“Eşler birbiri hakkında önyargılı olmamalı.Olayların hep iyi tarafım görmeli. Eşinin hoşuna giden huylarını takdir etmeli, tasdik etmeli, böylece mutlu etmelidir. Hoşuna gitmeyen huyları için de, ‘Şu şu huyların hoşuma gitmiyor,’ demelidir. ‘Şayet senin de bende beğenmediğin huylarım varsa, söyle bileyim’ diyerek kapıyı açık tutmalıdır.”
Bir radyo programında bu konuyu tartışmaya açtım:
İçimizdeki, küçük dünyamızdaki barışı nasıl temin edeceğiz?
Ailede, karı-koca arasındaki şikâyete konu olan meseleleri barış yoluyla nasıl halledeceğiz?
Barışçı bir yolu mu seçeceğiz, yoksa savaşçı bir yapıyı mı sürdüreceğiz?
Konu hakkında dinleyicilerimizin düşüncesini sordum, katılımlarını istedim. Birbirinden ilginç cevaplar geldi.
İlk katılan otuz beş yaşlarında görme özürlü bir beydi. Konuyu şöyle dile getirdi:
“Yirmi üç yaşında evlendim. Otuz beş yaşma kadar aile reisi bendim, ben çalışıyor, ben kazanıyor, ben çocuklara bakıyordum. Otuz beş yaşında iken gözlerimi kaybettim. Bundan sonra hamm iş buldu, bu sefer o bize bakmaya başladı.”
Daha sonra şu tespitlerde bulundu:
“Eşler birbiri hakkında önyargılı olmamalı. Her işe kötü tarafından bakmamalı, olayların hep iyi tarafını görmeli. Reddedici olmamalı. Eşinin hoşuna giden huylarını takdir etmeli, tasdik etmeli, böylece mutlu etmelidir.
“Hoşuna gitmeyen huyları için de, ‘Şu şu huyların hoşuma gitmiyor demelidir. ‘Şayet senin de bende beğenmediğin huylarım varsa, söyle bileyim’ diyerek kapıyı açık tutmalıdır.
“Böylece karşılıklı anlayışla biz devam edip gidiyoruz. Ben görme özürlü olmama rağmen evin içinde üç ay tatbikat yaptım. Bazen kafamı duvara çarptığım da oldu. Kendi işimi kendim görmeye alışüm.
“Eşler birbirlerine fazla yük olmamalı. Bir bardak suyu bile çocuklarımdan istemem, kalkar kendim alırım. Gözlerim sağlamken de öyle yapardım, şimdi de öyle.
“Şimdilerde hanım işten geliyor. Bir hanımın beyi işten geldiğinde nasıl karşılıyorsa, ben de hanımı öyle karşılıyorum. Yerine göre sofrayı bile hazırlıyorum.
“Eşler birbirlerine karşı çok açık olması lâzım, aile içi meseleleri birlikte müzakere etmeliler. Anlaşamadığınız konular varsa ertelemeli, sonraya bırakmalı. Baktınız ki, kafa patlatıyor, ‘Hanım kafa patlatacağına bir mısır patlat da yiyelim’ diyebilmeli.”
Başka bir dinleyici konuya daha farklı bir yönden yaklaştı:
“Bir Allah dostu, ‘Ben kullukta hata ettiğimi, merkebimin huysuzluğundan anlarım’ dermiş. Bunun gibi öncelikle kusuru kendimizde aramalıyız.
“Bugünkü ortamda ailelerin huzursuzluğu ekonomik kaynaklıdır, bitip tükenmek bilmeyen isteklerden kaynaklanmaktadır.
“Bunun için bir hadiste, ‘İktisat eden muhtaç olmaz, istişare eden de mahcup olmaz’ buyurulduğu gibi aile ekonomisinde iktisatlı yaşamaya çalışmalı.
“İş hayatında, iş yerinde olan sorunları eve taşımamalı. Bir uzman şöyle diyor:
“Ben akşam eve gittiğim zaman kapıda durur dikilirim, derim ki, bugün dışarıda olup biten olumsuzluklardan çoluk çocuğum sorumlu değildir. Bu düşünceyle evime girerim.
“İnsanlar zaman zaman kendilerini tabii ortamlara atmalılar. Bu ortam bir ormanlık alan veya bir su kıyısı da olabilir. Böyle yerlerde tefekküre zaman ayırmalıdır.”
Bir diğer dinleyicimiz de daha kalıcı çözümler sundu:
“Kadere razı olanın kederden emin olacağına inanmamız lâzım. Yunus Sûresi 99. âyette, ‘Eğer Rabbin isteseydi yeryüzünde kim varsa hepsi iman ederdi’ buyuruluyor.
“Böyle olsaydı, insanlar tek fıtratta, tek yaratılışta, tek karakterde, tek kişilikte olurlardı. Demek ki insanların farklı kişilik ve karakterde olmaları hak ve gerçektir.
“Biz başkasını değiştirmeye değil, kendimizi değiştirmeye çalışmalıyız. Bize gelen kötülükleri iyilikle savarsak, iyiliğe ulaşacağımızın müjdesini alırız.
“Hayırlı işler geciktirilirse belki bizi şerre götürebilir. Ama kalp kırma, kötü bir davranış, bir kusuru yüze vurma gibi şerler geciktirilirse, bu da bizi hayra ulaştırır.
“Bu ilkeleri benimseyebilirsek Rabbimiz bile imhal eder, geciktirir; fakat ihmal etmez, yeri geldiği zaman onu devreye sokar.
“Hazırda olanı veya sahip olduğumuz şeyleri amacına uygun kullanmasını bilmeliyiz. Cesaretimizin bittiği yerde esaret başlar. Allah ve Resulüne teslim olmadığımız zaman cesaret biter. Bu da bilgiyle olur.
“İnsanlar bildiğinin efendisi, bilmediğinin kölesidir. Bunun için günlük hayatımızda hep köle hayaü yaşıyoruz.
“Çünkü hep efelik taslıyoruz, efendiliğe geçişi beceremiyoruz. Gerçek anlamda efelikten efendiliğe geçiş yapabilirsek, başkalarım değil, kendimizi değiştirmeye çalışırsak, sanıyorum gerçek huzuru yakalarız.”