Kadın Neden Mirastan Yarım Hisse Alır?

By | 29 Ocak 2015

kadin-neden-mirastan-yarim-hisse-alir       Konuya erkeğin ve kadının sosyal yapısı, ailedeki sorumluluğu, yükümlülüğü ve psikolojik faktörleri  açısından bakılmalıdır. Bu şekilde Kur’ân’ın bu hükmünün sırf bir adalet ve hakkaniyet üzerinde olduğu  görülecektir. İslâm her iki cinsin yükümlülüğüne ve ihtiyacına göre hakça bir paylaşımı uygun görmüş,  hakkaniyet prensibini korumuştur.

İslâm dininin ıslah edip düzenlediği kurumlardan birisi de “miras” hukukudur. Başta Arap  Cahiliyesinde olmak üzere Çin, Roma ve Tapon hukukunda kadın mirastan tamamen mahrum  bırakılmıştı.Kızın, babasının malında hiçbir hakkı yoktu. Miras doğrudan doğruya erkek evlâda geçer,    kız çocuklarına hiçbir şey verilmezdi.İşin acı tarafı şu ki, bu bâtıl âdet ülkemizin bazı bölgelerinde hâlâ devam etmektedir. Erkek çocuklar mirasla servet ve varlık içinde yüzerken, aynı babanın çocuğu olan kızlar fakirlik ve yoksulluk içinde çırpınmaktadır.
Dinimiz birçok hayatî meselede olduğu gibi bu konuda da köklü değişiklikler yaptı ve yenilikler getirdi. Ve asırlar boyu devam eden bu zulme son verdi.
Mirası hakçasına taksim etti. Bunları da açık ve kolayca anlaşılır bir şekilde Kur’ân’da zikretti.Nisâ Sûresinin 11. âyeti tamamen miras paylaşımını anlatır. Baş Kısmında ise, “Allah çocuklarınız hakkında erkeğe iki kadının hissesi kadar tavsiye eder” buyurulur. Böylece açık bir şekilde bu yanlış düzeltilmiş oldu.İslâmın bu meseledeki köklü değişimini anlama kapasitesinden mahrum olan bazı zihniyet sahipleri, kadına erkeğin yarısı kadar pay verilmesini dillerine dolamaktadırlar. Bununla da İslâmın kadının hakkını korumadığı yorumuna saplanırlar.Halbuki mesele hiç de öyle değildir.

Konuya erkeğin ve kadının sosyal yapısı, ailedeki sorumluluğu, yükümlülüğü ve psikolojik faktörleri açısından bakılmalıdır. Bu şekilde Kur’ân’ın bu hükmünün sırf bir adalet ve hakkaniyet üzerinde olduğu görülecektir.Miras meselesi bir paylaşıma, bir hesaba dayanmaktadır. Hesap ve mantık kuralları içinde mesele göz önüne getirilirse şu manzara ortaya çıkar.İslâmın çizmiş olduğu hayat prensibine göre, kızın çalışıp kazanma zorunluluğu yoktur. O tüketici durumundadır. Bu, ona lâyık görülen bir şefkat ve merhametin sonucudur.
Kız, baba evinde bulunduğu müddetçe ihtiyaçları babası ve onun yerindeki yakın erkek akrabaları tarafından karşılanır, gözetilir, himaye edilir.Evlendikten sonra da geçimi, nafakası ve ihtiyaçları kocasının üzerine geçer. Kadın, kendi malım evin ihtiyaçları için harcamaya zorlanamaz. Çünkü bir erkeğin özel mülkü olacağı gibi, kadının da pekâlâ özel mülk edinme hakkı vardır. Ancak kadın gönül rızası ile, bir zorlama olmadan, isterse, ortaklaşa harcamada bulunabilir.Buna göre, kadının hiçbir şeyi yokmuş gibi bakılır; yeme, içme, giyim kuşam ve benzeri bütün ihtiyaçlarını görmek kocasının sorumluluğu altındadır.
Hatta erkek evine bakmaktan vazgeçer, yahut cimri davranarak servetine göre bir harcamada bulunmazsa, kadının kocasını şikâyet etme hakkı vardır. Gider, İslâm hukuku çerçevesinde hakkım arar.Diğer taraftan kadın evlenirken erkekten mehir alır, bölgenin âdetine göre pek çok hediyeye sahip olur.Erkek devamlı surette harcarken, kadının malı artarak devam eder, çoğalır. Düğün masraflarım da büyük ölçüde erkeğin çekeceği hesap edilirse kadına göre malî bakımdan ne kadar kaybının olduğu açıkça görülür.
Erkek evlendikten sonra üzerine bir de aile yükü biner. Kendisinin, çoluk çocuğunun, hatta anne-babası ve muhtaç oldukları takdirde dinen bakmakla yükümlü olduğu akrabalarının nafakalarını karşılamak durumunda kalır.Buna göre biri erkek, diğeri kız iki kardeşten erkeğin aldığı üçte iki miras bu şekilde devamlı sûrette harcanıp azalırken, kız kardeşinin aldığı üçte bir miras hakkı artarak korunabilir.
Şimdi gerçek mânâda erkek kardeşin mi serveti çoktur, yoksa kız kardeşin mi? Erkeğe mi ayrıcalık taranmış, yoksa kadına mı?Öyle ki, babasından kalan mirasla geçinemeyecek halde bulunan bekâr veya dul kız kardeşe, erkek kardeşin yardım etme, zaruri ihtiyaçlarını karşılama mecburiyeti vardır.
Ailenin yükünü çeken, masrafı gören, harcamayı yapan erkektir. Şayet kadın erkekle eşit bir hakka sahip olsaydı, bu durumda erkeğe haksızlık yapılmış olacaktı.
Çünkü erkek, taşıdığı yükümlülük ve sorumluluğa, kadın da kendi sorumluluk ve harcama durumuna göre bir hakka sahip olmuştur.
Demek ki, İslâm her iki cinsin yükümlülüğüne ve ihtiyacına göre hakça bir paylaşımı uygun görmüş, hakkaniyet prensibini koru¬muştur.
Erkeğe “iki”, kadına “bir” ölçüsü, sadece bir emek harcamadan ele geçen miras hukukundandır.
Emek harcanıp kazanılan mala gelince; kadın ve erkek ticaret, tarım, sanayi ve benzeri hangi iş kolunda çalışırsa çalışsınlar, ücretlerini eşit miktarda alırlar.
Aynı şirkete ortak olan kadın-erkek hisselerine göre eşit miktarda kâr hak ederler. Yani ne erkek fazla alır, ne de kadm eksik…
Hesap bakımından da mirastaki bu kadın erkek farklılığı adalet üzerinedir. Kadın mirasın üçte birisini tamamen kendi şahsına harcamak üzere alırken; erkek, almış olduğu üçte iki hisseyi kendi ihtiyacıyla birlikte, ailesinin, çocuklarının, bakmakla yükümlü olduğu rakın akrabalarının ihtiyaçları için harcar.
Aynı konuyu, “Muhakemesiz medeniyet, Kur’ân kadına sülüs ı üçte bir) verdiği için âyeti tenkit eder” cümlesiyle açıklayan Bediüzzaman Said Nursî, sosyal hayatta hükümlerin çoğunun, çoğunluğa göre olduğunu söyler:
“Ekseriyet (çoğunluk) itibariyle bir kadm kendini himâye edecek b irisini bulur. Erkek ise, ona (kendisine) yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesaî etmeye (aile ocağı kurmaya) mecbur olur. İşte bu sûrette bir kadm pederinden yarısını alsa, kocası noksa- niyetini (eksikliği) temin eder. Erkek, pederinden iki parça alsa, bir parçasını tezevvüç ettiği (evlendiği) kadının idaresine (geçimine) ve
recek; kız kardeşine müsavi (denk) gelir. İşte adalet-i Kur’âniye böyle iktiza eder (gerektirir). Böyle hükmetmiştir.”
Meseleye psikolojik açıdan bakıldığı zaman da bu miras paylaşımında tam bir hakkaniyet gözetildiği görülür. Şöyle ki:
Kız çocuğu evlenip çoluk çocuğa karışıp evi barkı ayrı olsa da yine anne-babasının ve erkek kardeşlerinin merhametine, şefkatine ve bir derece himayelerine muhtaçtır. Bundan dolayı akrabalık bağlarının zedelenmemesi için birbirlerine karşı olan sevgi ve muhabbette de bir eksiklik olmamalıdır.
Bediüzzaman’m ifade ettiği gibi, “O zaife kız, pederinden şefkate ve kardeşinden merhamete çok muhtaçtır. Hükmü Kur’ân’a (Kur’- ân’ın hükmüne) göre o kız pederinden endişesiz bir şefkat görür.”
Miras paylaşımında kızın alacağı payı düşünen baba daha ölmeden önce ona olan şefkatinden bir eksilme olmaz ve kızma, “Benim servetimin yansını, ellerin ve yabancıların ellerine geçmesine sebep olacak zararlı bir çocuk nazarıyla endişe edip bakmaz, o şefkate endişe ve hiddet karışmaz.”
Erkek kardeş için de durum aynıdır. Kız, erkek kardeşinden bir hisse az almakla, yine Bediüzzaman’m ifadesiyle “Kardeşinden rekabetsiz, hasetsiz bir merhamet ve himayet görür. Kardeşi ona, hânedanımızm yarısını bozacak ve malımızın mühim bir kısmını ellerin eline verecek bir rakip nazarıyla bakmaz. O merhamete ve himayete bir kin, bir iğbirar katmaz (gücendirmez, kırılmaz.)
“Şu halde, fıtraten, nâzik, nâzenin ve hilkaten (yaratılışça) zaife ve nahife (zayıf ve ince ruhlu) kız, sûreten (görünüşte) az bir şey kaybeder. Fakat ona bedel akaribin (yakınlarının) şefkatinden, merhametinden tükenmez bir servet kazanır. Yoksa ‘Rahmet-i Hak’tan ziyade ona merhamet edeceğiz’ diye hakkından fazla ona hak vermek, ona merhamet değil, şedit (şiddetli) bir zulümdür. Belki zamanı Cahiliyette (İslâm öncesi Cahiliye döneminde) gayret-i vahşiyâneye (vahşi bir anlayışa) binaen kızlarını sağ olarak defnetmek gibi gaddarâne bir zulmü andıracak şu zamanın hırsı vahşiyânesi (vahşice açgözlülüğü) merhametsiz bir şenaate (kötülüğe) yol açmak ihtimali vardır?”
İşte daha bunlara benzer pek çok hikmetten dolayı İslâm hukuku mirasta kadına erkeğe oranla bir hisse eksik takdir etmiştir.