Ebu Hureyre (radıyallâhu anh)’dan rivâyet edilmiştir:
“Muhacirlerin fakirleri, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e gelip ona:
– ‘Zengin kimseler, yüksek dereceleri ve devamlı nimetleri alıp gittiler, (bize bir şey bırakmadılar). Onlar, bizim kıldığımız gibi namaz kılıyorlar, bizim tuttuğumuz gibi
oruç tutuyorlar. Onların malları var; bu sayede hac ediyorlar, umre yapıyorlar, cihad ediyorlar ve sadaka veriyorlar’ dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem):
– ‘Size bir şey haber vereyim ki siz onu yaptığınız zaman hem bu hususlarda sizi geçmiş olanlara yetişirsiniz ve hem de sizden sonraya kalanlardan hiçbir kimse size yetişemez. Böylece onların içerisinde size tavsiye ettiğim amelin bir benzerini yapan kimsenin bulunması hariç içinde bulunduğunuz toplulukta en hayırlısı siz olursunuz. Buna göre her farz namazın peşi sıra otuz üç defa “Subhânallah”, (otuz üç defa) “El-Hamdulillah” ve (otuz üç defa) “Allahu Ekber” dersiniz.
Muhacirlerin fakirleri, Ensar’m fakirlerinden daha çoktu. Çünkü muhacirler, Mekke’deki mallarını mülklerini, evlerini ve eşyalarını bırakarak Medine’ye gelmiş-lerdi. Bir rivayete göre soruyu soran Ebu’d-Derdâ’ ve başka bir rivâyete göre ise Ebu Zerr’dir.
Muhacirlerin bu sorusuna karşılık Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in namazdan sonra belli miktarda teşbih, tahmid ve tekbirde bulunmak suretiyle muhacirlerin sevab hususunda herkesi geçeceklerini ifade etmiştir.
Burada şöyle bir soru hatıra gelebilir: Bu kelimeler bu kadar kolay ve meşakkat-siz söylendikleri hâlde nasıl olur da cihâd gibi en güç ve en faziletli ibâdetlere denk olabilir?” Bu soruya şöyle cevap verilmiştir:
Fakîr olduğu hâlde bu kelimelerin, söz konusu hamd’in hakkı olan ihlâsı eda et-mek, en faziletli ve en meşakkatli amellerdendir. Sonra sevabın, mutlaka meşakkate göre verilmesi lâzım değildir. Kelime-i şehâdeti söylemekle kazanılan sevap, bir çok meşakkatli ibâdetlerin sevabından daha fazladır. Alimlerin ifadesine göre Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’le bir an sohbette bulunmanın hayır ve fazileti hiç bir amelin sevabıyla ölçülemez. Ve o dereceye, başka hiç bir amel ile ulaşılamaz.
Bir de fakîr muhacirlerin niyetleri, zengin olsalar zenginler gibi amel etmek idi. Bir hadiste buyurulduğuna göre; “Mü’minin niyeti amelinden daha hayırlıdır.” Dolayısıyla bu niyette bulunan muhacirlerin niyetlerine göre cevap verilecek demektir.
Burada da şöyle bir soru hatıra gelebilir: Namaz sonundaki zikirleri zenginler de yaptıkları takdirde vaad edilen sevaba nail olurlar. O hâlde vaziyet yine muhacirlerin şikâyet ettiği şekilde kalır. Yâni zenginler yine fakirlerden daha faziletli ve sevaplı olurlar. Çünkü zikir hususunda fakirlerle denk olmakla beraber cihâd ve benzeri me-şakkatli mâlî ibâdetlerde onları geçerler? Buna da şöyle cevap verilmiştir:
Fakîr muhacirlerin maksadı, mutlaka zenginlerden fazla sevap ve derece kazanmak değil; bu derecelere ve ebedî nimetlere kendilerinin de nail olmalarıdır.Rivayetlerin çoğunda namazdan sonra önce teşbih, sonra tahmîd, daha sonra tekbîr getirileceği zikredilmişse de bâzı rivâyetlerde tekbîr, tahmîd’den önce zikredilmiş, bâzılarında da tahmîdin, tesbîhden önce yapılacağı bildirilmiştir. Rivâyetlerdeki bu farklılık bu husûsta tertibe riâyet şart olmadığını gösterir. Lâkin yine de işe tesbîhden başlamak ondan sonra tahmîd; daha sonra tekbîrde bulunmak daha uy-gundur. Çünkü teşbih, Yüce Allah’ın bütün noksanlıklardan uzak olduğunu içermek¬tedir. Tahmıd’de, Yüce Allah’a kemâl sıfatını ispât vardır. Çünkü bütün hamd-ü senalar, O’na âittir. Ondan sonra sıra tekbîre gelir. Çünkü tekbîrde, ta’zîm vardır. Bütün noksanlıklardan münezzeh ve bütün hamdü senalara müstahak olan bir Zâtı ta’zîmde bulunmak elbetde vâcib olur. İşte bu ta’zîm, tekbîrle eda olunur. Bütün bunlardan sonra bir de tehlîl getirilerek zikre son verilir. Tehlîlden maksat, “La ilahe illallah” cümlesidir. Bu cümle, Allah’ın birliğine ve tek olduğuna delâlet etmektedir.