Kadiri Tarikatının Yedi Esası:Rıza

By | 23 Mart 2015

kadiri-tarikatinin-yedi-esasiriza

Bu konuda delil, “OnlarAllah ‘tan, Allah da onlardan razı olmuştur’ ve “Rahlen onları kendi katından bir rahmet ve nza ile müjdeler ” buyruktandır.

İbn Abbâs’tan (r.a.) Allâh Rasûlü’nün (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Rab olarak Allâh ’tan razı olan kişi imanın tadım tatmış demektir. ”

Ömer İbnü’l-Hattâb (r.a.) Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye yazdığı bir mektupta şöyle demiştir:

“Her türlü hayır, rızadadır. Dolayısıyla ya razı olmaya bak ya da sabret.”

Katâde’nin “Kendilerine bir kızlarının doğduğu müjdesi verilince yüzleri kapkara kesilir” ayetinin tefsirinde şöyle dediği nakledilmiştir:
“Bu, müşrik araplann yaptığı bir şeydir. Allâh (c.c.) bize onların yaptığı şeyin ne kadar çirkin olduğunu haber vermiştir. Mü’mine yaraşan ise Allah’ın verdiği kısmete rıza göstermektir.”

Hiç kuşkusuz onun hükmü, kişinin kendisi hakkında vereceği hükümden daha hayırlıdır. Ey insanoğlu! Allâh’m senin sevmediğin konularda verdiği hükümler bile, sevdiğin konularda senin vereceğin hükümlerden daha hayırlıdır. Bundan dolayı Allâh’tan kork ve kazasına/hükmüne rıza göster. Allâh (c.c.) şöyle buyurur:

“Olur ki siz bir şeyin olmasını istemezsiniz; halbuki o sizin için hayırlıdır. Bazen de bir şeyin olmasını istersiniz; halbuki o sizin için kötüdür. Allâh bilir, siz ise bilemezsiniz. ”

Ayet-i kerimede “hayırlı olan” ile din ve dünyamız açısından iyi olan her şey kastedilmiştir. Allâh, insanlardan kendilerine yararlı olan şeylerin bilgisini saklamış ve onları kendisine kulluk etmekle; yani emirleri yapıp yasaklardan kaçmakla, kadere teslim olmakla ve iyi ya da kötü her türlü kazaya nza göstermekle yükümlü tutmuştur. Akıbetlerin ve maslahatların bilgisini ise kendisine saklamıştır. Bundan dolayı kul, Mevlâsına her daim itaat etmeli, kısmetine nza göstermeli ve onu suçlamamalıdır.

Bilesin ki herkesin çektiği sıkıntı, kendisi için takdir edilen yazgıya karşı koyması, hevâsına uyması ve kazaya nza göstermeyi terk etmesi oranındadır. Şu halde kazaya rıza gösteren hiç kimse yorulmaz, nza göstermeyenler ise bedbaht olur; ama dünyada kendi kısmetinden fazlasına nâil olamaz. Kişi, hevâ hevesine tâbi olup onun hükümlerine boyun eğdiği sürece kazaya rıza göstermez. Çünkü hevâ, Hakk’a karşı direnip mücadele eder. Bundan dolayı onun yorgunluğu üst üste birikip katlanır. Kişinin rahat etmesi hevasına muhalefet etmesine bağlıdır. Çünkü bu yolla kazaya kesin bir şekilde nza göstermiş olur. Yorgun düşmesi ise hevâ hevesine boyun eğmesindedir. Çünkü bu yolla Hakk’a karşı gelip direnmiş olur. Bu hevâ olmaz olsun ve o varsa biz olmaz olalım.

İlim ve tarikat ehli, rızanın bir hal mi, yoksa makam mı olduğu konusunda görüş ayrılığına düşmüştür.

İraklılar şöyle demişlerdir; Rıza bir hal olup kulun kesbi değildir. Aksine o, diğer haller gibi kalbe inen ve daha sonra yerini başkalarına bırakan bir haldir.
Horasanlılar ise şöyle demişlerdir; Rıza, makamlardan biri olup tevekkülün son son noktasıdır. Yani kulun, kendi kesbiyle varabileceği son noktadır.
Bu iki görüşü şöyle diyerek uzlaştırabiliriz: Rızanın başlangıcı kulun kesbi olup makamlardan biridir. Nihayeti ise hallerden biri olup kesbî değildir.
Özetlersek rıza gösteren, Allâh’ın takdirine karşı çıkmayan kişidir.
Ebû Ali ed-Dekkâk (rh.a.) şöyle demiştir:
“Rıza, musibeti hissetmemek değildir. Rıza, Allah’ın hüküm ve kazasına itiraz etmemektir.”
Kimi büyük zatlar (meşâyih) şöyle demişlerdir:
“Kazaya rıza, Allâh’ın en büyük kapısı ve dünyanın cennetidir.” Yani nza nimetine mazhar olan kişi Allâh’a yakınlığa mazhar kılınmış demektir.

Nakledildiğine göre bir öğrenci hocasına “Kul, Rabbinin kendisinden razı olduğunu bilebilir mi?” diye sorunca hocası, “Hayır, bunu nasıl bilebilsin” demiş. Öğrenci, “Hayır, bilebilir” deyince hocası “Peki, nasıl bilir?” diye sormuş. Öğrenci, “Ben kalbimin Allah’tan razı olduğunu gördüğümde O da benden razı demektir” cevabını vermiş. Bunun üzerine hocası, “Aferin sana! Ne güzel söyledin!” demiş.
Hak, bir kuldan razı olmadıkça kul O’ndan razı olmaz. Allâh (c.c.) şöyle buyurur: “Allâh onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. ”

Onlar, Allâh’ın onlardan razı olması sebebiyle O’ndan razı olmuşlardır.

Nakledildiğine göre Hz. Mûsâ, Rabbine “Ya Rabbi! Yaptığımda benden razı olacağın bir amel söyler misin?” deyince Rabbi, “Senin buna gücün yetmez” buyurur. Bunun üzerine Mûsâ, yalvarıp yakararak düşüp bayılır. O zaman Allâh, “Ey İmrân’ın oğlu! Benim rızam, kazama rıza göstermendedir” buyurur.

Denilmiştir ki:
“Her kim nza makamına erişmek isterse Allâh’m razı olduğu şeylerden aynlmasın.”
Denilmiştir ki:
“Razı olan kişi odur ki cehennemi sağma koysan soluna geçmesini istemez.”

Denilmiştir ki:

“Rıza, sevmemeyi kalpten bütünüyle çıkarmak ve kalpte sevinç ve neşeden başka hiçbir şeye yer bırakmamaktır.”
Râbiatü’l-Adeviyye’ye (rh.a.) “Kul ne zaman kazaya razı olmuş olur?” diye sorulunca şöyle cevap vermiştir:

“Nimete sevindiği gibi musibete de sevinir olduğunda.”

Şiblî (rh.a.), Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanında iken “lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah” deyince; yani lâ havle çekince Cüneyd-i Bağdâdî şöyle demiştir;
“Senin bu sözün ancak gönlün daralmasından ileri gelir. Gönlün daralması ise kazaya nza gösterilmemesinden kaynaklanır.”
Ebû Süleyman (rh.a.) şöyle demiştir:
“Rıza, Allah’tan cenneti istememek ve cehennemden O’na sığınmamaktır.”
Zünnûn-i Mısrî (rh.a.) şöyle demiştir:
“Üç şey var ki rızanın emareleridir: Kader vukua gelmeden önce kendi seçimini/iradesini büsbütün terk etmek, vukua geldikten sonra acı duymamak ve musibetin tam içinde iken sevginin harekete geçmesi.”
Yine o, şöyle demiştir:
“Rıza, kazanın acısına kalbin sevinebilmesidir.”

Ebû Osman’a (rh.a.) Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Kaza sonrasında senden rıza istiyorum; yani beni razı etmeni istiyorum” sözü sorulunca şöyle demiştir:

“Çünkü kaza öncesindeki nza (esasında bir nza değil), sadece nza kararlılığıdır. Kaza sonrasındaki nza ise rızanın ta kendisidir.”
Nakledildiğine göre Hüseyin b. Ali b. Ebû Tâlib’e Ebû Zerr’in, “Ben fakirliği zenginlikten; hastalığı sağlıktan, ölümü de yaşamaktan daha çok severim” sözü aktarılınca şöyle demiştir:

“Allâh Ebû Zen’e rahmet etsin; ama ben şöyle demeyi tercih ediyorum: Her kim Allâh’m kendisi için en güzel şeyi seçeceğini bilir ve buna güvenirse Allâh’ın seçtiğinden başkasını dilemez.”

Fudayl b. İyaz, Bişr-i HâfTye şöyle demiştir:

“Rıza, dünyaya değer vermemekten daha üstündür. Çünkü razı olan, lâyık olduğundan daha üstün bir mertebeyi temenni etmez.”
Fudayl’ın bu sözü doğrudur; çünkü bunda kendi haline rıza göstermek vardır ve bütün hayırlar kişinin kendi halinden razı olmasındadır. Allâh (c.c.) Hz. Mûsâ’ya (a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Ey Mûsâ! Ben sana ayetlerimi vahyettim ve seninle bizzat konuştum. Böylece seni diğer insanlar arasında eşsiz bir konuma yükselttim. Şimdi sana vahyettiğim hükümlere sımsıkı sarıl ve bu büyük lüftuma minnettarlığını göster. ”

Yani “Sana verdiğime razı ol, benden daha büyük bir makam talep etme ve halini koruduğum için bana şükret.”
Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ise şöyle buyurmuştur:

“O kâfirlerden/müşriklerden bir kısmına fani hayatta kendilerini sınamak için verdiğimiz dünya nimetlerinde gözün kalmasın. (Bil ki) Rabbinin sana vereceği sevap/mükâfât, onların sahip olduklarından mutlak sûrette daha hayırlı ve kalıcıdır. ”

Görüldüğü gibi, Allâh, Peygamberini terbiye ederek “ (Bil ki) Rabbinin sana vereceği sevap/mükâfât, onların sahip olduklarından mutlak sûrette daha hayırlı ve kalıcıdır” buyruğu ile ona halini korumasını, kazasına ve verdiklerine razı olmasını emretmiştir. Yani Allâh’ın onu mazhar kıldığı peygamberlik, ilim, kanaat, sabır ve din önderliği başkalanna verdiği her şeyden daha hayırlıdır. Dolayısıyla bütün hayırlar, kişinin halini muhafaza edip rıza göstermesinde ve başka şeylere talip olmamasındadır. Çünkü başka şeyler onun kısmetinde olabileceği gibi başkasının kısmetinde de olabilir ya da hiç kimsenin kısmetine yazılmamış olup Allâh onunla insanları imtihan etmeyi dilemiş olabilir.
Şu halde senin kısmetinde ise istesen de istemesen de o sana gelecektir. Dolayısıyla edebsizlik ve açgözlülük etmen doğru olmaz. Çünkü bu, hem akıl, hem de din açısından hoş karşılanan bir şey değildir. Başkasının kısmetinde ise hiç ulaşamayacağın bir şey için boşuna kendini yırtmanın bir anlamı yoktur. Hiç kimsenin kısmetinde olmayan bir şey ise imtihan aracı demektir. Dolayısıyla aklı başında olan bir kişinin bir imtihan aracını elde etmek için uğraşması kadar beyhude bir şey yoktur.

Kimileri şöyle demişlerdir:

“Kazaya rıza, Allah’ın hükümlerinden hoşuna gidenler ile gitmeyenlerin senin açından birbirine eşit olmasıdır.”
Kimileri de şöyle demişlerdir:

“Rıza, kazânın acısını sineye çekebilmektir.”

Bir başkası şöyle demiştir:
“Rıza, her türlü işi Allâh’a bırakmak ve O’nun hükümlerine gönülden teslim olmaktır.”

Bir başkası şöyle demiştir:

“Rıza, seçme işini müdebbir olan; yani işleri çekip çeviren Allâh’a bırakmaktır.”

Bir başkası şöyle demiştir:

“Rıza, seçmeyi/iradeyi terk etmektir.”