Kur’an’ı ezberlemiş an­cak sonraları onu terk etmek suretiyle unutmuş ve namaz vakitlerinde uyu­yarak namazlarını geçiren kimsedir. Yanakları ve şakakları demir kancalarla başlarının arkasına kadar çekilmek suretiyle yırtılan kimse ise evinden çıkar çıkmaz yalan söylemeye başlayan ve bu yalanlarını her tarafa duyuran kim­sedir. Tandırın içinde bulunan çıplaklar ise zina eden erkek ve kadınlardır. Kanlı nehirde yüzen adam, faiz yiyen kimsedir. Ateşin etrafında koşan kimse ise cehennem bekçisi Mâlik’tir.

Bahçede gördüğün uzun boylu adam İbrahim’dir (‘aleyhi’s-selâm). Etrafındaki çocuklar ise fitrat (İslâm) üzerine yani bulûğ çağma erişmeden ölen çocuk­lardır. İlk girdiğin saray bütün müminlere verilecek olan saraydır. İkincisi şe­hitlere verilecektir. Ben Cebrâil’im, bu ise Mikâil.

Bu arada sahabelerden biri sordu:

–         Müşriklerin küçük çocukları da mı?

–         Evet, müşriklerin çocukları da aynı şekilde İbrahim’le (‘aleyhi’s-selâm) bera­ber olacaktır.”

Müşriklerin büluğa ermeden ölen çocuklarının durumu hakkında farklı rivayetler gelmiştir. Bunlardan bazılarına göre, onlar cennet ehlinin hizmet­çileridir, bazılarına göre de cehennemlikler arasındadır. En doğrusunu Al­lah bilir.

Abdurrahman b. Abbâs’tan bize kadar ulaşan ve onun da Abdullah b. Mesud’un dostlarının birinden işittiği bir haber şöyledir:

“Sözlerin en doğrusu Allah’ın kelâmıdır. En kıymetli söz Allah’ın zikridir. Körlüğün en kötüsü kalp körlüğüdür. Az olup da yeterli olan, çok olup da az­dırandan hayırlıdır. Pişmanlığın en kötüsü kıyamet günü duyulan pişmanlık­tır. En hayırlı zenginlik gönül ve kalp zenginliğidir. En hayırlı azık takvadır. İçki bütün kötülüklerin toplandığı merkezdir. Şeytanlar insanları saptırmak için kadınları kullanır. Gençlik bir tür deliliktir. Kazancın en kötüsü faizden kazanılandır. Dil için en büyük hata yalan söylemekle yapılır.”

Süfyân b. Ebî Husayn’ın rivayet ettiği bir hadiste Nebî (saiiailâhu ‘aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Yalan söylemek şu üç yerde caiz olur:

  1.  Savaşta. Zira savaş bir hiledir.
  2.  İki dargın kişinin arasını barıştırmak isteyen kişi için.
  3.  Karı koca arasını düzeltmek isteyen kimse için.’

Tâbiînden biri şöyle demiştir: Doğruluk veliliğin süsüdür. Yalancılık ise kötülüğün, günahkârlığın alametidir. Yüce Allah buyurur ki:

“Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vere­ceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı ol­muşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.”

“Ey iman edenler! Allah ‘tan korkun ve doğrularla beraber olun.”

“Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten sakı­nanlar onlardir.”

Allah (celle celâiüh) yalancıları kötülemiş ve onlara lânet etmiştir:

“Kahrolsun o koyu yalancılar!”

“İslâm’a çağırıldığı halde Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.”