Kibrin Sebepleri Ve Kibirden Kurtuluş Çareleri

By | 6 Ağustos 2014

hasema

Kibrin Sebepleri Ve Kibirden Kurtuluş ÇareleriKibrin Sebepleri Ve Kibirden Kurtuluş Çareleri
Kendini büyük gören kimse, kendinde bulunan bir kemâl sıfatın başkasında bulunmadığını bilerek kendini büyük görür. Bunun yedi sebebi vardır:
BİRİNCİ SEBEP: İlimle kendini büyük görür. Zara âlim kendini ilimle süslü görünce başkalarım kendine göre hayvan gibi görür ve bu görüş onda kuvvetlenir. Bunun anlaşılması, insanlardan riayet, hizmet, tazim ve öncelik beklemesidir. Yapmazlarsa hayret eder. Onlara bakarsa, yahut birisinin dâvetine giderse, o kimse için bunu ihsan sayar. İlminden dolayı insanlar minnet bekler. Konuşmalarında, kendi âhiret işlerini, Allahü Teâlâ’nın indinde, diğerlerinden iyi bilir. Kendisi için daha ümidli, onların hâlinin ne olacağından korkar görünür ve hepsinin benim duâma ve irşadıma ihtiyacı vardır, benim sayemde Cehennem’den kurtulacaklardır, der. Kibrin Sebepleri Ve Kibirden Kurtuluş Çareleri
Bunun için Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem), «Âlimlerin âfeti, kendilerini büyük görmeleridir», buyurdu. Aslında böyle kimseye cahil demek daha iyidir. Nerede kaldı ki âlim densin. Çünkü hakikî âlim, âhiret tehlikesini anlayan ve Sırat’ın inceliğini bilendir. Bunu bilen, kendini daima kibirden uzak görür, kusurlu bilir ve sonunun korkusundan ve ilminin perde olması endişesinden kendini büyük görmeye kalkmaz. Nitekim Ebû’dDerdâ (radıyalla hü anh) buyurdu ki, ilim artınca derdi de artar. Fakat ilmi öğrenip de kibri artanların iki tarafı vardır: Biri, hakiki ilim olan din ilmini öğrenmemiştir. Bu da öyle bir ilimdir ki, onunla kendini tanır. Bu ilim, elemi ve kırıklığı artırır, kibirlenmeyi değil. Fakat, Tıb, Hesab, Astronomi, Nahiv, Lügat, Cedel ve Hilâf ilimlerini öğrenmekten, kibirden başka bir şey artmaz. Allahü Teâlâ’nın sevdiği en kıymetli ilim Fetvâ ilmidir. Çünkü bu ilim dünyadaki insanların ıslahı içindir. Demek ki, dinin ihtiyacı olsa da, bu da dünya ilmidir. Bundan korku kalkmaz. Çünkü yalnız bunun üzerinde durur, başka ilim öğrenmezse, kalb kararır ve kibir galib gelir, işitmek, görmek gibi nasıl olur? Bu insanlara dikkat et ki, hâlleri nasıldır! Bunun gibi, vâizlerin dağınık ilimleri, seci’li ve yuvarlak sözleri, insanları heyecana ve galeyana getirecek söz söylemek istemeleri, mezhebler arasında üzerinde durulan inceliklerden bahsetmesi, kibir, haset, ve düşmanlık tohumunu kalblere ekmektir. Bunlar elem ve kırıklığı artırmaz, bilâkis sevinmeyi, övünmeyi artırır.
Diğer tarafı da şöyledir ki, bir kimse, bu kitapta ve İhyâu Ulûm kitaplarımızda bildirdiğimiz kıymetli ilimleri, Tçfsîr, Hadis ve geçmiş büyüklerin ahlâk ve siyer kitablarını okutup kibirlenebilir. Bunun sebebi, onun kalbinin, aslında lıabîs ve pis şeylere düşkün olmasıdır. Onun ahlâkı kötüdür. Maksadı ilim okumaktan ve anlamaktan ileri geçememiştir. O ilimleri hayatına tatbik etmemiştir. O hâlde perhiz etmeden önce, mideye inen ilâç, midenin vasfı ile değişir. Nitekim havadan yere inen yağmur aynı vasıftadır. Buna rağmen hangi bitkiye giderse, onun sıfatını, cesametini artırır. O bitki acı ise daha acı eder. Tatlı ise daha tatlı eder.
İbn Abbas (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) bildirir. «Birtakım Kur’ân okuyucular gelecek ki, okudukları Kur’ân hançerelerinden aşağı inmeyecektir. Onlar “Biz Kur’ân’ı okuyoruz, var mı bizim gibi bir okuyucu, var mı bizim gibi bir âlim?” diyeceklerdir». Ashabına’ baktı ve «Onlar ya sizden yahut ümmetimden olurlar. Onlar Cehennemin yemi olurlar» t ), buyurdu. Kibrin Sebepleri Ve Kibirden Kurtuluş Çareleri
Ömer (radıyallahü anh) buyurur: «Kibirli âlimlerden olursanız, ilminiz cahilliğinize yetmez». Allahü Teâlâ Peygamberine tevâzu emrediyor ve «Sana tâbi olan, uyan mü’minlere karşı mütevâzi ol!» ( ), buyuruyor. Bunun için sahabe kendileri için kibirden çok korkarlardı. Hattâ bir defa Huzeyfe (radıyallahü anh) imamlık yaptı. Sonra, «Kendinize başka imam arayınız. Zira kalbime, benim sizden fyi olduğum geldi», dedi. Onlar hatırlarından geçen . kibirden korkunca, başkaları niçin korkmazlar ve nasıl bunu düşünmezler? Bu zamanda böyle âlim nerede bulunur? Belki bu sıfatın kötü olduğunu bilen ve ondan kaçınmanın icabettiğini bilen âlim bile çok kıymetlidir. Çünkü birçok insanlar, bunu bilmiyorlar ve kibirleri ile övülüyorlar ve «Biz filânı insan yerine koymaz, ona kıymet vermez ve yüzüne bakmayız», gibi sözler söylerler. O hâlde kibri biDn de çok kıymetlidir. Böyle bir âlimin yüzüyıe bakmak ibadettir. Herkesin böyle bir âlimle bereketlenmesi lâzımdır.
Eğer böyle olmasaydı, hadîsi şerifte bildirilen «Bir zaman gelir ki, sizin yaptığınızın onda birini yapan kurtulur» (, ), mânâdan ümitsizlik doğardı. Fakat, bu zamanda az bir şey çok sayılır. Çünkü din için yardım eden kalmamıştır. Dinin hakikati örtülmüştür. Din yolunda ilerleyenlerin çoğu yalnız ilerlemekte olup, yardımcıları yoktur. Sıkıntısı kat kat artmaktadır. O hâlde bu kadarla yetinmesi gerekir.
İKİNCİ SEBEP: Zühd ve ibadette kibirdir. Âbid, zâlıid ve sofu kibirden kurtulamaz. Başkalarının kendilerini ziyaretlerini iyi görürler ve ibadetleri için insanlara minnet ederler. Hattâ başkalarının helâk olduğunu, kendinin afvedildiğini sananları olur. Kendisini inciten bir kimseye bir belâ gelince, bunu kendi kerameti sayar ve kendisi için böyle oldu sanır.
Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: «Bütün insanlar helâk oldu diyen de helâk olur» (4). Yâni insanlara hakaret gözü ile bakar. Yine buyurdu: «Bir din kardeşini hakir görenin günahı, son haddini bulmuştur», (5).
Böyle biriyle, din kardeşini kendinden iyi bilen ve onu Allah için seven arasındaki fark pek büyüktür. Kendini başkalarından iyi bilenin derecesini, Allahü ‘leâlâ’nın öbürüne vermesinden korkulur. Onu ise kendi ibadetinin bereketinden mahrum eder. Nitekim İsrail oğullarından biri ibadetle, diğeri‘de kötülükle şöhret bulan iki kimse vardı. Hattâ rivayete göre âbidin başında daima bir bulut bulunur ve onu gölgelendirirdi. Kötülükle şöhret bulan bir gün bu âbidin yanından geçerken, «Bu adam, iyi bir insan. Ben ise kötü bir kimseyim. Bunun yanında biraz oturayım. Umulur ki, yüzüsuyu hürmetine Allahü Teâlâ beni de afveder», diyerek adamın yanına oturdu. Abid, «Bu kötü insan kim oluyor ki, benim yanımda oturuyor», düşüncesiyle adamı kovdu. Adam giderken bulut da onunla gitti. Bunun üzerine zamanın peygamberine vahiy geldi: «Onlara de ki, her ikisi de yeni baştan başlasınlar. Çünkü fâsıkın yaptıklarını o güzel itikadı hürmetine afvettim. Çok ibadet yapanın yaptıklarım da kibi ri ile yok ettim».
Bir kimse ayağını bir âbidin omuzuna koydu. Âbid, «Ayağını çek, Allah a yemin ederim ki, sana rahmet eylemez», dedi. Zamanının peygamberine vahiy geldi: «Ona söyle, ey onu afvetmeyeceğıme yemin eden, onu değil, belki seni afvetmem». Ekseriya bir âbidi in citenet’Allahü Teâlâ rahmet eylemez sanılır. Hattâ bunun cezasını pek yakında görür de der. Ona bir belâ gelince, «Gördünüz mü, ne oldu?», der. Yâni, «Bu benim kerâmetimden oldu», demek ister. Bu ahmak bilmez ki, birçok kâfirler Resûlullah’ı (sallâllahü aleyhi ve sellem) incittiler. Allahü Teâlâ onlardan intikam almadı. Hattâ bir kısmım Müslümanlıkla şereflendirdi. Zanneder ki, kendisi peygamberden daha kıymetlidir ve onun için intikam alınacaktır. Cahil âbidler böyle zanneder. Akıllı âbidler ise, insanlara gelen belâları, kendi kötülüğü ve kusurları sebebiyle gelmiş zannederler.
Ömer (.radıyallahü anlı) böyle idi. O, sıdk ve ihlâsı ile Huzey fe’ye (radıyallahü anh), «Söyle, bende münâfıklık alâmetlerinden ne gördün?» diye sordu. Burada çok düşününüz. Demek ki, mü’min takvâ yolunda gider ve korkar. Akılsız âbid görünüşte ibadet yapar, kalbi ise kibir ve gurura bulaşmıştır ve korkmaz. Aslında kendini kat’î o’arak başkasından iyi bilenin ibadeti bu cahilliği ile yok olur. Çünkü cahillikten büyük günah yoktur.
Bir gün sahâbe bir kimseyi çok övdüler. Tesadüfen o kimse çıkageldi. O zaman, «Yâ Resûlallah (sallâllahü aleyhi ve sellem) med hettiğimiz iyi kimse budur», dediler. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Onda münafıklık alâmeti görüyorum». Şaşırıp kaldılar. Yaklaşınca, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Allah için doğru söyle ki, bu insanlar arasında senden iyisi
yoktur, diye aklına bir şey geliyor mu?» i1). «Geliyor», dedi. Demek ki, Resûiullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) onun kalbindeki bu pisliği, peygamberlik nûru ile gördü ve buna nifak buyurdu. Bu, âlimler ve âbidler için büyük âfettir. Fakat onlar bunda üç tabakadırlar:
BİRİNCİ TABAKA: Kalbi kibirden kurtulamaz. Fakat uğraşarak tevâzu gösterir. İşinde ve sözünde, herkesi kendilerinden üstün görenler gibidir. Böyle bir kimse kibir ağacını kalbden söküp atmamıştır ve fakat bütün dallarını kesmiştir.
İKİNCİ TABAKA: Dilini korur,’ belli etmez ve «Kendimi herkesten aşağı görürüm», der. Fakat işlerinde ve hareketlerinde kalbinde kibir olduğunu gösteren bazı alâmetler görünür. Meselâ nereye gitse baş köşeye oturmak veya yolda giderken önde yürümek ister. Şayet âlim ise utanır gibi, yüzünü insanlardan başka tarafa döner. Âbid ise sanki insanlara kızıyormuş gibi yüzünü ekşitir. Bu iki aklı az bilmezler ki, ilim ve amel ne yüzünü çevirmekte, ne de yüzünü ekşitmektedir. Kalbdedir ve onun nurunun şuaları dışarda, şefkat, tevâzu ve güleryüzlülük olarak görünür. Zira Resûiullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bütün insanların en âlimi ve en müttekîsi idi. Ondan daha mütevâzi, alçak gönüllü ve tatlı yüzlü kimse yok idi. Tebessüm buyurmadan ve yüzünde bir neş’e ve açıklık olmadan kimseye bakmazdı. Bu hâldeyken ona yine, «Mütevâzi gönüllü ol» (2), âyeti geldi ve başka zaman, «Allah’ın rahmetinden senin üzerine gelen, herkese açık, tatlı, müşfik ve yumuşak olmaktır. Böylece senin etrafından dağılmazlar» (3), buyuruldu.
ÜÇÜNCÜ TABAKA: Dili ile de belli eder, iftihar eder ve kendini överler. Hâl ve keramet sehibi olduklarını söylerler. Âbid, «Filân kimdir ve yaptığı ibadet nedir? Ben her gün oruç tutanm, gece sabahlara kadar namaz kılarım, gündüzleri hatim ederim; bana çatmak, zarar vermek isteyenler helâk olur. İşte bu kimse beni üzdü ve cezasını gördü. Malı da, çocukları dâ elinden çıktı», der. Hattâ gece ibadet eden insanları görünce, onlardan çok ibadet edip üstünlüğünü göstermeye çalışır. Diğerleri, oruçlu ise, iftardan sonra bu bir müddet daha oturur. Âlim ise, «Bu idi?» der. Eğer münâzara ederse, doğru olmasa da karşısındakini esir etmeye, yenmeye çalışır. Gece  gündüz acayip cümleler ve şiirler ezberleyip meclislerde söylemek ister ve bununla kendini başkalarından ileride bulur. Başkalarının eksik olduğunu, kendinin ise ilminin çok olduğunu göstermek için, kenarda köşede kalmış kelimeler, sözler ve haberler ezberler. Bu anlattığımız şekilde az veya çok tamamen uzak kalmış
hangi âbid ve âlim vardır! Eğer böyle olan görse ve duysa ki, R& sûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), «Kalbinde zerre kadar kibir olana Cennet haramdır» (*), buyurmuştur; onun elem ve korkusu artardı. Kendini büyük görmekle uğraşmazdı. Bilmelidir ki, Allahü Teâlâ, «Kendi yanında kıymetin yoksa, benim yanımda kıymetin vardır. Kendini kıymetli bilirsen benim yanımda kıymetin yoktur», buyuruyor. Dinin aslından bu kadarını anlamayana âlim değil, cahil demek yakışır.
ÜÇÜNCÜ SEBEP: Nesebiyle kibir eder. Hattâ seyyid ve hocazâ de olanların bir kısmı, bütün insanları, zâhid de olsalar, kendilerinin köle ve hizmetçisi sanırlar. Açıktan bildirmeseler de bu kibir ekseriya onların kalblerinde bulunur. Bu ve bunun gibi şeyler bu cinstendir.
Ebû Zer (radıyallahü anh) der ki: Biriyle kavga ettim, ve ona «Ey zenci çocuğu», dedim. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Haddini bil; beyaz çocuğun, siyah çocuktan hiçbir üstünlüğü yoktur» (2). Ebû Zer der ki: «Gittim, o kimseye elini ayağını öpeyim, benim o sözüme bakma, dedim». Bunun kibir olduğunu nasıl anladığına ve bu kibri kırmak için nasıl tevâzu ettiğine dikkat buyurun!
Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) yanında iki kimse övünüyordu. Biri, «Ben, şunun oğluyum. Sen kim oluyorsun?» dedi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) onlara buyurdu ki: «Mûsa aleyhisselâmm yanında iki kimse övündü. Biri: Ben şunun şunun oğluyum, deyip dokuzuncu ceddine kadar saydı. Mûsa aleyhisselâma vahiy geldi ki, ona söyle, dokuzu da Cehennemdedir. Sen de onların onuncususun!» (3). Yine Resûlullah (aleyhisselâm) buyurdu: «Cehennemde kömür olanlan övmekten kaçınınız. Yoksa, insan pisliğini görüp koklayan ve yiyen hayvandan aşağı olursunuz».
DÖRDÜNCÜ SEBEP: Güzellik ve süslenme ile kibirlenmektir.
Bu da kadınlar arasında çok olur. Nitekim Hazreti Âişe (radıyalla hü anhâ) bir kadın için boyu kısadır, dediği zaman Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) «Gıybet ettin», buyurdu. Çünkü kendini üstün gördü. Eğer kendisi de kısa olsaydı böyle demezdi.
BEŞİNCİ SEBEP: Zenginlik ile kibirlenmektir. «Benim şöyle param vardır, şu kadar malım vardır. Ey müflis, sen kim oluyorsun? İstesem senin gibi nice köleler satın alırım», gibi sözler söyler. Bunlar hakkında Kehf sûresi’nde anlatılan iki kardeşin hikâyesi söylenir: «Benim malım seninkiııden fazla, hükmüm seninkinden te’ sirlidir» (4).
ALTINCI SEBEP: Zayıflara karşı kuvveti ile kibirlenmektir.
Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: «Kuvvet başkasını yenmek, yere atmak değil, nefis ve arzusunu yenmektir».
YEDİNCİ SEBEP: Birisinin maiyetinde olmak veya talebesi,
hizmetçisi, müridi olmak gibi nimet saydığı şeylerle ‘övünmek kibir olur. Hattâ öyle şeyler vardır ki, nimet olmadıkları hâlde onlarla övünürler. Alçak kimseler işledikleri alçakça işlerle diğer alçaklara övünürler.
Kendini büyük görmenin sebepleri bunlârdır. Ama görünen sebep, düşmanlık ve hasettir. Çünkü bir kimseyi sevmeyen, ona karşı övünmek ve kendini büyük göstermek ister. Bazan da kibrin sebebi riyâ olabilir. Kendisine iyi gözle bakmaları için, insanların içinde, kendini büyük,tutmak ister. Yahut bir kimse, bir kimse ile münâza ra eder ve onun üstünlüğünü anlar. İçinden bunu bildiği hâlde insanlar anlamasın diye tekebbür eder.
İşte bu sebepler bilinince, şimdi sıra ilâcı bilmeye geldi. Çünkü her hastalığın ilâcı, o hastalığın sebebini Imikrobunul ortadan kaldırmaktır.