Fakirlerin Gözetmesi Gereken Hususlar Nelerdir?

By | 23 Mart 2015

fakirlerin-gozetmesi-gereken-hususlar-nelerdir    Bir zengin, zenginliğine nasıl düşkünse fakir de fakirliğine öyle düşkün olmalıdır. Bir zengin, zenginliğini kaybetmemek için nasıl ki didinip duruyor ve her şeyi yapıyorsa fakir de fakirliğini kaybetmemek için elinden geleni yapmalıdır. Allah’ın kendisini fakirlikten ayırmamasını dilemeli; geçim talep etmek, çalışıp kazanmak, ailesi için dünyalık devşirmek ve sıkıntı vaktinde başkasına el açmamak için özel bir çaba sarfetmemelidir.

Fakir, elinde olanla yetinmeyi bilmeli ve ihtiyaç fazlası hiçbir şey almamalıdır. İhtiyaç miktannı ise yalnızca Allâh’ın emrini yerine getirmek amacıyla ve kendi canına kıyma günahına düşmekten korktuğu için almalıdır.

Allâh (c.c.) şöyle buyurur:

“Kendi kendinizi öldürmeyin; Allâh size çok merhametlidir. ”

Çünkü nefsinin hakkını vermemek haramdır. Nefsin hakkı ise yiyecek, içecek ve giyecektir. Bedeni ayakta tutacak ve namazı şart, rükün ve vâcibleriyle kılmaya gücü yetecek miktarda yeyip içmek farzdır.

O, [nefsinin hakkını verirken] hazzını bırakır. Şayet kısmetinde varsa kendisinin bir dahli olmasa da Allâh’in fiiliyle o gelip onu bulacaktır. Dolayısıyla hasta olmadığı sürece nefsinin hazlarını elde etmek için çabalamaz. Hasta olması durumunda ise nefsin hazlanndan bazı şeyler önerilebilir ve o da tedavi amacıyla bunları yiyip içebilir. Şu halde sağlıklı kişi açısından nefsin hakkı ne ise hasta olan açısından nefsin hazzı da öyledir.

Fakirlikten aldığı haz, şayet zengin olsa zenginliğinden alacağı haz dan daha fazla olmalıdır.

İnsanlar tarafından tanınmama, teveccüh görmeme halini ve insanların kendisini ziyarete gelmemesini daha çok tercih etmelidir.
Elinde mal olmadığı zaman kalbi daha an duru ve kaygısız olmalıdır. Fetihler azaldıkça kalbinin temizliği, kuvveti ve nuru o oranda artmalı ve sevinç duymalıdır. Ancak fakirlik sebebiyle kalbi kararır, yalnızlık hissine kapılır ve kalben Rabbine isyan ederse imtihana çekildiğini ve fakirliği sırasında büyük bir günah işlediğini bilmeli ve Allâh’a tövbe ederek bağışlamasını dilemedir. Nerede hata yaptığım araştırmalı ve nefsini kınamalıdır.

Fakir, aile fertlerinin sayısı arttıkça nzık konusunda kalbi daha çok sükûnet bulmalı ve Rabbine daha çok güven duymalıdır. Görünüşte ailesi için çalışıp kazanmak sûretiyle Rabbinin emrine uymalı, hakikatte ise Rabbinin vaadine güvenmeli ve Allâh katında onlann vaat edilmiş ve belirlenmiş bir nzıkları olduğuna kesinkes inanmalıdır. Kendisini ise bizzat kendi eliyle ya da başkalannın eliyle onlara nzıklannı ulaştıran bir vasıta bilmelidir. Dolayısıyla kendisi aradan çekilmeli ve üstüne lazım olmayan bir işe soyunmamalıdır. Allâh’ın vaadinden kuşku duymamalı, şikâyetini başkalarına değil, doğrudan Rabbine arz etmeli ve ihtiyacını ondan istemelidir. Allah’tan kendisine sabır vermesini, ailesi hakkında onun emrini yerine getirebilmeyi ve hükmüne nza göstermeyi dilemelidir. Rızık elde etme yollannı kolaylaştırmasını talep etmelidir. Hiç kuşkusuz O, kullanna çok yakın ve onlann dualannı kabul edendir. Kulunu kendisine döndürmek için ona bir sıkıntı verir; çünkü O, duada ısrarcı olanlan sever. Zira Rab ile Rabbin bağlılan, efendi ile köle ve zengin ile fakir bu yolla birbirinden aynlır. Kul, kibrinden ve kendini önemseme duygusundan tevazu ve alçak gönüllüğe böyle geçiş yapar. Kul bunu başannca duası da derhal kabul olur ve âhirette de onun için nice sevap biriktirilir.

Aynca fakir gelecek kaygısı taşımamalı; sadece içinde bulunduğu anın gereğini yapmalı ve bir sonrasını düşünmeyi sonraya bırakmalıdır. Sadece içinde bulunduğu durumu, gerektirdiği hükümıeri, şartları, adabı düşünmeli diğer bütün vakitlere gözünü yummalı ve kendi halini başkalarının haliyle kıyaslamamalıdır. Çünkü başkalarının kurtuluşuna vesile olan şey onun helâk sebebi olabilir. Nitekim bir gıda birisi için sağlık ve afiyet sebebi iken bir başkası için hastalık ve imtihan sebebi olabilir. Dolayısıyla hasta, herhangi bir gıdayı doktor tavsiyesi olmadan yememelidir. Fakir de herhangi bir hale, kendi iradesiyle girmemeli ve bir kader ve irade-i İlâhîye olarak rabbinin fiili ile girmek için beklemelidir. Herhangi bir hal veya makama başına buyruk bir şekilde girmeye kalkışırsa yoldan çıkıp helâk olabilir. Bundan dolayı öldürüp dirilten, gâh veren, gâh alan; gâh fakir düşüren, gâh zengin kılan; gâh güldürüp gâh ağlatan Allâh’ın fermanı gelip onu o halden başka bir hale koyuncaya kadar beklemelidir. Çünkü ona lâyık olan ve onu Rabbine daha çok yaklaştıracak olan şey budur. Sûfılik yolunun yolcularından ilim sahibi seleflerimizin tecrübesi böyle olmuştur.

Yine fakir, ölümün gelmesine hazırlıklı olmalı ve her an onun vaktini kollamalıdır. Böylece fakirliğe nza göstermesi ve çektiği sıkıntıları göğüslemesi kolay olur. Çünkü ölüm düşüncesiyle tûl-i emelin önüne geçilir, nefsin şehveti kırılır, dünyevî arzuların ateşi söner.

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Şehevî duygulan kıran ölümü çokça yâd ediniz.”

Yine fakir kalbinden yaratılmışlara dönük her türlü düşünceyi çıkarıp atmalıdır.

Zengin biri, yanına geldiğinde az dahi olsa gücü yettiğince ona yemek ve meyve ikram etmelidir. Çünkü o kalbiyle kendisini sebeplerden korumakta olup başkasını kendine tercih etmeye zenginden daha lâyıktır. Fakat kendisi zor durumda ise ve başkasını kendine tercih ettiğinde sahip olduğu yiyecek hane halkına yetmeyecekse böyle yapmayabilir. Ancak aile efradının da başkalannı kendilerine tercih edeceklerini, haklarından gönüllü bir şekilde vazgeçip sabredeceklerini ve rıza göstereceklerini biliyorsa o zaman zengine ikramda bulunur ve hiçbir şeyi elinde tutmak için çalışmaz.

Fakir, eli darda iken vera/takvâ konusunda ihtiyatı elden bırakmamalıdır. Fakirliği sebebiyle şeriatta helâl olmayan davranışlara yeltenerek azimeti bırakıp ruhsata geçiş yapmamalıdır. Çünkü vera/takvâ, dinin esâsı; tamahkârlık helâki; şüpheli şeyleri yemek ise fesâdıdır. Nitekim salih kullardan birisi şöyle demiştir:

“Fakir iken vera sahibi olmayan kişi hiç bilmediği bir yerden haram yer.”

Bundan dolayı o, fakir iken dini konusunda hiçbir kolaylaştırıcı yoruma sapmamak, haram veya şüpheli bir şeyi yemek için bahaneler uydurmamak ve azimeti tercih ederek ihtiyatı elden bırakmamalıdır.Fakir, çaresiz kalmadığı sürece başkalarından dilenmemelidir. Çaresiz kalır ve istemek zorunda kalırsa ihtiyaç duyduğu kadar ister. İhtiyacı da ona keffâret olur. Dilenmesi ancak bu durumda uygun olur.
Yukarıda söylediğimiz gibi kendisi için değil; ailesi için dilenmelidir. Kendisi bir liraya muhtaç olsa ve elinde on kuruş bulunsa onu harcayıp meteliksiz kalmadan bir lirayı istemesi uygun olmaz. Nitekim şöyle denilmiştir:

“Cepte bir miktar para bulunduğu sürece gaybdan hiçbir şey ortaya çıkmaz.”

Dilenmenin şartlarından biri de verenleri değil, asıl vereni yani Allah’ı görmek; insanları ise bir vekil, emanetçi ve müsahhar bilmektir; Allâh’ı bırakıp onları rab edinmemektir. Dolayısıyla onlardan dilenmesi, esasında bir haber verme veya haber isteme yerindedir. Sadece kendi durumunu ve ailesinin durumunu haber verir, aslâ Rabbinden şikâyetçi olmaz. İstediği kimseden de “Sana bir şey tevdi edildi mi? Bana herhangi bir şey vermene izin verildi mi ey vekil, ey koruyucu, ey emanetçi!” diye sorup haber ister. Çünkü esasında o mal konusunda veren ile alan arasında hiçbir fark bulunmayıp onun sahibi başkasıdır ve her ikisi de onun ailesidir. Bu duygu ve düşünce ile isterse istemesi caiz olur; değilse olmaz. Müşrik, deccal karakterli, riyakâr, putperest, bu yolun sâliklerinden olmayan, yalancı, münafık ve zındık olan kişilerin ise hiçbir değeri yoktur. Bundan sonra Allâh verirse şükreder; vermezse sabreder. Özü sözü bir olan fakirin nitelikleri işte bunlardır.
Geri çevrilirse gücenmez, halinde hiçbir değişiklik olup kızmaz, vermeyene itiraz etmez, onu kınamaz ve haksızlık etmez. Çünkü bilir ki o
da kendisi gibi emir kulu ve vekildir. Vekil ise kendisine kim vekâlet vermişse elindeki malda onun emriyle tasarrufta bulunur; gerçekte veren ise vekâletin sahibi, yani Allâh’tır. Bunun yerine Rabbine döner ve kalpleri kendisine müsahhar kılması, zorları kolaylaştırması, nzık ve kısmetini ona göndermesi, açlık ve sıkıntısına ve kullara el açıp yalvarmasına bir son vermesi için ona yakarır. Kim bilir belki de Rabbi, onu kendi kapısına geri döndürmek için insanlann vermesine engel olmuştur. Bundan dolayı o, Rabbinin kapısında bekler ve ellerini açarak, perdenin kaldırılması için niyaz eder. Böylece hakikatte veren, kullar değil, Rabbi olur.