Biz tekrar Ebû Hüreyre’nin (radıyallâhu ‘anh) rivayet ettiği hadise dönelim:
“Bütün mahlûkat mezarlarından yalın ayak ve çırılçıplak bir vaziyette kalkıp Rablerinin huzuruna giderler. Giderken bir yerde tam yetmiş yıl bekleşirler. Bu müddet zarfında Allah Teâlâ onlarla hiç ilgilenmez; haklarında bir hüküm de vermez. Bunun üzerine herkes ağlamaya başlar. Öyle ağlarlar ki,
gözyaşları tükenir ve gözlerinden kanlar gelir. Sonra terlemeye başlarlar; bu ter onların boyunlarına ve çenelerine kadar varır. Onlar bu haldeyken mahşer meydanına çağrılırlar. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyrulur:
“(O günün dehşetinden) gözleri kararmış bir halde, öteye beriye dağıl- mış çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. Çağmaya doğru koşarlar.”
(Kamer 54/7-8)
Bütün mahlûkat bir meydanda toplanır. Onlar bu meydanda bekleşirken gökten şiddetli bir sesin geldiğini hissederler. Sesin şiddetinden korkuya kapılırlar. Gök yarılır ve yeryüzünde yaşayan mahlûkat sayısınca dünya semasının melekleri oraya gelir. Hepsi birden saf tutarlar. İnsanlar onlara,
– Rabbimiz size hesap sorma hususunda bir emir verdi mi? diye sorarlar. Onlar,
– Hayır, Rabbimizin bu konudaki emri daha sora gelecek, derler.
Bundan sonra ikinci kat gök melekleri gelir ve dünya semasının meleklerinin ardında saf tutarlar. Ardından, sırasıyla üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve son olarak yedinci kat gök melekleri gelerek safa dururlar. Böylelikle bütün mahlûkatın etrafinı, âdeta bir halka gibi çeviriler.
Dehhâk’tan (rahimehullâh) bize ulaşan bir rivayette şöyle geçmektedir:
Allah Teâlâ dünya semasına yarılmasını emrettikten sonra buradan melekler gelir ve yeryüzü ehlinin etrafinı çevirirler. Ardından yedi kat göklerdeki bütün melekler gelir. Her bir kat semanın melekleri bir önceki tabaka meleklerin arkasında halka olacak şekilde saf tutarlar. En son tabaka melekler, bütün melekleri içine alacak bir daire şeklinde saf oluşturmuştur. İnsanlar bir anda kendilerini yedi saf meleğin oluşturduğu bir dairenin ortasında buluverir.
Bu anlatılanlara şu ayet-i kerimede işaret edilmiştir:
“Ey cin ve insan toplulukları! Eğer (İlâhî kazadan kurtulmak için) şu göklerin ve bu yerin yanlarından akıp gitmeye gücünüz yetiyorsa haydi, çıkın (nasıl çıkacaksanız)! (Hayır) siz ancak üstün bir güç ile çıkabilirsiniz
(böyle bir gücünüz de yoktur).”(Rahmân 55/33-34)
“O gün gök beyaz bulutlarla parçalanacak, melekler (ellerinde amel defterleriyle) bölük bölük indirilecektir.”(Furkân 25/25)
Ebû Hüreyre’nin (radıyallâhu ‘anh) rivayet ettiği bir hadiste Nebî (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: “Ey cin ve insan topluluğu! Ben sizlere gerek kitaplarım gerekse peygamberlerim aracılığıyla nasihatlerde bulundum. İşte amelleriniz defterlerinizde yazılı! Onda hayır bulan Allah’a hamd etsin; bulamayan ise sadece kendini kınasın.”
Sonra Allah(celle celâiüh) cehenneme emreder; cehennemden siyah, boyuna benzer bir şey çıkar ve yüce Allah’ın şu ayetlerini okur:
“Ey Âdemoğulları! Size şeytana tapmayın, diye emretmedim mi? O sizin apaçık düşmanmızdır. Sadece bana ibadet ve kulluk edin. Çünkü dosdoğru yol budur. Andolsun o (şeytan), sizden birçok nesli saptırmıştır. Hala buna akıl erdiremeyecek misiniz? İşte bu, size vaat edilen cehennemdir. Küfre sapmanıza karşılık bugün oraya girin.”
Bütün ümmetler diz çökmüş bekleşecektir. Bu durum şu ayet-i kerimede dile getirilir:
“(Ey Resulüm! Her dine mensup olan) her ümmeti, o gün diz çökmüş olarak göreceksin. Her ümmet(in fertleri) kendi amellerinin yazıldığı kitaba çağrılacak”
Sonra Allah (celle celâiüh) mahlûkatı hakkında hüküm verir. Öyle ki ehli ile vahşî hayvan arasındaki hükmünü dahi verir. Boynuzsuz koç boynuzludan hakkını alır. Ardından Allah (celle celâiüh) bunlara toprak olmaları emrini verir. Bunu gören kâfirler, “Keşke ben de toprak olsaydım”diye hasret ve pişmanlıklarını dile getirirler. Bundan sonra Allah (celle celâiüh) kulları arasındaki hükmünü vermeye başlar”
İbn Ömer (radıyallâhu ‘anh) rivayet ediyor: Nebî (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Kıyametgünü insanlar annelerinden doğdukları gibi çırılçıplak haşroluna- cak ve o şekilde bir araya toplanacaktır” Bunu duyan Hz. Âişe (radıyallâhu ‘anhunne),
– Hem erkekler ve hem kadınlar öyle mi? diye sordu. Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem),
– Evet, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Âişe (radıyallâhu ‘anhume),
– Vay başımıza gelenlere! O zaman herkes birbirini görecek, dedi. Bu söz Üzerine Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) elini Hz. Âişe’nin (radıyallâhu ‘anhunne) omzuna koyarak şöyle buyurdu:
– Ey İbn Ebî Kuhâfe’nin (Ebû Bekir’in) kızı! O gün insanlar kendileriyle meşgul olduklarından dolayı başka kimseyi göremezler. Gözlerini semaya dikmiş, hiçbir şey yemeden, içmeden tam kırk yıl beklerler. Bu uzun bekleyişten ötürü, kiminin teri ayaklarına, kimininki ayak bileklerine, kimininki kamına, kimininki de çenesine kadar ulaşır. Sonra bütün melekler, hep beraber Arş’m etrafında ayağa kalkarlar. Allah Teâlâ, seslenmesi için bir meleğe emreder. Melek,
– Filanca kişi nerede? Filanca kadın nerede? diye seslenir. Herkes başını kaldırıp sesin geldiği tarafa doğru bakarlar. Ardından çağrılan kişi, beklemekte olduğu yerden çıkar gelir. Rabbinin Huzurunda durur. Sonra,
– Zulme, haksızlığa uğrayanlar nerede? diye seslenilir. Hakkı olan varsa teker teker çağırılır. Zulmeden kişinin (varsa) iyilikleri zulme uğrayana verilir. O gün para pul fayda etmez. Yaptığı zulme karşılık iyilikleri onun elinden alınır, kötülükleri kendinde bırakılır. Bu durum, mazlumun hakkı ödenip de zalimin iyilikleri tükenene kadar devam eder. Zalimin iyilikleri tükenmesine karşın hâlâ mazlumun hakkı ödenmediyse, bu sefer mazlumun günahları zalimin boynuna yüklenir. Daha sonra,
– Haydi, Hâviye’ye (cehenneme) gir, denilir. O gün hiç kimseye haksızlık edilmez. Allah hesabı çabuk görendir. Yani, amellerin karşılığını çarçabuk verir. O gün, hesabın incelik ve zorluğundan dolayı ne bir nebi ne bir resûl ne de bir şe- hid hesabını başarıyla verebileceğini düşünemez, ancak Allah’ın başarılı kıldıkları bu hesabı başarıyla geçebilirler.”
Muâz b. Cebel (radıyallâhu ‘anh) rivayet ediyor: Resûlullah (sallallâhu ‘aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
“Kul şu dört şeyden hesaba çekilmedikçe hiçbir yere gidemez: Ömrünü nerede tükettiği, bedenini nerede yıprattığı, İlmiyle amel edip etmediği, malını nereden kazanıp nereye harcadığı.”