Hakkı Batılla Karıştırmak

By | 24 Ağustos 2014

hac-umre-seti

 

İnsan Bu Dünyada Son Derece Âciz Ve NoksandırRasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:

“Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar giydikleri elbiseleri nasıl çürütüp yıpratıyorlarsa, öyle Kur’an’ı da kalplerinde çürütüp yıpratacaklar. Onların sıfatları şöyledir. Bütün işleri Allah’tan korkmaksızın yemek, içmek, bir iyi­lik yaparlarsa, “bu yaptığım iyilik makbuldür.” derler. Kötülük veya haram işledikleri zamanda, af edileceklerinden emindirler…”

Peygamber (s.a.v.) Kur’an okuyanları, Kur’andaki cehennem ve diğer korkutucu ayetleri bilmediklerin için, Alah’tan tam korkamıyacaklarını bize haber veriyor. Buna benzer hıristiyanlar için de bir rivayet vardır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Kendilerinden öncekilerine gelen kitaba muhalif yaşıyarak nasd olmasa af olunacağız dediler.” (Araf/169)

Onlara gönderilen kitaptan maksad, kendi alimlerinin dediklerine mu­halefet ederek kitaba aykırı yaşadılar. Helâla, harama bakmadan nefislerine hoş geldiği şekilde yaşadılar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Benim cennette hazırladığım makam benden korkanlar içindir.”

(Rahman/46)

“Benim huzurumda tehdidimden korkanlar için hazırlanmış ma­kamlar vardır.” (İbrahim/l4)

Kur’an’ı Kerim başından sonuna kadar böyle uyarıcı, korkutucu ve sa- kındırıcı ayetlerle doludur. Kur’an’a iman edip, onu okuyup düşündükten sonra, gelecek korkusu ve hüzünlenmesi mümkün değildir. O kimsede ki, Kur’an okurken, harflerin mahreçlerine ve kıraat ilmine riayet ederler, adeta eski bir Arap şiiri okurlar ama onun manasına dikkat etmezler. İçindeki ifa­deleri düşünmezler.

Okuduğu kitabı anlamamaktan daha büyük bir aldanma olur mu? On­lardan bir kısım daha vardır ki, ibadet de ederler, günahta işlerler. Ancak, yaptıkları günahları ibadetlerinden fazladır. Onlar kendilerinin bağışlanaca­ğını beklerler, zannederler ki, iyilikleri ağır basacaktır. Fakat terazinin günah kısmı çok daha ağırdır. Terazinin günah kefesenin çok ağır gelmesine rağ­men, iyilik tarafının ağır basarak bağışlanmalarını beklemeleri cehaletin son noktasıdır. Bunlardan bir örnek ele alarak değerlendirelim. Mesela, haramla­rın çoğunluğu meydana getiren bir servet yapan insanın az bir sadaka verdi­ğini düşünelim. Halbuki haram yoldan elde ettiği servetli müslümanlara ver­diği yardımdan çok daha fazla -kat kat- zarar vermiştir. Belki de o sadaka olarak verdiği mal da kendi helâl kazancından değil, başkasından haksızca aldığı maldandır. Zannederki, haramdan kazandığı servete mukabil verdiği az sadaka, onun bağışlanmasına sebep olacaktır. Bu terazinin bir kefesine haksızca elde ettiği kazancı, diğer tarafa verdiği az sadaka miktar koyuldu­ğunda sevabının ağır geleceğine inanmak gibidir. Buna inanan kişi bilgisizli­ğin zirvesindedir.

Hak ile batılı birbirine karıştıran biri de, sevaplarının günahlardan çok olduğuna inanan kişidir. Bunlar nefislerini hesaba çekmezler, günah yapma­mak için nefislerine baskı yapmazlar. İyilik veya sevab işledikleri zaman he­men akıl defterine yazarlar, fakat işledikleri hiçbir günahı düşünüp akıl def­terine yazmazlar. Meselâ günde yüz kere Allah’a tevbe istiğfarda ‘bulunur, arkasından da gıybet eder. Diliyle müslümanların namuslarına zarar verir. Allah’ın gazabını çeken, nice söz ve ameller işler, ama onlara hiç aldırış et­mez. Tek bildiği günde yüz kere Allah’a tevbe istiğfarda bulunmuş olduğu­dur. Şayet yaptığı teşbihi aklında tuttuğu gibi, diğer çirkinlikleri de aklında tutsaydı, belki de günah işlediğini görecekti. Ama onları yazıcı melekler ya­zar. Allah-u Teâlâ her yazılan için ceza vaad etmiştir. Allah-u Teâlâ şöyle

buyuruyor:

“Bir göz çevirilmeye dursun, hemen onu kontrol eden bir göz var­dır.” (Kaf/18)

Ne yazık ki o devamlı yaptığı teşbih ve tevbenin faziletini düşünür. Gıybet, yalan, koğuculuk gibi yapılan suçların şiddetli cezasını hiç düşün­mez, aldırış etmez. Bu hal, aldanıştan başka birşey değildir. Öyle sanıyorum ki, kötülükleri yazan melekler, yazdıklarının karşılığını isteselerdi, muhak­kak ki böyle davranamazlardı. Hatta katiplik giderleri çok tutmasın diye bir­çok luzumlu şeylerden dahi sakınırlardı. Mecburi işlerinde bile iktisat yapar­lardı. Ne garip değil mi, katiplik masrafları fazla olmasın diye mecburi işle­rinde bile tutumlu olurken, Allah’ın yasak ettiği işlerde Firdevs cenneti ve içindeki nimetleri kaçırmak pahasına hiçbir sıkıntıya girmeyi düşünmezler. Hiç de ihtiyatlı olmayı denemezler. Bu durum bizi şu neticeye ulaştırır:

“Şayet Kur’an’dan şüphe ediyorsak, imansızlardan oluruz. Tastik ettiği­miz halde, korkmuyorsak ahmak mağrurlardanız. Her iki hal de Kur’an’a iman edenlerin hali değildir. Biz imansız olmaktan Allah’a sığınırız.

Biz imansız olmaktan Allah’a sığınırız.