Cemaatle Namaz

By | 30 Mart 2015

cemaatle-namaz    Namazların mescidde cemaatle kılınmasının fazileti ve namazda huşu konusunda başlıca şu rivayetler vardır:
Ebû Hüreyre’den Allâh Rasûlü’nün (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Kul, abdest alıp mescide gitmek üzere evinden çıkınca attığ her adıma karşılık Allâh ona bir iyilik yazar, bir günahını siler ve onu bir derece yükseltir. Ayrıca Allâh kulunun bu ameli karşısında uzun süre memleketinden ayn kalmış birisi ailesine döndüğünde nasıl sevinilirse işte öyle sevinir.”
Selmân’dan (r.a.) Allâh Rasûlü’nün (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Allâh (c.c.) şöyle buyurun “Herkim evinde güzelce abdest alıp benim evlerimden birini ziyaret ederse o, bizzat beni ziyarete gelmiş olur. Zi yaret edilen kişinin ise ziyaret edeni güzelce ağrlaması boynunun bor cudur.”
Ömer İbnü’l-Hattâb’dan (r.a.) şöyle nakledilmiştir:
Cebrâil Hz. Peygamber’e geldi ve “Gecenin karanlığında mescidlereyürüyerek gidenleri kıyamet gününde eksiksiz bir nur ile müjdele” dedi.
Ebu’d-Derdâ’dan (r.a.) Allâh Rasûlü’nün (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi beş derece daha üstündür.”
Abdullah b. Ömer’den (r.a.) Allâh Rasûlü’nün (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Cemaatle kılınan namaz ile tek başına kılınan namaz arasında yirmi yedi derece vardır.”

Enes b. Mâlik’ten Allâh Rasûlü’nün (s.a.v.) Osman b. Maz’ûn’a hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Osman! Her kim sabah namazını cemaatle kılarsa kabul edilmiş bir hac ve umre sevabı kazanır. Osman! Her kim öğle namazını cemaatle kılarsa her biri o ayarda yirmi beş namaz kılmış gibi sevap alır, ayrıca Firdevs cennetinde yetmiş derecesi olur. Osman! Her kim ikindi namazını cemaatle kılar ve ardından güneş batıncaya kadar Allâh i zikretmeye devam ederse İsmail’in oğullarından birini ve onunla birlikte on iki bin kişiyi âzâd etmiş gibi ecir alır. Osman! Herkim akşam namazını cemaatle kılarsa her biri o ayardayirmiş beş namaz sevabı alır ve Adn cennetinde yetmiş derece elde eder. Osman! Her kim yatsı namazını cemaatle kılarsa Kadir gecesini ihya etmiş gibi sevap alır. ’’
Kişi, mescide gelirken korku, huşu, sekînet ve vakar içinde olmalıdır; kinden dünya meşgalesi dışında şeyler geçirmeli ve edepli olmalıdır. Aynca hlı yandan ümit, bir yandan korku ve tevazu hissi taşımalı, kendini beğenip böbürlenmemen, insanların kendisi hakkındaki düşüncelerini aklından tamamen çıkarmalıdır ve yaptığı bu ibadetle Allâh’a yönelmeyi ve “Nitekim o evlerde/mescidlerde kalpleri bu nurla aydınlanmış kimseler her daim Allah’ın adı m anıp yüceltirler. Onlar öyle kimselerdir ki onları ne ticaret, ne de maddî kazanç hırsı Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyar” âyetinde buyrulduğu üzere, onun evlerinden birini ziyaret etmeyi niyet etmelidir.

Namazdan yetişebildiği bölümü cemaatle kılar, yetişemediği bölümü ise tek başına tamamlar. Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Mescide geldiğinizde cemaat namaza durmuş ise acele etmeden yürüyüp cemaate katılsın, yetişebildiği kadarını cemaatle kılıp kaçırdığı bölümü kendisi tamamlasın. ”
Hadisin bir başka tarikindeki ifade şöyledir: “vakarla ve hiç istifini bozmadan yürüsün. ’’
Namazını sürekli cemaatle kılan kişi, bundan dolayı kendini beğenme duygusuna kapılmaktan kaçınsın. Çünkü bu, onu Allâh’ın gözünden düşürür, onun huzurundan uzaklaştırır, durumu konusunda onu körleştirir, basiret nurunu yok eder, daha önceden ibadetten aldığı hazzı alamaz olur, marifeti saflığını kaybedip bulanıklaşır ve kim bilir belki de ameli yüzüne çarpılır. Çünkü Allah’ın kibir sahiplerinin amellerini tövbe etmedikleri sürece kabul etmeyeceği rivayet edilmiştir.
Bir hadiste şöyle varit olmuştur:
İbrahim Peygamber bir geceyi ihya etmişti. Sabaha erişince gece yaptığı ibadet çok hoşuna gitti ve kendi kendine “İbrahim ’in Rabbi ne güzel bir rab! Ve İbrahim ne güzel bir kul!” dedi.
Sabah kahvaltısı hazırlanınca sofrasına oturacak hiç kimseyi bulamadı. Halbuki yemeğini başkalarıyla birlikte yemeyi çok severdi. Yoldan geçen birisi yanına gelip kendisine eşlik etsin diye sofrasını çıkarıp yola serdi. Derken gökyüzünden iki melek inerek ona doğru yaklaştılar. İbrahim onlara seslendi. Onlar da sese kulak verdiler. İbrahim onlara, “Buyrun bu güzel bahçeye gelin. Bahçede pınar var ve pınarın tatlı suyu var. Sizinle orada kahvaltı edelim ” dedi. Melekler bahçeye geldiler. Bir de ne görsünler, pınar kurumuş ve hiç suyu kalmamış. İbrahim bu olana hiçbir anlam veremedi ve söylediği şeyden dolayı çok utandı. Melekler, “İbrahim, Rabbine dua et de pınarın suyunu geri getirsin ” dediler. İbrahim dua etti; ama nafile, pınarın suyu gelmedi. Bu durum İbrahim ’in çok zoruna gitti. Meleklere, “Bir de siz dua edin bakalım ” dedi. Meleklerden birinin dua etmesiyle birlikte punardan su gelmeye başladı. Diğeri de dua edince pınar eskisi gibi akmaya başladı. Bunun üzerine onlar kendilerinin melek olduğunu ve geceleyin yaptığı ibadeti çok beğendiği için duasının kabul edilmediğini söylediler.
Allâh, kendisine dost/halîl olarak seçtiği bir peygambere böyle yaptığına göre başkasına ne yapar, sen hesap et.
Kişi, böyle düşünmek yerine yaptığı bütün ibadetlerinin Allâh’ın tevfik ve inayetiyle olduğunu, kendisinin Allâh’ın lütuf ve ihsânına, rahmet ve minnetine mazhar olduğunu düşünmeli ve Rabbinin huzuaında sanki onu görüyormuş gibi saygı, huşu ve tevazu ile kıyam etmelidir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allâh ’a sanki onu görüyormuş gibi kulluk et; çünkii sen onu görmüyorsan da O, seni görüyor. ”
Bir hadiste şöyle varid olmuştur:

“Allâh Meryem oğlu İsa’ya şöyle vahye t ti; ‘Benim huzurumda kıyam ettiğinde korkan, zillet duygusu içinde kendini kınayan bir kimse gibi kıyam et; çünkü nefs yenilmeye lâyıktır. Bana dua ettiğinde de organların titreyerek dua et.
Allâh’ın Hz. Mûsâ’ya da bu içerikte bir şey vahyettiği rivayet edilmiştir.
Nakledildiğine göre İbn Şîrîn, namaz kılmak için kalktığında Allâh’a duyduğu saygı ve korkudan ötürü beti benzi atardı.
Yine Müslim b. Yesâr (rh.a.), kıldığı namaza kendini öyle verir Allâh’tan öylesine korkardı ki namazda iken ne bir çıtırtı duyar, ne de ba ka bir şeyin farkına varırdı.

Âmir b. Abd Kays şöyle demiştir:

gelin. Bahçede pınar var ve pınarın tatlı suyu var. Sizinle orada kahvaltı edelim ” dedi. Melekler bahçeye geldiler. Bir de ne görsünler, pınar kurumuş ve hiç suyu kalmamış. İbrahim bu olana hiçbir anlam veremedi ve söylediği şeyden dolayı çok utandı. Melekler, “İbrahim, Rabbine dua et de pınarın suyunu geri getirsin ” dediler. İbrahim dua etti; ama nafile, pınarın suyu gelmedi. Bu durum İbrahim ’in çok zoruna gitti. Meleklere, “Bir de siz dua edin bakalım ” dedi. Meleklerden birinin dua etmesiyle birlikte punardan su gelmeye başladı. Diğeri de dua edince pınar eskisi gibi akmaya başladı. Bunun üzerine onlar kendilerinin melek olduğunu ve geceleyin yaptığı ibadeti çok beğendiği için duasının kabul edilmediğini söylediler.

Allâh, kendisine dost/halîl olarak seçtiği bir peygambere böyle yaptığına göre başkasına ne yapar, sen hesap et.
Kişi, böyle düşünmek yerine yaptığı bütün ibadetlerinin Allâh’ın tevfik ve inayetiyle olduğunu, kendisinin Allâh’ın lütuf ve ihsânına, rahmet ve minnetine mazhar olduğunu düşünmeli ve Rabbinin huzuaında sanki onu görüyormuş gibi saygı, huşu ve tevazu ile kıyam etmelidir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Allâh ’a sanki onu görüyormuş gibi kulluk et; çünkii sen onu görmüyorsan da O, seni görüyor. ”

Bir hadiste şöyle varid olmuştur:
“Allâh Meryem oğlu İsa’ya şöyle vahye t ti; ‘Benim huzurumda kıyam ettiğinde korkan, zillet duygusu içinde kendini kınayan bir kimse gibi kıyam et; çünkü nefsyerilmeye lâyıktır. Bana dua ettiğinde de organların titreyerek dua et.
Allâh’ın Hz. Mûsâ’ya da bu içerikte bir şey vahyettiği rivayet edilmiştir.
Nakledildiğine göre İbn Şîrîn, namaz kılmak için kalktığında Allâh’a duyduğu saygı ve korkudan ötürü beti benzi atardı.

“Namazda iken dünyevî konulan düşünüp duracağıma omzuma hançcı ler saplanmasını tercih ederim.”
Sa‘d b. Mu’âz şöyle demiştir:
“Kıldığım hiçbir namazda, onu tamamlayıncaya kadar dünyevî şeyleri aklıma getirmemişimdir.”

Mücahid (rh.a.) şöyle demiştir:
İbnü’z-Zübeyr (r.a.) namaza durunca öyle bir huşu’u olurdu ki âdeta dümdüz düz bir sopa gibi dururdu.”

Vehb İbnü’l-Verd namaz kılmaya başlayınca sanki cehennemi görii yormuş gibi bir hale bürünürdü.

Köle Utbe, kışın namaza başlayınca boncuk boncuk terlerdi. Niye tellediği sorulunca “Allah’tan haya ettiğim için” cevabını verdi.
Müslim b. Yesâr (rh.a.) evinin bir odasında namaz kılıyordu. O esnada evinde yangın çıktı. Basralılar korkuya kapılarak derhal geldiler ve yangını söndürdüler. Müslim b. Yesar evinde yangın çıktığının farkına ancak yangın söndürüldükten sonra varmıştı.
Yine o, camide namaz kılıyordu. Caminin sütunlarından birisi hemen yanı başına devriliverdi. Çarşıdakiler bunu görünce çok korktular; ama o bunun farkına bile varmadı.

Ammâr İbnü’z-Zübeyr (rh.a.) ayakkabılarını önüne koymuş namaz kılıyordu. Ayakkabısının tasması da yeniydi. Namazda gözü bu tasmalara takıldı. Namazını bitirinci ayakkabılannı fırlatıp attı ve o günden sonra bir daha ayakkabı giymedi.
Yine naklediğinde göre Rebî b. Haysem nafile namaz kılıyordu, önünde de yirmi bin dirhem değerindeki atı duruyordu. Bir hırsız gelip atın yularını çözdü ve onu alıp götürdü. Ertesi sabah insanlar teselli etmek için  onun yanına geldiler. Onlara “Ben o kişinin atı çözdüğünü görüyordum ; ama o esnada attan çok daha değerli ve güzel bir işle meşguldüm” dedi. Gündüzün ortasına doğru atı çıkageldi ve onun yanı başında dikildi.

Nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) üzerinde kırmızı çizgi bulun, m siyah bir şiltenin üzerinde namaz kılıyordu. Selâm verince “Bu çizgi  namazda benim dikkatimi dağıttı” buyurdu.

Allâh (c.c.) “Onlar namazlarını huşu ile kılarlar™ buyururak, kıldığı namaza kendini verenleri ve bütün benlikleri ile namaz kılanları övmüştür.
Zührî, huşu’u “kişinin namazdaki sükûnet hali” diye tanımlamıştır. Minilerine göre ise huşu, kendini bütün varlığı ile namaza verdiği için sagunla ve solunda kimin olduğunun bile farkına varmamaktır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Namazda çok önemli bir meşguliyet vardır. ”