Dünyanın Kötülüğü Ve Ondan Sakınmak

By | 24 Ağustos 2014

hac-umre-seti

 

imtihan dünyasıEbu Ümme Behili’nin rivayet ettiğine göre:

Salebe İbni Hatip peygamber (s.a.v.)’e:

Ey Allah’ın Elçisi, Allah’a dua et bana mal mülk versin” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:

“— Ey Salebe, şükrünü îfa ettiğin az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır!”

Salebe tekrar dedi ki:

“— Ey Allah’ın Elçisi, Allah’a dua et bana çok mal versin!”

Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:

“— Ey Salebe, beni örnek almıyor musun? Allah’ın peygamberi gibi iyi ahlaklı ol, Allah’a yemin ederim ki, dağların altın olmasını isteseydim, onlar altın ve gümüşten donatılırdı.”

Salebe tekrar dedi ki:

“— Ey Allah’ın Elçisi, Allah’ına dua et bana mal versin, herkesin hak­kını dağıtacağıma söz veriyorum.”

Rasûlüllah (s.a.v.)

“— Ey Allah’ım Salebe’ye mal ver,” diye dua etti.

Salebe bir koyun aldı. Bu koyun durmadan çoğalarak bir sürü sahibi oldu.

Her taraf Salebe’nin sürüsü ile doldu. Salebe’nin sürüsü hertarafı dol­durunca, öğle ve ikindi namazlarını kılmak için cemaate katılıyor diğer va­kitler katılamıyordu. Sürüsü çoğaldıkça öğle ve ikindi namazlanndan da ce­maati terk etmeye başladı. Sürü çoğalınca cuma namazlarına da gelmez ol­du. Daha sonra dağlarda sürüsüyle meşgul olarak şehre inmez oldu. Medine hakkında ancak yolculardan haber alır oldu.

Rasûlüllah (s.a.v.) birgün:

“— Salebe İbni Hatip nerede, o ne yapıyor?” diye sordu.

Dediler ki:

“— Koyun sürüleri çoğaldı. Ona şehir dar gelince, dağlarda sürüsünün başında kalmaya mecbur oldu.”

Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:

“— Vah yazıklar oldu Salebe! Vah yazıklar oldu Salebe!.. O sırada şu âyeti celile indirildi:

“Onların mallarından kendilerini temizliyeceğin, yücelteceğin bir sadaka al ve onlara dua et, çünkü senin duan onlara huzur verir.” (Tev- be/103)

Bundan sonra zekat almanın farzlığını bildiren ayetler indirildi.

Ayetler indirildikten sonra, Peygamber (s.a.v.) Cüheyne ve İbni Süley- mi, kabilelerinden birer kişiye, zekat memuru olduklarını bildiren birer yazı­lı evrak verdi. Onlara zengin müslümanları dolaşıp, zekatlarını toplamalarını emretti.

Salebe İbnî Hatip beni Süleyh’den falancının zekatlarını al” diye emir buyurdular.

O iki kişi, Salebe’ye geldiler. Rasûlüllah’ın vermiş olduğu evrağı gös­terdikten sonra zekatlarını vermesini istediler. Salebe onlara şöyle cevap verdi:

“— Bu bir cizyeden (gayr-i müslimden alınan vergi) başka bir şey de­ğildir. Veya bu cizyeye benziyor. Diğer işlerinizi gördükten sonra bana tek­rar uğrayın” dedi.

O zekatları toplayan Beni Süleylı’ten olan bir kişiye gittiler. O kişi on­ları işitince hemen saygıyla ayağa kalktı. O kişi, sürünün içindeki develerin en iyisini seçerek verdi ve dedi ki:

“— Alınız!”

Zekat memurları, sen devenin en iyisini vermeye mecbur değilsin! Or­ta halli olan deveyi vermen doğrudur, dediler.

O adam şöyle dedi:

“— Bunu alınız, bu zekat olarak ayrılmıştır. Bunu severek ve gönül rı­zasıyla veriyorum.

Zekat memurları tekrar Salebe’ye döndüler. Zekatı istediklerinde şöyle

dedi:

“— Elinizdeki belgeyi gösteriniz!” Zekat memuru gösterdikleri zaman şöyle dedi.

“— Bu cizyenin kardeşidir, siz gidiniz” dedi.

Onlar oradan ayrıldıktan sonra, Rasûlüllah (s.a.v.)’e geldiler. Rasûlüllah (s.a.v.) onları görünce;

“— Vah yazık ettin ey Salebe” dedi. Zekat memurları geçen hadiseleri Rasûlüllah’a anlattılar. Rasûlüllah (s.a.v.) Beni Süleyh’den olan kişi için dua etti.

Bu olaydan sonra şu ayeti kerimeler indirildi:

“Onlardan kimi de ‘şayet Allah lutfundan bize verirse elbette sa­daka vereceğiz, yararlı insanlardan olacağız,’ diye Allah’a andiçtiler.

“Ne zamanki Allah onlara lutfundan verdi, O’nun (Allah’ın) ver­dikleriyle cimrilik ettiler ve yüz çevirerek (sözlerinden) döndüler.

“Kendisine verdikleri sözden döndüklerinden ve yalan söyledikle­rinden dolayı, Allah kendisiyle karşılaşacağı güne kadar onların kalple­rine iki yüzlülük sokmuştur!” (Tevbe/75-76-77)

Bu ayetler indirildiği zaman, peygamber’in (s.a.v.) yanında Salebe’nin akrabalarından biri vardı. O Salebe’ye giderek:

— Ey Salebe, perişan oldun. Allah-u Teâlâ senin hakkında şöyle şöyle ayetler indirdi, dedi.

Salebe oradan hemen Rasûlüllah (s.a.v.)’in yanına geldi. “Zekatının ka­bul edilmesini istedi.” Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:

“— Allah bana senin zekatını almamı yasakladı.”

Salebe pişman bir şekilde, başına toprak serpmeye başladı. Rasûlüllah bunu görünce şöyle buyurdu:

“— Bu senin amelindir. Ben sana çok söyledim fakat, sen bana itaat et­medin!”

Salebe evine döndü. Peygamber (s.a.v.)’in vefatından sonra, Ebu Bekir (r.a.) döneminde zekatlarını getirdi. Ebu Bekir de kabul etmedi. Hz. Ömer (r.a.) döneminde de getirdi, o da kabul etmedi. Hz. Osman (r.a.) döneminden sonra da zekatı kabul edilmeden vefat etti.

Cerir, Liys’den şöyle rivayet etti:

—                     Bir kişi Hz. İsâ (a.s.) ile arkadaş olmak ister. Hz. İsa’ya (a.s.) şöyle

der:

“— Seninle birlikte olup seninle sohbet etmek istiyorum.”

Hz. İsa (a.s.) kabul etti. İkisi birlikte yola çıkarlar, bir nehrin kıyısına gelince, yemek yemek için otururlar Yalnız yanlarında sadece üç adet ek­mek vardır. İkisini yerler, üçüncü kalır. İsa (a.s.) su içmek için ırmağa iner. Yukarı çıktığı zaman ekmeği göremeyince, ekmeği kim yedi, der:

Adam:

—                     Bilmiyorum, der.

Oradan ayrılırlar. Bir müddet sonra acıkırlar. Hz. İsa (a.s.) oradaki bir yavru geyiği keser ve yerler. Hz. İsa (a.s.) daha sonra geyik yavrusunun eski haline gelmesini ister ve o eski haline gelir. Hz. İsa (a.s.) adama:

—                     Allah rızası için doğru söyle ekmeği kim aldı.

Adam:

—                     Bilmiyorum! der.

Bir müddet yürüdükten sonra, bir ırmağa rastgelirler. Hz. İsa (a.s.) ada­mın elinden tutarak ırmağın suyu üzerinde yürüyerek öteye geçerler. Hz. İsa (a.s.) adama:

—                     Allah hakkı için söyle, ekmeği kim yedi!

Adam:

—                     Bilmiyorum, der.

Yürümeye devam ederler. Kum ve çakıllı bir yere geldiklerinde oraya otururlar. Hz. İsa (a.s.) kum ve çakılları eline alınıp, onlara:

—                     Altın olun, der ve onlar altın kesilirler. Sonra onları üçe böler ve Şöyle der:

—                     Biri senin için, biıi benim için, diğeri de kim ekmeği aldıysa, onun

içindir.

Adam:

—                     Ekmeği ben aldım! der.

Hz. İsa (a.s.) der ki:

“Hepsi senin olsun.” sonra onu bırakarak oradan ayrılır.

Hz. İsa (a.s.) oradan ayrıldıktan sonra iki adam oraya gelir. Altınları görünce onu öldürüp altınlara sahip olmak isterler. Adam onlara der ki:

—                     Altınları üçümüz arasında paylaştıralım. Fakat, önce birimiz şehre gitsin şehirden ekmek getirsin, karnımızı doyuralım sonra üçe paylaştırırız.

Adamlar bu teklifi kabul ederler. İçlerinden biri şehre ekmek almaya gitmeyi kabul eder. Yolda giderken şu şeytanlığı düşünür:

“Niçin altınların hepsine sahip olmak varken onu üçe böleyim. Ekme­ğin onlara vereceğim kısmına zehir koyup onları öldürdükten sonra altınla­rın hepsi benim olur.” Böylece ekmeklerin iki kısmına zehir koyar.

Diğer ikisi de, altınları ikiye bölüp daha çok almak varken niçin üçe bölelim? Onu herhangi bir sebep uydurup öldürelim. Böylece altınları ikiye paylaştırırız, dediler.

Adam ekmeği getirince onu öldürürler. Onlar da ekmekleri yiyince ölürler. Altınlar da, kumlar üzerinde üç ölünün arasında kalır.

Hz. îsa (a.s.) havarileriyle oradan geçerken onlara bu manzarayı göste­rir ve der ki:

—                     İşte Dünya budur! Ondan sakınınız! .

Rivayet edildiğine göre:

“Zülkarneyn bir yolculuğu esnasında, elinde hiçbir yiyeceği olmayan bir kavme rastlar. İnsanlar sabah uyanınca, kabirlere gidip oraları temizler­ler, süpürürler, acıktıkları zaman ot toplıyarak onlarla karınlarını doyururlar. Zülkarneyn, onların başkanına birini yollar ve yanına.gelmesini ister.”

Fakat, onların başkanı daveti kabul etmez ve şöyle der:

—                     Bizim ona ihtiyacımız yoktur! Onun bize ihtiyacı varsa o gelsin!

Durum Zülkarneyn’e anlatılınca:

“— Doğru demiş” diyerek onun yanına varır.

Zülkarneyn:

—                     Bana gelmeniz için haber gönderdim, gelmediniz. İşte ben geldim,

Başkan:

—                     Şayet size ihtiyacımız olsaydı gelirdim! dedi.

Zülkarneyn:

—                     Sizi öyle bir hayat sürerken gördüm ki, hiçbir kavmi öyle görme­miştim, dedi.

Başkan:

—                     Nasıl bir halde görüyorsun?

Zülkarneyn:

—                     Malınız-mülkünüz yok. Gümüş, altın biriktirmek için çalışmaz, on­dan faydalanmayı düşünmez misiniz?

Başkan:

—                     Biz, altın ve gümüşten nefret ediyoruz. Kim onları biriktirmeye ça­lışırsa, o kendini zor işe atmış olur.

Zülkarneyn:

—                     Neden o kabirlere her sabah gidip oraları temizliyorsunuz?

Başkan:

—                     Biz bunu dünyaya dalmayalım ve kötü ameller yapmayalım diye yapıyoruz.

Zülkarneyn:

—                     Ot ve sebzeden başka yiyecekleriniz yok mu? Canlı hayvanların etinden sütünden faydalanmaz mısınız?

Başkanları:

—                     Biz karınlarımızı hayvan mezarlığına çevirmekten nefret ediyoruz. Ot ve sebzeler bizlere yiyecek olarak yetiyor. Az yiyecek insanoğlu için yeterlidir.

Başkan elini Zülkarneyn’in omuzuna koyarak, ona bir kafatası gösterir.

—                     Biliyor musun bu kimin kafatasıdır?

Zülkarneyn:

—                     Hayır bilmiyorum. Kimin kafatasıdır?

Başkanları:

—                     Yeryüzünde hükümran olmuş bir sultanındır. Allah ona kuvvet, güç, otorite vermişti, ancak o halkına ve canlılara zulmetti, onlara işkence çektirdi. Allah’ta ölümle onun vucudunu canından ayırdı. Şimdi yerdeki bir taştan farksızdır. Allah, onun amellerini yazdırmalı. Kıyamet günü hesaba çekerek onu cezalandıracaktır.

Başkan; başka bir kurumuş kafatası aldı ve Zülkarneyn’e uzatarak “bu kimindir biliyor musun?” dedi.

Zülkarneyn:

—                     Bilmiyorum, dedi.

Başkan:

—                     Bu kafatası, biraz önceki kafatası sahibinden sonra sultan olmuş ki­şinin kafatasıdır. O kendinden öncekinin zulmünden dolayı, haksızlıktan nefret etmiştir. Allah’ın buyruklarını tutmuş ve halkına adalete, iyilikle hük­mederek, mütevazi birisi olmuştur. Sonra da ölerek görmüş olduğun hale gelmiştir. Allah onun amellerini de yazdırdı. Kıyamet günü onun mükafatını alacaktır.

Başkan bundan sonra Ziilkarneyn’in kafasını işaret ederek, şöyle der:

—                     Bu kafa da bu iki kafadan biri gibi olur. Ey Zülkarneyn! yaptıkları­na dikkat et!, der.

Zülkarneyn:

—                     Benimle sohbet etmek istemez misin? Seni kendime kardeş, veya vezir edeyim. Allah’ın bana verdiği şeylere sen de ortak ol!” dedi.

Başkan:

—                     Benim seninle birlikte olmam doğru değildir, diye cevap verdi.

Zülkarneyn bu olaydan ibret alarak oradan ayrıldı.

Bu hususu açıklayan şu şiir ne kadar güzeldir:

Ey dünyaya dalmış olan kişi sen,

Dünyan için yitirmişsin uykunu.

Dünyanın zevkiyle uğraşmadasın,

Düşünsene Allah’ın sorgusunu.

Dünya ancak fitnedir insanlara,

İster çok ister az Hak versin sana,

Durmadan gayret et şükürden yana,

Sabreyle daima sen yokluğunu!