Malın Tedbiri

By | 6 Ağustos 2014

hac-umre-seti

Hased Ve ÂfetleriMalın Tedbiri

Bil ki mal, yılan gibi olup, içinde hem zehir, hem de ilâç vardır. Yılanın karakterini bilmeyen elini ona uzatır ve helâk olur. Bunun için bir kimse, sahâbei kirâm içinde Abdurrahman ibn Avf (radı yallahü anh) gibi zengin olanlar vardı, diyemez. Demek ki, zenginlik ayıb değildir. Bu, şuna benzer ki, çocuk, yılanların hâlini bilen bir kimsenin yılanları tuttuğunu, sepet içinde topladığını görür ve yumuşak olduğu ve ele hoş geldiği için tuttuğunu sanıp, kendisi de tutar ve helâk olur. Malın tedbiri beştir:
— Malın ne için yaratıldığını bilmektir. Söylediğimiz gibi, yemek, giymek ve meskeni olmak insanın bedeni için zarurî ihtiyaçlardır. Beden de hisler için, hisler de akıl için, akıl da kalb için olup, Allahü Teâlâ’yı tanımakla süslenmesi içindir. Bunu bilince, mala ihtiyacı kadar gönlünü bağlar ve ihtiyacın da faydalarına kavuşur.
— Mal elde etme sebeplerini gözetir. Böylece haram ve şüphelilerden ve mürüvveti gideren rüşvet, dilencilik, hamam parası ve buna benzer şeylerden olmamasına dikkat eder.
— İhtiyacından fazla bulundurmamak için miktarını gözetir. İhtiyacından fazla olanı, yâni âhiret için ona lüzumu olmayanı, ihtiyacı olanların hakkı bilir. İhtiyacı olan birisini görünce, ihtiyacından fazlasını esirgemeyip ona verir. Isâr yapacak hâli yoksa da, ihtiyaç yerinde esirgemez.
— Harcamayı, vermeyi gözetir. Yetecek kadar kullanır, aza kanaat eder, helâl olan yerde sarfeder. Çünkü helâl yere sarfetme mek, helâlden kazanmamak gibidir.
— Kazanmada, harcamada ve saklamada iyi niyetli olur. Burada iyi niyet, kazandığını, rahat ibadet etmek için düşünmek, elde etmediğini zühd ve dünyayı hakir görmek için elde etmektir. Bunun
için de kalbi, onu düşünmekten koruyup, Allahü Teâlâ’nın zikri ile uğraştırmalıdır. Yanında bulunan malı saklamaktan niyeti, din yolunda olan mühim ihtiyaçlar için ve dinine zarar gelmemesi için olmalıdır. Hattâ ihtiyaç bekleyip, sarfetmeyi düşünmelidir. Böyle olunca, mal ona zarar vermez. Onun maldan nasibi zehir değil, ilâç olur. Bunun için Ali Mürtezâ (radıyallahü anh) buyurdu ki: «Bir kimse yeryüzündeki bütün mallan elde etse, ama Allah için elde etse, isterse insanların en zengini olsun, o kimse zâhiddir. Hepsini verse, fakat Allah için vermese zâhid değildir». O hâlde niyet, ibadet ve âhiret olursa, helâya gitmesi de, yemek yemesi de ibadet olur ve hepsi için sevab alır. Çünkü din için bunlara da ihtiyaç vardır. Fakat işler niyete göredir. İnsanların çoğu bunu yapamadıklarından, kurtuluş çaresini, ilâcı bilemediklerinden —bilselerdi yapmazlardı— maldan elden geldiği kadar uzak durmaları daha iyidir. Çünkü malın çokluğu gaflet ve uyuşukluğa sebep olmasa da, âhiretteki dereceyi düşürür. Bu ise büyük bir ziyandır.
Abdurrahman ibn Avf (radıyallahü anh) vefat edince, çok mal bıraktı. Sahâbeden bazısı, «Biz onun bıraktığı maldan onun için korkarız», dediler. Kâ’bı Ahbâr (radıyallahü anh) deÜi ki: «Süb hânallah! Neden korkuyorsunuz? Helâlden kazanılan, helâle harcanan ve geriye kalanı helâl olan malın neresinden korkulur?». Bu konuşma Ebû Zer’e (radıyallahü anh) gitti. Kızgın olarak dışarı çıktı, eline bir deve kemiği alıp, dövmek için Kâ’b’ı (radıyallahü anh) aramaya başladı. Kâ’b kaçtı ve Osman’ın (radıyallahü anh) evine girdi ve Osman’ın (radıyallahü anh) arkasına saklandı. Ebû Zer (ra dıyallahü anh) de içeri girip, «Abdurrahman’ın (radıyallahü anh) bıraktığının ne zararı var diyen sen misin?» deyip, «Resûlullah (sal lâllahü aleyhi ve sellem) bir gün Uhud’a gidiyordu. Ben de yanında idim. Buyurdu ki: «Ey Ebû Zer!». «Buyur yâ Resûlallah», dedim. «Zenginler, kıyamette gayet aşağı ve sonuncudurlar. Ancak sağından, sc’undan, önünden, arkasından malım Allah yolunda saçanlar hariçtir. Yâ Ebâ Zer, Uhud dağının birkaç misli altınım olsa ve hepsini Allah yolunda versem ve öldüğüm gün yanımda yarım gram altın kalsa istemem» t1) buyurdu. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) böyle buyuruyor, sen ise böyle söylüyorsun, yalan söylüyorsun», söyledi. Böyle dedi ve kimse ona cevap vermedi. Bir gün Abdurrahman ibn Avf’m (radıyallahü anh) ticaret kervanı Yemen’den geldi. Medine gürültü ve kalabalıkla doldu. Aişe (radıyallahü anhâ) «Bu nedir?», dedi. «Abdurrahman’ın (radıyalla hü anh) develeridir», dediler. «Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) doğru söyledi» deyip, Abdurrahman’a (radıyallahü anh) haber gönderdi. Kalbi bu söz ile meşgul olarak Aişe’nin (radıyallahü anhâl huzuruna geldi ve «Resûlullah ne buyurdu?», dedi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: «Cenneti bana gösterdiler. Ashabımın fakirlerinin acele ile Cennete girdiklerini, koştuklarını gördüm. Abdurrahman’dan başka hiçbir zengin görmedim. O ise yürüyor, elleri ve ayakları üzerine sürünüyor, Cennete girmeye acele ediyordu. Nihayet o da Cennete girdi» (*). Abdurrahman (ra dıyallahü anh) bunun üzerine, «Bu develeri ve üstlerindeki yükleri AUah yoluna verdim, bütün köleleri azâd ettim. Belki ben de onlarla beraber girerim», dedi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Ümmetimin zenginlerinden en önce Cennete girersin. Ancak gayret ederek, sürünerek girebilirsin». Büyüklerden biri buyurdu: «Her gün helalden bir altın kazanmayı ve Allah yoluna vermeyi istemem. Bunları yaparken namazı ve cemaati kaçırmasam da yine istemem». «Niçin istemezsin?», dediler. «Kıyamette ey kulum, nereden kazandın, nereye sarfettin, hangisini Allah için verdin, deyip beni durdurmamaları için», dedi ve «O sual ve hesaba dayanamam», buyurdu.
Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Kıyamet günü haramdan mal kazanmış ve harama sarfetmiş olan bir kimseyi getirirler ve Cehenneme götürürler. Malını helâlden kazanıp, harama harcamış bir başkasını getirirler ve Cehenneme götürürler. Malını haramdan kazanmış ve helale sarfetmiş bir başkasını da getirirler ve Cehenneme götürürler. Sonra dördüncü olarak helâlden kazanmış, helale ve Allah yoluna sarfeden birisini getirirler. Bunu tutun denir. Çünkü bu malı kazanırken, abdestte, rükû’da veya secdede eksiklik yapmış, vaktinde kılmamış, şartlarını gözetmemiş olabilir, Yâ Rabbi, helâlden kazandım, helâle ve senin yoluna sarfet tim. Hiçbir farzda eksiklik yapmadım. Belki ipek giymiştir. İyi ata binmiştir ve süslenmiştir. Övünme ve gösterişli yürümüştür. Yâ Rabbi, hiçbir farzda kusur işlemedim. Bu malımla övünmedim, der. Bir yetimin, miskinin, komşunun veya akrabanın hakkını gözetmemiş olabilir, denir. Yâ Rabbi, helâlden kazandım, helâle ve senin yoluna sarfettim. Farzlarda kusur etmedim. Bu malla da övünmedim ve hiçbirisi hakkında da kusur etmedim, der. Sonra bu sayılanlar gelirler ona takılırlar ve derler ki: Yâ Rabbi, ona bizim aramızda mal ve nimet verdin. Ona bizim hakkımızda sor! Her birinden bir bir sorarlar. Hiçbir kusuru yoksa, şimdi tamam denir ve bu nimetlerin şükrünü yap, ve yediğin her lokmanın ve duyduğun her lezzetin şükrünü yap. Böylece sorulur» (2).
Bu sebeptendir ki hiçbir din büyüğü zenginliğe özenmemiştir. Malın Tedbiri Çünkü azâb olmasa da, yukarıdaki gibi hesab vardır. Belki ümmetin öncüsü olan Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) fakirliği bunun için istemiştir. Böylece ümmetine fakirliğin zenginlikten iyi olduğunu anlamalarını göstermiştir. İmrân ibn Husayn (rahmetullahi aleyh) der ki: Benim Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) ile samimiyetim vardı. Bir gün «Fâtıma hastadır, haydi ziyaretine gidelim», buyurdu. Kapısına gelince, kapıyı çaldı ve «Esselâmü aleyküm, girebilir miyiz?» buyurdu. «Yâ Resûlallah! Üzerimde eski bir bezden başka hiçbir şey yoktur», dedi. «Başmı ve bedenini onunla ört», buyurdu. «Buyurduğunuz gibi yaparsam ayaklarım çıplak kalıyor, görünüyor», dedi. Eski bir elbise ona verip, başına sardırdı ve sonra içeri girdi ve «Aziz yavrum nasılsın?» buyurdu. «Şiddetli hastayım ve ızdırap çekiyorum. Izdırabımı açlığım da artırıyor. Bu hasta hâlimle bir şey bulup da yiyemiyorum. Açlığa da daha dayanamıyorum», dedi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) ağladı ve «Acı çekme, Allah’a yemin ederim ki, bu üçüncü gündür ağzıma hiçbir şey koymadım. Ben Allahü Teâlâ indinde senden kerîmim. İstesem elbette verirdi. Fakat âhireti dünyaya tercih eyledim». Sonra eliyle arkasını okşayıp, «Sana müjdeler olsun ki, Cennet’teki kadınların seyyidesi, efendisisin», buyurdu. «Fir’avun’un karısı Âsiye ve İsa aleylıisselâmın annesi Meryem öyle değil midir?», dedi. «Onlardan her biri kendi âlemindeki, memleketindeki hanımların seyyidesi, sen ise bütün dünyadaki kadınların seyyidesisin. Siz Cennetin her yerinde en süslü saraylarda oturursunuz. Orada ne inilti, ne üzüntü, ne meşgale olur. Amcamın oğlu ve efendin olandan râzı ol. Çünkü seni öyle birisine eş ettik ki, dünya ve âhirette o da seyyiddir» (x), buyurdu.
Anlatırlar ki, bir kimse İsa aleyhisselâma, «Senin yanında bulunmak isterim», deyip beraber gittiler. Bir derenin yanına geldiler. Üç tane ekmekleri vardı. Oturup birer ekmek yediler. İsa aley hisselâm derenin kenarına gitti. Geri dönünce tek ekmeği görmedi ve «Kim aldı?», diye sordu. «Bilmem», dedi. Oradan gittiler. İki yavrusu olan bir geyik geldi. İsa aleyhisselâm birine seslendi, yanına geldi. Onu kesti, kızarttı ve doyuncaya kadar yediler. Sonra «Diril», dedi. Allahü Teâlâ’nm izni ile dirildi. Bunun üzerine o adama dönüp «Bu mûcizeyi sana gösteren Rabbim için söyle ki, o ekmek ne oldu?», buyurdu. «Bilmem», dedi. Oradan gittiler. Sulu bir vâdiye ulaştılar. İsa aleyhisselâm onun elini tutup, ikisi de suyun üzerinde yürüyerek geçtiler. «Bu mûcizeyi sana gösteren Allah için söyle, o ekmek ne oldu?», buyurdu. «Bilmiyorum», dedi. Oradan gittiler, çakıltaşı çok olan bir sahraya geldiler. İsa aleyhisselâm o taşlan topladı ve «Allah’ın izni ile altın olun» buyurdu. Hepsi altın oldu. Al tınlan üçe ayırdı ve «Bir kısmı benim, bir kısmı senin, bir kısmı da ekmeği alanın», buyurdu. O adam gördüğü altınlara tamâ’ ederek «Ekmek bendedir», deyip, ikrar etti. İsa aleyhisselâm «Hepsi senin olsun», buyurup onu bıraktı ve gitti. İki kimse yanma geldi. Onu öldürüp altınları almak istediler. «Beni öldürmeyin de, bu altınlan üçe taksim edelim», dedi. «Birini gönderelim bize yiyecek getirsin», dediler. Bu adam gitti. Yiyecek aldı ve kendi kendine, «Korkarım bu altınları alır götürürler. Ben bu yiyeceklere zehir katayım. Malın Tedbiri Onlar yesinler ve ölsünler de bütün altınlar bana kalsın», dedi. O iki kişi ise, «Ne münasebet, ona altın vermeyiz. Gelince onu öldürelim ve altınları biz alalım», dediler. Geldiği zaman onu öldürdüler. Sonra yemek yediler. Kendileri de öldüler. Altınlar olduğu gibi kaldı. İsa aleyhisselâm oradan geçiyordu. Altınları ve üç kişinin de orada ölmüş olduğunu gördü: Buyurdu: «Dünyayı sevenler böyle olur. Dünyadan sakınınız». O hâlde bu hikâyeden anlaşılıyor ki, üstâd ve tecrübeli olsa da, mala bakmamak daha iyidir. İhtiyaç miktarı dışında etrafında dolaşmamalıdır. Çünkü yılan tutmakla uğraşan, sonunda yılanın elinde can verir.