Bir erkek kendisine nikâhı düşebilen yabancı bir kadınla; bir kadın da baba, kardeş ve amcaları gibi mahremleri sayılan erkeklerin dışında diğer erkeklerle tokalaşamaz. Bu hususta Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) nasıl hareket ettiği bizim için şaşmaz bir ölçüdür.
Efendimiz, kendisine biat için gelen sahabi hanımlara şöyle buyurmuşlardır:
“Ben kadınlarla tokalaşmam. Benim yüz kadına söylediğim söz bir kadına söylediğim söz gibidir.”
Hz. Âişe Validemiz (r.a.) ise Resulullah’tan (a.s.m.) gördüğünü şöyle nakleder:
“Resulullah’ın (a.s.m.) mübarek eli hiçbir yabancı kadının eline kesinlikle değmedi.”
Bundan dolayı gerek iş hayatında, gerekse diğer görüşmelerde erkeğin kendisine yabancı bir kadınla veya kadının yabancı bir erkekle tokalaşması konusunda bir “izin” verilmemektedir.
Ayrıca bu bir zaruret de değildir. Yani, “Bu zaruri bir haldir” diye insan gönül rahatlığı içinde bu yasağı işleme yoluna gidemez.
“Zaruret”, ancak insanın “çaresiz” halde kaldığı, haram olan o şeyi yapmadığı zaman canına, malına ve namusuna bir zarar gelebilecekse ve bu durum da kuvvetli bir ihtimalle tahmin ediliyorsa, ancak o zaman yapılır.
Yoksa her akla gelen sıkıntılı bir hal, her karşılaşılan acil ve âni bir durumda “Bu zarurettir” diyerek haram olan bir şeyi yapmak ve uygulamak gerekir ki, bu da istenmeyen sonuçlar doğurur.
O zaman her önüne gelen kendi ölçülerine göre bir “zaruret” bahanesi ileri sürer, böylece sakıncalı şeyler normalleşiverir.
Halbuki mesele böyle değildir. Zaruret ancak dine uygun bir çerçeve içinde kalmanın mümkün olmadığı durumlarda söz konusu olabilir.
Bir Müslüman, sosyal ilişkilerine zarar vermeden meşru daire içinde kalabilir, yaşayabilir.
Öyle ise, “zaruret-mecburiyet” prensibini hatıra getirerek erkeklerin nâmahrem olan kadınlarla, kadınların da yabancı erkeklerle tokalaşmasının bugün artık zaruret gerekçesiyle uygulanmasının haklı bir dayanağını bulmak kolay değildir.
Çünkü, böyle bir zaruret yoktur. İnsan yapmadığı zaman ne canına, ne malına, ne de namusuna bir eksiklik ve zarar gelmez.
Çevrenin garip karşılayacağı ihtimalinin, kişinin yabancı kadınla tokalaşmadığı an medeni ilişkilerde bir eksiklik olacağı düşüncesinin, “gerici, yobaz” olarak karşılanmanın haklı sebeplerini bulmak mümkün olmasa gerektir.
Bunlarla birlikte Batıdan gelen bu yanlış âdet ve “görgü kuralı” yaygın bir şekilde yerleşmiş durumda. Bunun için nasıl hareket etmeli?
Hem inancımıza bir zarar getirmeyip sorumlu bir duruma düşmeden; hem de bunun dinen bir sakınca oluşturduğunu tam olarak bilmeyen muhatabımızı kırmadan, incitmeden nasıl davranmalıyız?
Bir kere siz bu hali bir haram olarak biliyor ve inanıyorsanız, ki öyledir; o zaman bu sakıncalı duruma düşmemek için bir gayret sarf edeceksiniz. Onu işlemeye meydan vermeyecek, yerine göre hareket etmeye çalışacaksınız.
Başka bir nokta; bir fırsatını bularak muhataba bu durumun dinen haram olduğunu söylersiniz. Zaten onun sizi anlayışla karşılaması, fikir ve inancınıza saygılı olması medenî olmanın bir gereğidir.
Siz bu konuda tavrınızı belli ederseniz, ileriki karşılaşmalarda meselenin çözüldüğünü veya belli bir akışa girmiş olduğunu göreceksiniz.
Bununla beraber, şayet kişi kendisini mecbur hissediyorsa, tokalaşmayı bir günah olarak bilir de yaparsa, sorumluluğunu peşin olarak kabul etmiş sayılır.
Fakat “Bunda bir sakınca yoktur” diye düşünürse, ağır bir sorumluluk alüna girmiş demektir.
Bu arada şunu da hatırlatalım: Kadın şehevânî histen kesilmiş yaşta ise, onunla musafaha yapmada, tokalaşmada, elini öpmede bir sakınca yoktur. Çünkü, arada duygusal bir sakınca kalmamıştır.
Ancak erkek kadm gibi değildir. Kaç yaşında olursa olsun, isterse seksen-doksan yaşında bulunsun, haramlık devam eder.