İnsanın Kendisine Karşı Günahı Bırakmasının Nedenleri ?
Günahlar, kötü akıbeti bizzat yapanları ve buna sebep olanları ilgilendirdiğinden, günahkârlar, neticede bizatihi günahları kendilerine karşı işlemiş olurlar. Bu durum, bazen nefs kelimesiyle beraber zikredilen tabtânûne’ kelimesiyle ifade edilirken bu, günah işlemek ve ma’siyet irtikâb etmek suretiyle nefse zulmü veya azaba maruz bırakmak ve sevabını da azaltmak suretiyle onun kemaline halel getirmeyi gösterir. Çoğu zaman ise, bu husus “nefsine zulmetmek”kavramı altında bize sunulur. Öyleyse günah, hangi kategoriye dahil olursa olsun, onun yıpratıcı tesiri ve sonuçları, zaruri olarak yapanı alâkadar eder.
Kur’an-ı Kerim, insana çok önem verir. Mesela, Allah’a karşı yapılacak görevler, insanın gücünün dışında mütalaa edilmemiştir. Allah’a ibadet ve itaat konusunda insandan istenen, gücü ölçüsündeki şeylerdir. Güçlerinin yetmeyeceği şeylerden insan sorumlu tutulmazken, öte yandan da, en mükemmel hedefe ulaşması için gerekli gayretin sarfedilmesi istenmektedir.
Gücümüzün ve kuvvetimizin, ödevlerimizin hepsine âdil bir şekilde dağılması esastır. Aktif potansiyelimiz, hayatın diğer alanları içinde bizi güçsüzlüğe uğratması nokta-i nazarından, dar bir idealin hizmetinde çökertilmemeli ve öldürülmemelidir. Peygamberimizin sünneti, bize şu mesajı iletmektedir: “Üzerinde Rabbinin de hakkı vardır, nefsinin de hakkı vardır, ailenin de. Buna göre sen, her hak sahibine hakkını ver !”
Peygamberimiz, birçok vesileyle bu duruma değinerek, çok uzun süre uykusuz kalmak ve devamlı oruç tutmak gibi aşırı amelleri kınamış, vazgeçilmesini istemiş veya yasaklamıştır. Mesela, bir yolculuğu esnasında, bir cemaat ve cemaatin ortasında güneşten korunmaya çalışan bir adam görür. Bu adamın halini sorduğunda, O’na şöyle cevap verilir: “Oruç tutmakta!” Hz. Peygamber, hemen şöyle buyurur: “Seferde/yolculukta iken, oruç tutmak takvadan değildir.”
Benzer bir olay da şöyledir: Hz. Peygamber bir gün, omuzlarına yaslanmış olduğu iki oğlu arasında sallana sallana giden bir ihtiyar görür. Allah Rasülü, bu adamın halini sorduğunda, cevap verilir: “Yaya hacca gitmek şeklinde bir adakta bulunmuştu da!” Bunun üzerine şöyle buyururlar: “Bu adamın kendisine revâ gördüğü işkenceyi, Allah ona revâ görmez!”
Bu tür uyarı ve yadırgamalara rağmen, Peygamberimiz, kendisini telef edercesine, mesela ayakları şişinceye kadar gece namazları kılıyor ve bu durum ashap tarafından tam anlaşılmıyordu. Ashabına verdiği cevapta O, “Allah ’a şükreden bir kul olmasının yadırganmaması gerektiğiniifade ediyordu.
Bu yasaklar ve bunlara rağmen bu tür davranış özelliklerinden sonra şu tesbiti yapabiliriz: Dinî yaşantısının yoğunluğunu farklılaştıran bu ruhî hususiyete, dinin sübjektif yönü diyebiliriz. Buna göre, sadece fizik güç değil; ama manevî kuvvet de insanlar arasında eşit şekilde dağıtılmamıştır. Bundan neşet eden bir keyfiyet olarak bazı insanlar için katı ve aşırı olan bir davranış, bazıları için hiç de böyle olmayabilir.
İnsan, kendi ruhî ve maddî varlığı üzerinde, sosyal çevrede de olduğu gibi, istediği biçimde davranamaz ve böyle bir tasarruf hakkına da sahip değildir. Hz. Peygamber’in hadisinde ifade edildiği gibi, nefsimizin meşru haklarını kabul etmemek, ona yöneltilmiş bir suçtur ve cezası uhrevî âlemde görülecektir. Meşru olmaksızın canımıza, ruhî ve bedenî varlığımıza yönelteceğimiz herhangi bir suç, ahi- rette misliyle cezalandırılacaktır.“Kim dünyada nefsini herhangi bir şeyle öldürürse, kıyamet gününde de o şeyle azab olunur. “