Kur’ân’da bahsedilen karı-koca nasıl olmalıdır?

By | 26 Ocak 2015

kuranda-bahsedilen-kari-koca-nasil-olmalidir  Sevgili Peygamberimizin (a.s.m.) mübarek nesli iki bahtiyar zâtın evlâtlarıyla devam etmiştir: Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin.
Hz. Hasan’ın neslinden gelenlere “Şerif”, Hz. Hüseyin’in evlâtlarından çoğalan nurlu silsileye de “Seyyid” namı verilir.
Peygamberimizin (a.s.m.) engin şefkatine mazhar olan hakikat incisi bu iki yüce insan, Peygamberimizin (a.s.m.), “Cennet kadınlarının efendisi” buyurarak methettiği Hz. Fatıma’nın iki göz bebeğidir.
Bir ara, bu Peygamber torunları hastalandılar. Onların rahatsızlığını duyan Fahr-i Cihan Efendimiz, yanına dostları Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve bazı sahabileri alarak ziyaretine gitti. Hz. Ali, Hz. Fatıma ve hizmetçileri Hz. Fıdda’nın da bulunduğu evde, sahabiler Hz. Ali’ye bir teklifte bulundular:
“Ey Hasan’ın babası, çocukların iyileşirse Allah rızası için bir vaadin var mı? Onlar için bir adak düşünmüyor musun?”
Allah’ın Arslanı, büyük insan şöyle dedi: “Evet, yavrularıma Allah şifa ihsan ederse, Allah rızası için üç gün oruç tutacağım.”
Kocası Hz. Ali’nin adağını işiten şefkat timsali anneleri Hz. Fatıma da, “Eğer gözümün nurları iyileşirse ben de Allah rızası için üç gün oruç tutacağım” dedi. Hizmetçileri Hz. Fıdda da aynı fedakârlıkta bulunarak, efendilerinin adaklarına iştirak etti.
Duaları kabul olmuştu. Kısa zamanda iki yavru sıhhate kavuştular. Ailece adaklarını yerine getirmeye başladılar. Sahura kalkıp oruç tuttular. Fakat ehli beytin evinde akşama iftarlarını açacakları bir parça kuru ekmekleri dahi bulunmuyordu.
Hz. Ali bir Yahudi tüccarı olan Şem’un el-Hayberi’ye giderek dört kilogram kadar arpa ödünç aldı. Eve getirdi, hanımı Hz. Fatıma’ya teslim etti. Ekmek yapmasını söyledi.
Hz. Fatıma arpanın bir kısmından ekmek yaparak sofraya koydu. Tam yemeğe başlayacakları sırada kapı vuruldu. Kapıya gelen bir fakirdi: “Ey Muhammed’in evlâtları, ben Müslüman bir fakirim. Çocuklarıma yedirecek bir şeyim yok. Bir parça yiyecek verin de, Allah da sizlere Cennet nimetlerinden İhsan etsin.”

Fakirin bu sözlerini duyan Hz. Ali sofradaki ekmeklerin fakire verilmesini söyledi. Hepsi de gönül rızasıyla aynı teklife katıldılar. Ekmekleri sadaka olarak verdiler. Kendileri de iftarlarını suyla yaptılar.
Ertesi gün Hz. Fatıma geriye kalan arpanın bir kısmından da ekmek yaptı. Sofraya getirdi. Yine tam yiyecekleri sırada kapı vuruldu. Bu sefer gelen, bir yetimdi:
“Ben Muhacirlerden, babası savaşta şehit düşmüş bir yetimim. Ne olur, bir parça ekmek verin.”
Aynı tarzda önlerindeki ekmekleri bu sefer de yetime verdiler. Kendileri oruçlarını suyla açtılar.
Üçüncü günün akşamında Hz. Fatıma arta kalan arpadan ekmek pişirerek önlerine getirdi. Bu defasında kapıyı çalan, müşrik bir esirdi:
“Ey Müslümanlar, çok açım, bana bir parça yiyecek verin” diye yardım istiyordu. Hakiki imanın zirvesinde taht kuran bu gönül erleri, önlerindeki ekmekleri bu defa da ona sadaka olarak verdiler, kendileri iftarlarını o gün de suyla yaptılar.
Dördüncü günün sabahı olmuştu. Hz. Ali, ciğerparelerinin ellerinden tutarak bahtiyar dedelerinin yanma götürdü. Resulullah’ın huzuruna vardılar.
Peygamber Efendimiz canı kadar sevdiği “gözbebeklerinin” halsiz, mecalsiz vaziyetlerini görünce gözleri dolu dolu oldu. Açlığın şiddetinden güvercin yavruları gibi titriyorlardı:
“Ya Ali, nedir bu haliniz, beni bu kadar üzen şey nedir?” diye sorduğunda Hz. Ali hadiseyi anlattı.
Evdekilerin de aynı durumda olduğunu öğrenen Resul-i Ekrem Efendimiz kalkarak kızının evine gitmeye hazırlandı. Eve geldiklerinde Hz. Fatıma’nın kamının sırtına geçtiğini gördü. Üzüntüsü daha da artmıştı. Fakat öbür taraftan da onların manevî mertebelerini düşünüyordu.
Tam bu halde iken, Hz. Cebrail gelerek Peygamberimizin (a.s.m.) yanına yaklaştı. Bir İlâhî müjde takdim etti:
“Onlar kendi canlarının çekmesine rağmen, yemeği fakire, yetime ve esire yedirdiler.” (İnsan Sûresi, 8)
Bu fedakârlıklarını Cenâb-ı Hak övüyordu.