İnsanın Kendisine Karşı Günahı Bırakmasının Nedenleri ?

By | 1 Nisan 2015

İnsanın Kendisine Karşı Günahı Bırakmasının Nedenleri ?İnsanın Kendisine Karşı Günahı Bırakmasının Nedenleri ?

Günahlar, kötü akıbeti bizzat yapanları ve buna sebep olanları ilgilendirdiğinden, günahkârlar, neti­cede bizatihi günahları kendilerine karşı işlemiş olur­lar. Bu durum, bazen nefs kelimesiyle beraber zikredi­len tabtânûne’ kelimesiyle ifade edilirken bu, günah işlemek ve ma’siyet irtikâb etmek suretiyle nefse zulmü veya azaba maruz bırakmak ve sevabını da azaltmak suretiyle onun kemaline halel getirmeyi gösterir. Çoğu zaman ise, bu husus “nefsine zulmetmek”kavramı al­tında bize sunulur. Öyleyse günah, hangi kategoriye dahil olursa olsun, onun yıpratıcı tesiri ve sonuçları, zaruri olarak yapanı alâkadar eder.

Kur’an-ı Kerim, insana çok önem verir. Mesela, Allah’a karşı yapılacak görevler, insanın gücünün dı­şında mütalaa edilmemiştir. Allah’a ibadet ve itaat ko­nusunda insandan istenen, gücü ölçüsündeki şeyler­dir. Güçlerinin yetmeyeceği şeylerden insan sorumlu tutulmazken, öte yandan da, en mükemmel hedefe ulaşması için gerekli gayretin sarfedilmesi istenmektedir.

Gücümüzün ve kuvvetimizin, ödevlerimizin hep­sine âdil bir şekilde dağılması esastır. Aktif potansiye­limiz, hayatın diğer alanları içinde bizi güçsüzlüğe uğ­ratması nokta-i nazarından, dar bir idealin hizmetinde çökertilmemeli ve öldürülmemelidir. Peygamberimizin sünneti, bize şu mesajı iletmektedir: “Üzerinde Rabbinin de hakkı vardır, nefsinin de hakkı vardır, aile­nin de. Buna göre sen, her hak sahibine hakkını ver !”

Peygamberimiz, birçok vesileyle bu duruma de­ğinerek, çok uzun süre uykusuz kalmak ve devamlı oruç tutmak gibi aşırı amelleri kınamış, vazgeçilme­sini istemiş veya yasaklamıştır. Mesela, bir yolculuğu esnasında, bir cemaat ve cemaatin ortasında güneşten korunmaya çalışan bir adam görür. Bu adamın ha­lini sorduğunda, O’na şöyle cevap verilir: “Oruç tut­makta!” Hz. Peygamber, hemen şöyle buyurur: “Se­ferde/yolculukta iken, oruç tutmak takvadan değildir.”

Benzer bir olay da şöyledir: Hz. Peygamber bir gün, omuzlarına yaslanmış olduğu iki oğlu arasında sallana sallana giden bir ihtiyar görür. Allah Rasülü, bu adamın halini sorduğunda, cevap verilir: “Yaya hacca gitmek şeklinde bir adakta bulunmuştu da!” Bunun üzerine şöyle buyururlar: “Bu adamın kendi­sine revâ gördüğü işkenceyi, Allah ona revâ görmez!”

Bu tür uyarı ve yadırgamalara rağmen, Peygambe­rimiz, kendisini telef edercesine, mesela ayakları şişinceye kadar gece namazları kılıyor ve bu durum as­hap tarafından tam anlaşılmıyordu. Ashabına verdiği cevapta O, “Allah ’a şükreden bir kul olmasının yadır­ganmaması gerektiğiniifade ediyordu.

Bu yasaklar ve bunlara rağmen bu tür davranış özelliklerinden sonra şu tesbiti yapabiliriz: Dinî ya­şantısının yoğunluğunu farklılaştıran bu ruhî husu­siyete, dinin sübjektif yönü diyebiliriz. Buna göre, sa­dece fizik güç değil; ama manevî kuvvet de insanlar arasında eşit şekilde dağıtılmamıştır. Bundan neşet eden bir keyfiyet olarak bazı insanlar için katı ve aşırı olan bir davranış, bazıları için hiç de böyle olmayabilir.

İnsan, kendi ruhî ve maddî varlığı üzerinde, sos­yal çevrede de olduğu gibi, istediği biçimde davra­namaz ve böyle bir tasarruf hakkına da sahip değil­dir. Hz. Peygamber’in hadisinde ifade edildiği gibi, nefsimizin meşru haklarını kabul etmemek, ona yö­neltilmiş bir suçtur ve cezası uhrevî âlemde görüle­cektir. Meşru olmaksızın canımıza, ruhî ve bedenî varlığımıza yönelteceğimiz herhangi bir suç, ahi- rette misliyle cezalandırılacaktır.“Kim dünyada nef­sini herhangi bir şeyle öldürürse, kıyamet gününde de o şeyle azab olunur. “