Uzletin Faydaları

By | 4 Ağustos 2014

namaz-kildiran-seccade

İrâde (İstemek, Dilemek)Uzletin Faydaları
Uzlette altı fayda vardır:
BİRİNCİ FAYDA: Zikir ve fikir için boş vakit bulmaktır. Çünkü ibadetlerin en büyüğü, melekûtta, gökte ve yerde Alıahü ’lealâ’ nın yaı attıklarındaki akıllara durgunluk veren incelikleri düşünmek ile dünya ve âhiretteki Allahü Teâlâ’nın sırlarını bilmektir. Denilebilir ki, ibadetlerin en büyüğü, kendini bütün varlığı ile Allahü Teâlâ’yı zikre vermektir. O ndan başka her şeyi ve hattâ kendini de unutmalıdır. Allahü Teâlâ’dan başka bir şey kalmamalıdır. Bu da uzletsiz ve halvetsiz (insanlardan ayrılmaksızınl kolay olmaz. Çünkü Allahü Teâlâ’dan gayri olanlar, Allahü Teâlâ’yı unuttururlar. Bilhassa peygamberler (aleyhimüsselâm) gibi, insanlar aıasında bulunduğu zaman dahi Hak ile olanlardan olmayınca zararlı olur. Bunun için Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem), önceleri dağlarda uzlete çekilip, Hirâ. dağında bulunurdu. Nübüvvet nuru kuvvet bulup, zâhirde insanlarla, kalb ile Allahü Teâlâ ile oluncaya kadar, insanlardan uzak durdu. Buyurdu ki: «Eğer
dost edinseydim, Ebû Bekr’i edinirdim» (‘). Fakat Allahü Teâlâ’nm dostluğu, sevgisi hiçbir dostluğa yer bırakmadı. İnsanlar ise herkesi sevdiğini, herkesle dost olduğunu zannederdi. Evliya da bu dereceye kavuşursa, şaşılacak bir şey yoktur.
Sehli Tüsterî buyuruyor ki: «Otuz senedir, Allahü Teâlâ ile konuşuyorum. insanlar, kendileriyle konuştuğumu zannederler». Bu olmayacak bir şey değildir. Bir kimse bir kimseye öyle âşık olur ki, insanlar arasında bulunur da sevgilisinin sevgisinden, onu düşünmekten ve hayâl etmekten onların sesini duymaz ve onları görmez. Fakat herkes bununla gururlanmamalıdır. Çünkü ekseriya insanların arasında bulunmakla maksadını da yitirir. Uzlete çekilenlerden birine, bir kimse «Bu yalnızlığa katlanmanıza şaşıyorum!» dedi. Buyurdu ki: «Ben yalnız değilim, Hakla beraber oturuyorum. O’nunla gizlice konuşmak isteyince namaz kılarım, benim
le konuşmasını isteyince namaz kılarım, benimle konuşmasını istersem Kur’ânı Kerim okurum». Bir kimseye, bu insanlar halvetten [yalnızlıktan 1 ne istifade ediyorlar, denildi. Allahü Teâlâ’ya ünsiyet peydâ ediyorlar, dedi.
Hasanı Basri’ye, «Burada bir kimse vardır. Uzletin Faydaları Daima bir sütunun [direğini arkasında yalnız oturur», dediler. Buyurdu ki: «Gelince bana haber verin». Haber verdiler. Yanına gitti ve «Daima yalnız oturuyorsun, niçin insanlara karışmıyorsun?» dedi. «Benim öyle bilişim var ki, beni insanlardan.alıkoyuyor», dedi. «Niçin Hasan’ın yanında oturmuyor ve onun sözlerini dinlemiyorsun?» dedi. «Bu iş beni Hasan’dan da diğer insanlardan da alıkoyuyor», dedi. «O hangi iştir?» diye sordu. «Hiçbir vaktim yoktur ki, Allahü Teâlâ’dan bana nimet gelmesin ve benden de bir günah meydana gelmesin. O nimete şükrediyorum ve o günaha istiğfar ediyorum. Ne Ha san’la ne de diğer insanlarla meşgul olacak vaktim vardır», dedi. «Sen yerinde bulun, Hasan’dan akıllısın», dedi.
Herm ibn Hayyân, Üveysi Karnî’nin (radıyallahü anhümâ) yanına gitti. Üveys, «Ne için geldin?», dedi. «Seninle rahatlamak için geldim», dedi. Üveys, «Allahü Teâlâ’yı tanıyıp da, O’ndan başkası ile rahatlanan kimse tanımıyorum», buyurdu.
Fudayli İyâd buyuruyor ki: «Gece olunca, kalbime bir sevinç düşer. Sabaha kadar Allahü Teâlâ ile halvette olayım, derim. Ortalık ağarınca bütün insanlar beni O’ndan meşgul ederler».
Mâlik i Dinâı buyurur ki: «Allahü Teâlâ ile konuşmayı, insanlarla konuşmaktan çok sevmeyenlerin ilmi az, kalbi kör olup ömrü boş geçmiştir». Hükemadan biri der ki: «Birisini görüp, onunla oturmak ihtiyacını duyanın, noksanlığı vardır. Kalbi lâzım olandan ayrı olup, başkasından yardım beklemektedir». Büyükler buyurdu ki: «İnsanlarla ünsiyeti olan müflislerdendir».
Buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşıldı ki, «zikre devam ile Allahü Teâlâ’ya ünsiyet peydâ eden, yahut fikir ve düşünce ile Allahü Teâlâ’nın Celâl ve Cemâlini anlayabilen ve bilebilenin bu işi, insanların yapması icabeden her ibadetten daha iyi ve yüksektir. Çünkü bütün saadetlerin sonu, bir kimsenin öbür dünyaya gitme si ve Allahü Teâlâ’ya üns ve muhabbeti çok olmasıdır. Üns, zikirle tamam olur. Muhabbet de, mârifetin, Allahü Teâlâ’yı tanımanın semeresidir. Mârifet de fikrin, düşüncenin semeresidir. Bütün bunlar da ancak yalnızlıkla ele geçer.
İKİNCİ FAYDA: Uzlet sebebi ile birçok günahlardan kurtulur. İnsanlar arasında bulunmakta dört günah vardır. Herkes onlardan kurtulamaz.
1 — Gıybet etmek, yahut gıybet dinlemek: Bu ise dini helâke götürür.
2 — Emri maruf ve nehyi münker: Susarsa âsi ve fâsık olur. Nehyi münker ederse birçokları ile darılır.
3 — Riya ve nifakı İnsanlara karışmakta çok bulunur. Çünkü insanları idare etmezse, ona eziyet ederler. İdare ederse, riyaya, gösterişe düşeceği kuvvetle umulur. Çünkü müdâra. riya ve müda haneden uzak durmak çok zordur. Dostla, düşmanla konuşup, birine uyarsa, iki yüzlü olmuş olur. Uymazsa, onlann düşmanlığından kurtulamaz. Bunun en küçüğü şudur ki, kimi görse, sizi daima görmek isterim, demesidir. Bu ise çok defa yalandır. Böyle söylemezse, kırılırlar, alınırlar. Senin için de nifak ve yalan olur. Nifakın da en küçüğü, her kime, nasılsınız, çocuklar nasıldır? şeklinde sorup da, kalbin onların nasıl olduğunu düşünmemesidir. Bu ise tam nifaktır.
İbn Mes’ûd (radıyallahü anh) buyuruyor: «Bir kimse evinden çıkar. Bir başkası ile bir iş yapar. Onu istemeyerek o kadar över, ona o kadar iyi hitaplarda bulunur ki, dinini ona verir ve işini yapmış, fakat Allah’ı kızdırmış olarak evine döner». Seriyyü’sSekati der ki: «Yanıma bir din kardeşim gelse, eğilip elimi öpmesin diye elimi sakalıma getiririm. İsmimin münafıklar defterine yazılmasından korkarım». Fudayl yalnız oturuyordu. Yanına birisi geldi. «Ne için geldin?» diye sordu. «Sizin yüzünüzü görmekle şereflenmek için geldim», dedi. «Allah’a yemin ederim ki, bu söz kötülüğe daha yakındır. Sen bana yalan yere insanlık satmaktan başka bir niyetle gelmedin. Benim de yalan söyleyip, seni övmemi istedin. Ya ben sana bir yalan söyleyeceğim, yahut da sen bana söyleyeceksin. Öyleyse ya sen geldiğin gibi git, ya ben kalkıp gideyim». Bu gibi sözlerden sakınanın insanlarla görüşmesinde zarar yoktur.
Geçmiş büyüklerimiz birbirlerini görünce dünyadan değil, dinden sorarlardı. Hâtemi Esamm, Hâmidi Lifâf’a, «Nasılsın?» dedi. «Selâmet ve âfiyetteyim», dedi. «Selâmet, Sırat köprüsünü geçince, afiyet de Cennete girince olur», dedi. Isâ aleyhisselâma «Nasılsın?» dediklerinde, «Bana faydalı olan elimde değildir, zararım nede ise onu defetmeye gücüm yetmez, ben kendi işimdeyim, iş ise başkasının elindedir, benden daha fakir kimse yoktur», buyurdu. Rebî b. Haysem’e «Nasılsın?» dediklerinde, «Zayıf ve günahkârım. Kendi rızkımı yerim ve ecelimi beklerim», dedi. Ebû’dDerdâ’ya (radıyal lahü anh) «Nasılsınız?» dediklerinde, «Cehennemden kurtulursam iyiyim», dedi. Oveysi Karnı’ye, «Nasılsınız?» dediklerinde, «Sabahleyin kalkıp, akşama sağ kalıp kalmayacağını, akşamleyin sabaha çıkıp çıkmayacağını bilmeyen nasıl olur?» dedi. Mâlik bin Dinâr’a «Nasılsın?» dediklerinde, «Yaşı ilerleyip, günahı çoğalanın hâli nasıl olur?» dedi. Hükemadan birisine, «Nasılsınız?» dediklerinde, «Allahü Teâlâ’nın rızkım yerim ve düşmanı şeytanın emrine uya
rım». dedi. Muhammed bin Vâsık’a, «Nasılsınız?» dediklerinde; «Her gün ölüme yaklaştığı hâlde; daha çok günah işleyen nasıl olur?» dedi. Hâmidi Lifâf’a «Nasılsınız?» dediklerinde. «Uzun yolculuğa çıkıp azığı olmayan, karanlık kabre girip, arkadaşı olma, yan, âdil padişahın huzuruna çıkıp, delili olmayanın hâli nasıL_ olur?», dedi. Haşan ibn Sinân’a, «Nasılsınız?» dediklerinde, «Bir gün âfiyet üzere olmayı istiyorum», dedi. «Afiyette değil misin?» dediler. «Günah işlemediğim gün âfiyetteyim», buyurdu. Bir kimseye ölürken, «Nasılsın?» dediler. «Muhakkak ölecek olan, yakalanıp suale çekilecek olan nasıl olur?» dedi. İbn Şirin birine, «Nasılsınız» dedi. «Beşyüz gümüş borcu ve çoluk çocuğu olanın, hiçbir kuruşu olmayanın hâli nasıl olur?» dedi. İbn Şirin gidip, bin gümüş getirdi, ona verdi ve «Beşyüzünü borcuna ver, beşyüziinü de evine nafaka yap. Bundan sonra kimseye nasılsın, demeyeceğime söz veriyorum», dedi. Böyle demesi, eğer bir kimseye nasılsın deyip de, ihtiyacını gidermezse, sormada nifak olur korkusundan idi.
Büyükler buyurmuştur ki, öyle insanlar gördük ki, birbirlerine selâm vermezlerdi. Fakat biri diğerinden istese, ondan bir şey esirgemezdi. Şimdi öyle insanlar vardır ki, birbirlerini ziyaret ederler, tavuğuna varıncaya kadar sorarlar. Ama birbirine bir dirhem hakları geçse, helâl etmez, isterler. Bu da nifaktan başka bir şey değildir. O hâlde, insanlar böyle olunca, onlara karışan kimse, ya onlara uyup, münafık ve yalancı olacak, yahut onlara uymayıp, düşman kazanacak, canı sıkılacak. Onun bulunmadığı yerde herkes ondan konuşacaktır. Onun dini onlann başmda, onların dini onun başında olacaktır.
4 — İnsanlara karışmakla işlenecek günahlardan biri de, kiminle oturursan onun sıfat ve huyunun sana da geçmesidir. Senin ise bundan haberin olmaz. Tabiatın ondan o huylan çalar. Bu anlaşılmaz, fakat büyük günahlara sebep olur. Allahü Teâlâ’yı unutanla oturmak gibi. Çünkü dünyayı sevenleri, dünya için çalışanları görende de bunun nümunesi meydana gelir. Sevmese, kötü bilse de fısk ve günah işleyenleri gören, bu günahı fazla görmekle günah, gözünde küçük ve hafif görünür. Hangi günahı fazla görürse kalbinden onun inkârı kalkar. Bu sebeptendir ki bir âlimde ipek kaftan görseler, herkesin kalbi o âlimi kötüler. Bu âlimin arkasından her gün konuşurlar. Ama bu işi kötü görmezler. Halbuki gıybet etmek, ipek giymekten daha fenadır. Hattâ zina etmekten de daha büyük günahtır. Fakat çok gördükleri ve işittikleri için, çok karşılaştıkları için gıybetin kötülüğü kalblerinden silinmiştir. Allahü Teâlâ’yı unutanların hâlini dinlemek bile zararlıdır. Ashâbı kirâmm (aleyhimü’rrıdvân) ve büyüklerin hâlini dinlemek faydalı olduğu gibi. Bâhusus o büyükler anıldığı zaman rahmet yağar. Ha
disi şerifte, «Sâlihlerin (âlimlerin ve velilerin) isimlerinin anıldığı yere rahmet iner», C1) buyuruldu. Rahmetin sebebi, o büyüklerin hâllerini duyunca, din gayretinin artması, dünya isteğinin azalmasıdır. Bunun gibi dünyayı sevenler anıldığı zaman lânet yağar. Lâ nete sebep de Allahü Teâlâ’yı unutmak ve dünyaya kıymet vermektir. Dünyayı sevenlerden konuşmak bu lanete sebep olur. O hâlde yüzlerini görmek daha kötü olur. Bunun için Peygamber Efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem), «Fena kimselerle oturan, demirci gibidir. Uzletin Faydaları Ateş elbisesini yakmasa da, dumanı karartır». Ve buyurdu: «İyi insanlarla oturan, attâr Igüzel kokular satan 1 gibidir. Üzerine misk sürmese de, yine misk kokar», (2) buyurdu.
O hâlde, yalnızlık, fena kimselerle oturmaktan daha iyi, iyi insanlarla oturmak da yalnızlıktan daha iyidir. Hadisi şeriften böyle olduğu anlaşılıyor. Meclisinde oturduğun kimse, dünya sevgisini, dünyayı istemeyi azaltıyor, seni Allahü Teâlâ’ya çağırıyorsa onunla bir arada bulunmak büyük bir ganimettir. Ondan ayrılma. Hâli bunun tersine olandan ise, uzak ol! Bilhassa dünyayı isteyen, ameli sözünü tutmayan âlimden çok sakın! Sohbeti öldürücü zehirdir. Temiz kalblerden Islâmiyetin izzet ve hürmetini siler. Çünkü insanlara, «Eğer Müslümanlığın aslı olsaydı, herkesten önce o yapardı», dedirtir. Bir kimsenin önünde baklava olsa ve tam bir işti ha ile yese ve bağırıp, «Ey Müslümanlar! Uzak durun. Bu zehirdir!» dese kimse ona inanmaz. Onun yemesini, o yemekte zehir olmadığına delil gösterirler. Haram yemeyen, günah islemeyen birçok insanlar vardır ki, bu âlimin bunları yaptığını duyunca, bunları yapmaya yeltenir. Bunun için âlimlerin hatalarını anlatmak iki sebeple haramdır.
Biri, gıybet etmiş olur. Diğeri, insanları onu örnek almaya, ona uymaya ve şeytanın yardımına kavuşmaya teşvik etmiş olur. Sonunda şeytan, «Sen şundan hâfız ve mütteki olamazsın», der. Cahillere iki şey lâzımdır: Biri, âlimde bir kusur görürlerse, onun ilmi günahına kefârettir demelidir. Çünkü ilim büyük şefaatçidir. Cahilin ise ilmi yoktur. Amel etmek isteyince neye baş vuracak, kime dayanacaktır? Diğeri de; âlimin, haram yemek fenadır bilgisi, cahilin zina ve içki içmenin fenalığını bilmesi gibidir. Şarap içmenin, zina etmenin haram olduğunu bilen herkes, bir cahilin şarap içmesini örnek alıp, şarap içmeye cesaret edemediği gibi, bir âlimin de haram yediğini gören onu örnek alamaz. Harama el uzatanlardan çoğu da âlim ismi altında bu işi yaparlar. Halbuki ilmin hakikatinden haberleri yoktur, cahildirler. Yahut da yaptıklarını herkes anlamasın diye te’vil ederler, bir bahane ve mazeret gösterirler. Cahillerin bu gözle bakmayıp, helâk olmaması gerekir.
Bununla, birçok kimselerin sohbetinden uzak durmak icabet tiğini belirtmek istiyoruz. Musa ile Hızır’ın (aleyhisselâm) Kur’ânı Kerîm’deki hikâyesi bunu gösterir. O hâlde, birçok kimselerin insanlardan uzak durması daha iyidir.
ÜÇÜNCÜ FAYDA: Allahü Teâlâ’nın dilemesi hâriç, hiçbir şehir fitne, düşmanlık ve inatçılardan boş değildir. O hâlde uzak duran kurtuldu; onlara karışan tehlikeye düştü. Abdullah b. Mes’ûd (radıyallahü anh) buyurur ki, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu: «İnsanlar bir zaman gelir, dinlerini korumak için, bir yerden bir yere, bir dağdan bir dağa, bir mağaradan bir mağaraya tilki gibi kaçarlar» (*). «Yâ Resülâllah! Bu ne zaman olur?» dediler. Buyurdu ki: «Maişet, günah işlemeksizin elde edilemediği zaman. O zaman bekâr durmak helâl olur». «Yâ Resülâllah! Bu nasıl olur? Halbuki bize evlenmeyi buyurdunuz», dediler. Buyurdu ki: «O zaman, insanın helâki anasının ve babasının elinde olur. Onlar ölü ise, hanımının ve çocuklarının elinde olur. Onlar da yoksa, akrabasının elinde olur» (2). «Niçin böyle olur, yâ Resülâllah?» dediklerinde, «Ona fakirliği ve kanaati kötülerler, yapamayacağı şeyleri ondan isterler, böylece helâk olur», buyurdu. Burada her ne kadar bekârlık bahis mevzuu ise de, aynı şey uzlet için de düşünülebilir. Bu hadisi şerifte bildirilen bu zaman çoktan gelip geçmiştir. Süfyânı Sevri (rahmetullahi aleyh) kendi bulunduğu zamanda buna işaret edip, «Allahü Teâlâ’ya yemin ederim ki, bekâr durmak bugün helâl olmuştur», dedi.
DÖRDÜNCÜ FAYDA: İnsanların şerrinden kurtulur ve rahat olur. Çünkü, insanların arasında bulunduğu müddetçe, gıybet sıkıntısından ve onların sûi zannından uzak olamaz. Şüpheli yemeklerden kurtulamaz. Kendisinden bir şey görüp anlayamadıkları için dil uzatmalarından da kurtulamaz. Bütün insanların haklarına riayeti gözetip, neşelerine sevinme, elemlerine üzülme ve misafirliğe çağırma ile meşgul olursa, bütün zamanı bununla geçer, kendi işi ile uğraşamaz. Bazılarına böyle yaparsa, diğerleri kırılır ve ona eziyet ederler. Bir köşeye çekilirse, hepsinden kurtulur ve herkesi memnun etmiş olur. Büyüklerden biri kabristanlarda elinde kitap dolaşır, yalnız otururdu. «Ne için böyle yapıyorsun?» dediklerinde, «Yalnızlıktan daha sâlim bir yer, mezar gibi nasihat verici bir vâiz, kitaptan iyi arkadaş görmedim», dedi.
Sâbiti Bennâni evliyâdan idi. Hasanı Basri’ye «Duydum ki, hacca gidiyorsun, senin arkadaşın olup beraber gitmeyi isterim», diye yazdı. Hasanı Basri (rahmetullahi aleyh) cevabında «Bırak Allahü Teâlâ’nın örtüsü altında olayım. Zira beraber olursak, birbirimizden bir şeyler görür ve birbirimizi sevmeyiz» diye yazdı. Bu da uzletin faydalarından biridir. Mürüvvet perdesi yerinde kalır ve içteki, kalbdeki şeyler ortaya çıkmaz. Çünkü çok görüşmede, görülmeyen şeyler de görülür.
BEŞİNCİ FAYDA: İnsanlar ona tama’ etmezler. O da insanlara tama’ etmez. Halbuki bu iki tama’dan çok sıkıntı ve günahlar meydana gelir. Çünkü dünyayı sevenleri görende de, dünyaya karşı bir arzu meydana gelir. Tama’ ise arzuya, hırsa tâbidir. Böylece tama’a uyan aşağı olur. Bu sebepten Allahü Teâlâ, «Onlardan (kâfirlerden) bir sınıfa, kendilerini fitneye düşürmemiz için, (verdiğimiz ve) fâidelendirdiğimiz (bu) dünya hayatına ait zinetlere ve debdebelere sakın iki gözünü dikme. Rabbinin rızkı hem daha hayırlı hem daha süreklidir» (*), buyuruyor. Peygamber Efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyuruyor: «Dünya bakımından sizden
yüksek olana bakmayınız, Allahü Teâlâ’nm nimeti gözünüzde küçük görünür» (2). Zenginlerin nimetine bakan, onu elde etmek isterse, edemez ve âhiretini de ziyan eder. İstemezse, mücahede ve sabıra kavuşur. Bu da oldukça zordur.
ALTINCI FAYDA: İnsana ağırlık veren kimselerle ahmaklar»
görmekten ve ahmaklık derecelerini ölçmekten kurtuluştur. Bu gibi insana ağırlık verenleri görmek, küçük bir körlüktür. A’meş’e «Niçin gözün sakat oldu?» dediklerinde, «Sert insanlara bakmaktan», buyurdu, Calinus der ki: Vücudun sıtması olduğu gibi, rûhun da sıtması vardır. Rûhun sıtması, katı ve sert insanları görmektir, tmâm Şafii (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki: «Hiçbir katı kimse ile oturmadım ki, ona yakın olan tarafımı diğer tarafımdan sert bulmamış olayım».
îlk iki faydadan sonra anlattığımız dört fayda, dünyevî faydalar olmakla beraber din ile de alâkalıdırlar. Çünkü, bir kimsenin yüzünü görünce korksa veya acayip görse dil ile, yahut kalb ile ona gıybet etmeye başlar. İnsanlardan ayrı olunca, bunlardan kurtulur.