İnsanlık ve Allah İnancı Nedir?

By | 6 Nisan 2015

insanlik-ve-allah-inanci-nedirTarihte inanmayan bir millet bulmak hemen hemen mümkün değildir. Her toplum bir yüce kudrete inanmıştır. Zaten Yüce bir kudrete inanmak insanın tabiatında vardır.

Bugün, dinler tarihi uzmanları tarafından ilk inanışlar konusunda ileri sürülen fetişizm, totemizm ve animizme dayalı olarak yapılagelen antropolojik açıklamalara bir yenisi ilâve edilmiştir. Beşerî hayatın en basit şekline rastlanan Avustralya’nın güney doğusundaki ilkel kabileler üzerinde yapılan son çalışmalar, onların yüce bir varlığa inandıklarını ortaya koymuştur. Dinler tarihi alanında yapılan yeni araştırmalar, ilkel toplumlarda dahi Allah’ın varlığına ve birliğine dayalı bir telâkkinin bulunduğunu, politeizmin (çok tanrıcılık) sonradan bir sapma olarak ortaya çıktığını belgeler durumdadır. İnsanın var olduğu günden bugüne, bu inanç izahı ve tasviri farklı şekillerde de olsa hep var olmuştur. İnsanın içinde bulunduğu dünkü ve bugünkü bütün düşünce sistemlerinde bu inancın yer alması veya en azından görülmesi, insanlığın hiçbir dönemde bu mesajdan mahrum bırakılmadığını göstermektedir. Kur’ân, insanoğlunun başından beri başıboş bırakılmadığını bize haber verir: “…Uyaran bir peygamber gelmiş olmayan hiçbir ümmet yoktur.” (Fâtır, 35/24)

Ve yine bu hususla ilgili olarak bir başka ayette şöyle denilir: “Bütün insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı. Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi.” (Bakara, 2/213)

Bu ayet de bize, yeryüzünde ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den (aleyhissalatu vesselâm) bu yana insanların daima bir peygamberin gözetiminde bulunma ve gelişme imkânı bulduğunu haber vermektedir. İlk insanlar, ilk peygamberler sayesinde bir ümmet idi. Bir asıldan ve tek bir kökten gelmiş olmanın onların vicdanlarında bıraktığı tesirle bir bütün ve bir cemaat idiler; dinsiz, vahşî ve mütecaviz değillerdi. Ancak sonradan bir kısım arızî sebeplerle ihtilâfa düşüp birliklerini bozmuşlardır.

Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz (arı beyi) bırakmayan Kudret-i Ezeliye, beşeriyeti de hiçbir zaman nebîsiz bırakmamıştır. Hususî donanımlı insanlar olan peygamberler, insanlara Allah’ın rızasına uygun nasıl bir hayat yaşanacağını tebliğ etmişlerdir. Ve tebliğ ettikleri hakikatleri herkesten daha önde ve derince yaşamışlardır ki buna temsil denir.

Peygamberler, insanları, hayrın neticesiyle ümitlendirip şerrin akıbetini göstererek cennete ve Allah’ın hoşnutluğuna giden yolları göstermişlerdir.

Allah (c.c) temelde, saffet ve istikamete programlanmış insan fıtratını özüne uyarmak ve onun kalbiyle hakikatler arasındaki engelleri bertaraf etmek için yeni yeni peygamberler göndermiş, insanoğlunu hayrın neticesiyle ümitlendirip şerrin akibetini göstermekle de temkin ve teyakkuza çağırmıştır. Ne var ki, bazıları heva ve heveslerine esaretten kurtulamadıkları, bazıları da kendilerini kibir, zulüm ve taşkınlık akıntılarına saldıklarından, her yeni dönemde ihtilaflarını az değiştirerek, ama mutlak katmerleştirerek ayrı ayrı yollarda devam ettirmişlerdir.