Ayet: “Kim İslam’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.”
(Al-i İmran; 5)
Hadis: “Üç şeyin zıddını yapmaya kesinlikle ruhsat yoktur: Kâfir olsun, müslüman olsun, ana babaya iyilik yapmak; ister müslümana, ister kafire karşı olsun, verilen sözde durmak; emaneti, sahibi ister müslim olsun, ister gayr-i müslim sahibine teslim etmek…”
(Ramuz)
Hikâye: İslam’da Gayr-i Müslimler
Kur’ârfda insanlar; “inananlar” ve “inanmayanlar” diye iki gruba ayrılır. Bu temel ayrım dışında İslâmiyet, insanlar arasında ırk, renk, dil ve ülke esasına dayalı başka bir fark gözetmediği gibi, kendi mensuplarının oluşturduğu bir toplumda, İslâm inancını paylaşmayanların inanç hürriyetlerine, can ve mal güvenliğine sahip çıkarak yaşamalarına imkân tanımıştır. Bunun ilk örneği de bizzat Hz. Peygamber tarafından Medine’de bulunan müşrik ve Yahudilerle yapılan “Medine Vesikası” anlaşmasıdır. İslâm hukukuna göre bir İslâm ülkesinde yaşayan teb’a; ırk, kavim veya cemiyetlerine göre değil, mensubu olduğu inanca göre Müslüman veya gayr-i müslim olarak birbirinden ayrılırdı. Gayr-i müslimler de devletin himayesi altındadır, onların hukuk ve mükellefiyetleri ’zimmî’ statüsü altında belirlenmiştir. Böylece gayr-i müslimlerin; can, mal ve namus güvenlikleri garanti altındadır. Buna karşılık; tarımda, “haraç”; can vergisi olarak da “cizye” ödemekle mükelleftirler.