Peygamberlerin Tebliği ve Allah(cc)’a Daveti

By | 3 Nisan 2015

Ebû Saîd -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Kıyamet günü Nuh aleyhisselam çağırılır. Nuh der ki.

-Buyur ey Rabbim! Emret, emrine âmâdeyim! Allah Azze ve Celle:

-Tebliğ ettin mi?» buyurur. Nûh der ki:

-Evet, ettim ey Rabbim! Bunun üzerine Allah, Nuh un ümmetine. -«Nûh size tebliğ etti mi?» diye sorar. Onlar da:

-Hayır, bize hiçbir peygamber gelmedi! derler. Bunun üzerine Al­lah Azze ve Celle Nûh’a:

-«Sana kim şahitlik eder?» diye sorar. Nuh da:

-Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve ümmeti, der.

Daha sonra Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve ümmeti, O’nun kavmine tebliğ ettiğine dair şahitlik ederler. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şu âyeti okudu:

«Nitekim insanlara şahid olmanız, Peygamberin de size şahit olması için, biz sizi vasat bir ümmet kıldık.» Bakara: 143

“Vasat” adaletli demektir.

VAAZ

Davet olunanların durumlarını bilmenin zorunluluğuna ve davet esnasında bunları gözönünde bulundurmanın önemine delalet eden hususlardan birisi de yüce Allah’ın şerefli peygamberine çeşitli yollar­la davette bulunmasını emretmiş olması vardır. Mesela yüce Allah’ın şu buyruğunda daveti üç yolla yapmasına dair şöyle bir ilahi emir var­dır: “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel yolla mücadeleni yap.” [ Nahl, 125)

Ayet-i kerimede yüce Allah peygamberine daveti üç yolla gerçek­leştirmesini emretmektedir. Bunlar:

1- Hikmet

2- Güzel öğüt

3- En güzel yolla mücadele

Herbir kesime ona uygun gelecek ve münasip düşecek bir yol kul­lanılır.

İmam İbnu’l-Kayyim bu ayetin tefsirinde şunları söylemektedir: “Yüce Allah davet mertebelerini insanların mertebelerine göre tespit etmiştir: Hakka karşı inatlaşmayan ve bundan yüz çevirmeyen zeki, daveti kabul eden kimse hikmet yolu ile davet edilir.

Bir çeşit gafleti ve gecikmesi bulunan fakat daveti kabul eden kim­se ise güzel öğütle davet edilir. Bu ise teşvik ve korkutmanın da birlikte bulunduğu emir ve nehy ile olur.

İnatçı ve karşı koyan kimse ile de en güzel yol hangisi ise o şekil­de mücadele edilir.” Yüce Allah’ın şu buyruğunda kafir ve münafıklara karşı şiddet ve kaba kuvvetin kullanılmasına dair şu Rabbani emir yer almaktadır: “Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihadet ve onlara sert ol. Yerleri cehennemdir onların, o ne kötü bir dönüş yeridir.” (Tevbe, 73)

Abdullah b. Abbas -Allah ondan razı olsun- bu ayetin tefsirind şunları söylemektedir: “Yüce Allah ona kafirlere karşı kılıçla, münafık lara karşı dil ile cihad etmesini emretmekte ve onlara karşı yumuş k davranmayı ortadan kaldırmaktadır.”

Yüce Allah’ın şu buyruğunda da yumuşaklık ve şefkatle davet il sert ve haşin bir surette davet birarada sözkonusu edilmektedir- “Ki- tap ehli ile ancak en güzel yolla mücadele edin. Aralarından zul­medenler müstesna.”(Ankebut, 46)

Bu ayet-i kerimede zalim olmayanlara karşı en güzel yolla yani şefkatle ve yumuşaklıkla mücadeleye, buna karşılık kitap ehlinden za­limlik eden kimselere karşı en güzel yolun dışında bir yol olan sertlikle ve şiddetle mücadele etmeye bir irşad ve yönlendirme bulunmakta­dır.

Büyük ilim adamı Zemahşeri ayetin tefsirinde şunları söylemek­tedir: En güzel haslet ile davet et. Bu da kabalığa yumuşaklıkla, kız­gınlığa öfkeyi yatıştırmakla, taşkınlığa ağırbaşlılıkla karşılık vermektir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi; “En güzel olan ile sav” (Fussilet, 34)

“Zulmedenler müstesna” yani haddi aşmakta, inad etmekte aşırı­ya gidenler ve nasihati, öğüdü kabul etmeyenler, yumuşak davranma­nın etkilemediği kimselere gelince, onlara karşı sert davranma yolunu seçiniz.”

Sözün özü şu ki yüce Allah şerefli peygamberine Zat-ı Celaline da­vet yolunda herbir kesime karşı onlara uygun bir metot takip etmekle çeşitli yollar izlemeyi emretmektedir.

İçinde bir uyarıp, korkutanın (nezirin) dönüp geçmediği hiçbir ümmet yoktur. Yüce Allah’ın herbir ümmete kendilerinden, kendi dil­leriyle konuşan ve çağma uygun mucizelerle birlikte birer peygamber göndermiş olması onun hikmetindendir. Bütün bu hususlarda pey­gamberlerin kendilerine gönderildiği kimselerin durum ve şartlarına riayet edilmiş, gözönünde bulundurulmuştur.

Davetçinin davet ettiği kimselerin hallerini bilmesinin zorunlu olduğunu ve yüce Allah’a davet sırasında bu halleri gözönünde bulun­durmanın önemini ortaya koyan hususlardan birisi de yüce Allah’ın peygamberleri ve rasûlleri kavimleri arasından seçmiş olmasıdır. Yüce

Allah herbir ümmete kendilerinden bir peygamber göndermiş olmak­tadır. Bundaki hikmet -yüce Allah en iyisini bilir ya- onların kendile­rine gönderilen peygamberin sözünü böylece daha iyi anlayabilmeleri ve doğruluk ve emaneti itibariyle durumunu daha iyi bilmeleri, ona tabi olma imkanının daha yüksek olmasıdır. Aynı şekilde onlara gön­derilen herbir peygamber de onları, problemlerini ve isteklerini daha iyi biliyordu.

Muhatapların durumunu gözönünde bulundurmanın zorunlulu­ğunu ve yüce Allah’a davet yolunda bunun önemini gösteren hususlar­dan birisi de yüce Rabbimizin gönderdiği herbir peygamberi mutlaka kavminin dili ile göndermiş olmasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır: “Biz gönderdiğimiz herbir peygamberi -kendilerine apaçık anlatsın diye- ancak kendi kavminin dili ile gönderdik. Artık Allah kimi dilerse saptırır, kimi dilerse de doğru yola iletir. O azizdir, ha­kimdir.” (İbrahim, 4)

Bundaki hikmet yüce Allah’ın: “Kendilerine açıklasın diye” buy­ruğunda belirtildiği gibi kendilerini davet ettiği şeyi iyice anlamaları ve böylelikle yüce Allah’a karşı ileri sürecek bir delillerinin olmaması ve: Bizler, bize yapılan hitabı anlayamadık diyememeleri içindir.Hafız İbn Kesir tefsirinde diyor ki: “Bu yüce Allah’ın kullarına bir lütfudur. 0, onlara kendilerinden ve kendi dilleriyle bir peygamber göndermiş­tir ki peygamberlerin kendilerinden neleri istediklerini ve kendilerine neleri getirdiklerini iyice anlayabilsinler.”

Dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi de şudur: Bu ayet-i kerime peygamberlerin önderi, rasûllerin lideri Muhammed (s.a)’ın peygamberliğini inkar etmek için Arap olmayanların delil diye tutu­nacakları bir taraf yoktur. Çünkü yüce Peygamberin getirdiklerini an­layabilecek şekilde kendilerine tercüme edilenlere karşı da bağlayıcı delil ortaya konulmuş olmaktadır.

Yüce Rabbimiz peygamberleri ve rasûlleri (hepsine selam olsun) Çeşitli mucizelerle desteklemiştir. Mesela Musa (a.s)’ı desteklediği tnucizelerden birisi asa mucizesi idi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Bunun üzerine asasını (yere) bıraktı. Hemen apaçık bir ejderha °luverdi.” (Araf, 107) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: “Musa Qsasını bırakır bırakmaz onların hile ile yaptıklarını yutuverdi. Si­hirbazlar hemen secdeye kapanıverdiler.” (Şuara, 45-46)

Hz. İsa (a.s)’yı desteklediği mucizelerden birisi de anadan doğma körü ve abraşı iyileştirmesi, ölüleri diriltmesidir. Yüce Allah buyuru­yor ki: “İsrailoğullarına bir peygamber olarak gönderecek (ve şöyle di­yecektir): “Gerçekten ben size Rabbinizden bir belge getirdim. Size çamurdan kuş gibi bir şey yapar, ona üfürürüm. Allah ’ın izniyle o derhal bir kuş olur ve yine Allah’ın izniyle anadan doğma körü, ab­raşı iyi eder ve ölüleri diriltirim. Evlerinizde yediğiniz ve biriktir­diğiniz şeyleri size haber veririm. Eğer iman eden kimseler iseniz elbette bunlarda sizin için deliller vardır.” (Al-i İmran, 49) .

Yüce Allah’ın şerefli Peygamberimize ihsan ettiği mucizelerden birisi de ona vahyetmiş olduğu Kur’an-ı Kerim’dir. İmam Buhari, Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun-’dan şöyle dediğini rivayet etmek­tedir: Peygamber (s.a) buyurdu ki: “İnsanların benzerini gördükleri takdirde mutlaka iman etmelerini gerektiren birtakım mucizeler ve­rilmemiş hiçbir peygamber yoktur. Bana verilen ise yüce Allah’ın bana vahyettiği bir vahiydir. Bu sebeple onlar (bütün peygamberler) arasın­da kıyamet gününde kendisine uyanları en çok olacak olanın kendim olacağımı ümit ediyorum.”

Peygamberlerin mucizelerinin çeşitli olmasındaki hikmet -ümme­tin alimlerinin pekçoğunun açıkladığı üzere- kavimlerinin durumuna uygun olmasının gözönünde bulundurulmasıdır. Bu husus ile ilgili ola­rak Hafız İbn Kesir şöyle demektedir: “Yüce Allah herbir peygamberi kendi dönemine uygun bir risaletle göndermiştir. Musa (a.s) dönemin­de büyücülük ve büyücüleri tazim yaygın bir hal idi. 0 bakımdan yüce Allah onu gözleri kamaştıran ve bütün sihirbazları hayrete düşüren bir mucize ile gönderdi. Bunun pek azametli ve cebbar olan tarafın­dan geldiğine kesin inanmaları üzerine İslam’a itaatle boyun eğdiler ve Allah’ın hayırlı kullarından oldular.

İsa (a.s) da doktorlar ve tabiat bilimlerinde ileri kimselerin bulun­duğu bir dönemde gönderildi. Bundan dolayı onlara getirdiği mucize­leri ancak şeriatı ortaya koyan (Allah)’ın desteklediği bir kimse olması müstesna kimsenin benzerini ortaya koyamayacağı mucizeler getirdi. Cansız bir varlığı diriltme kudretini yahutta anadan doğma körü ve abraşı öldürme gücünü kıyamet gününe kadar kabrinde kalmaya mah- l

Aynı şekilde Muhammed (s.a) da fasihlerin, belagat erbabının ve mükemmel şairlerin döneminde gönderildi. Onlara Allah’ın kitabını getirdi. Bütün insanlar ve cinler onun bir benzerini yahut on suresinin yahut bir suresinin benzerini getirmek için biraraya gelecek olsalar biri diğerine yardımcı olsa dahi ebediyyen güç yetiremezler. Bunun böyle olmasının tek sebebi yüce Rabbimizin sözünün hiçbir zaman kulların sözüne benzemeyişidir.”

Şüphesiz peygamberlerin mucizelerinin kavimlerinin durumuna uygunluğunda şu gerçek ortaya çıkmaktadır: Yüce Allah’a davet yolun­da muhatapların hallerine riayet etmek ve onlar için uygun olan araç ve uslubu seçmek bir zorunluluktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

Şahitlik veya şehadete gelince; Hazır olma; kesin haber; insanın kat’i olarak bildiği bir şeyi, Yüce Allah’ın huzurunda olduğu kanaatiy­le dosdoğru haber vermesi, şahitlik etme, tanıklık; açık belirti; şehîd olma, şehîdlik; yemin, bildiği şeyleri itiraf etme.

Şehâdet, Arapça bir kelime olup “Şe-hi-de” fiilinden türeyen bir mastardır. Aynı zamanda, müstakil bir isim olarak da kullanılır. “Şühûd” ile eş anlamlıdır. Zıddı, “ğayb”dır. Bilinen, görünen âleme şehâdet ale­mi dendiği gibi, görünmeyen âleme de ğayb âlemi denir.

Şehâdet’in ismi faili, “şâhid” dir. O da, bir yerde bulunan, bir şeyi gören ve gördükleri ile bildikleri konusunda bilgi veren kimse, tanık, bir akdin yapılması sırasında taraflardan birinin yanında hazır bulu­nan, doğrulayan, ispat eden, Allah’ın birliğine şehâdet eden demektir. Şehâdet’in çoğulu, şehâdât’dır.

Sahabelerde -Allah onlardan razı olsun- Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selemin tebliğ ettiğine şahit olmuşlar ve ikrar etmişlerdir.

Vaazdan Öğrendiklerimiz:

1. Kıyamet günü bütün insanlar mahşere toplanacaktır.

2- Bütün kavimler peygamberlerine davet ettiklerine dair şahitlik yapacaktır.

3- Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve ümmeti bütün ka- vimlere şahitlik yapacaktır.