Bu sûre Kureyş kabilesine Allâh tarafından verilen nimetleri bildiriyor.
Kureyş kabilesi, Mekke’de yaşıyan en eski, en asil (en şerefli) bir kabileydi.
Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (Aley- hisselâm) bu Kureyş kabîlesindendi.
Kureyş kabilesi, Kâbe’nin muhafızlığını (ko-ruyuculuğunu) yapardı. Kâbe’nin koruyuculuğunu yaptıklarından dolayı etrafta (çevrede) bulunan bütün Arab kabileleri, Kureyş kabilesine karşı çok saygı ve hürmet gösterirlerdi.
Kureyşliler, kışın Yemen’e, yazın Şam’a kervanlarla yaptıkları ticaret seferlerinde emniyet içinde gidip gelirler ve bol kazanç sağlarlardı (bol bol para kazanırlardı). Bütün bu kazançlar Kâbe’nin koruyuculuğunu (bekçiliğini) yaptıkla-rının karşılığı olarak Allâh tarafından Kureyş kabilesine verilmiş nimetlerdi.
Bir de Kâbe’yi yıkmak için gelen Yemenli Ebrehe’nin fiili ordusunu küçük küçük “Ebâbil” kuşlarının attığı taşlarla helâk edip bu fiili ordunun verdiği korkudan Allâh tarafından Mekkeli- lerin kurtarıldıkları bildirilip hatırlatılıyor. Bu dehşetli korkunç tehlike bir evvelki “Fil Sûresi”nde bildiriliyordu.
Kureyş kabilesine Yemen ve Şam tarafına gidip gelirken ticaret kervanlarının eşkiyalar tarafından dokunulmayıp selâmetlik içinde gidip gelerek kazandıkları paralar ve fiili ordudan kurtulduklarını hatırlatarak “Fel’yâbüdü Rabbe hâzel’Beyt” buyurularak hiç olmazsa bu nimetlerin karşılığı olarak, bir teşekkür vazifesi olmak bakımından “Bu beytin “Kâbe”nin Rabbına ibâdet
etsinler” (putlara tapmaktan vaz geçsinler) buyuruluyor, Kureyş kabilesine yakışacak doğru hareketin bu olması gerekirdi. Fakat Kureyş kabilesi bu nimetlere karşı çok nankörlükte bulundular.
Allâh’a ibâdet için kurulan (yapılan) Kâ- be’nin içine 360 kadar put doldurarak Allâh’ın evini puthane yaptılar. Hz. Muhammed (A.S.)ın Allâh’m birliğini ilân etmesine karşı çıkan Kureyş’liler, küfür ve putperestlikte inad ettiler. Kureyş’lilere bir ihtar olmak üzere Cenâb-ı Hak:
“Ey Kureyş! Aklınızı başınıza toplayın. Sizi bu yüce evin (Kâbe’nin) yüzü suyu hürmetine felâketlerden (fiili ordunun felâketinden) kurtaran, açlıktan kurtaran bir Allâh’a ibâdet edin, putlara tapmayın, Allâh’m üzerinizde olan bu kadar nimetlerine karşı nankörlük etmeyin” buyuruyordu. Çünkü nankörlüğün cezasının çok büyük olduğu hatırlatılıyordu.
İyiliklere, nimetlere karşı nankörlük en bayağı bir harekettir. Kadri kıymeti (değeri) bilinmeyen nimetler bir gün olur da elden çıkar gider. Hem bütün nimetlerin başı Allâh Teâlâ olduğu için bütün insanların ilk vazifesi Allâh’ı tanımak ve Allâh’a kulluk edip, ibâdet etmektir.
Kureyş’lilere bu vazife daha elzemdir. Çünkü en çok nimete onlar nail olmuştur.
Allâh, kime nimet verdiyse o kimsenin Allâh için çalışması gerekli ve insânî bir vazifedir. İnsanım diyen Allâh’m kendisine verdiği nimetlerin kadrini, kıymetini (değerini) bilmesi gereklidir. Nimet verene şükür etmeyen insan değil, bir nankördür. Hiç kimse yolda belde rahat geze- mezken, Kâbe’nin yüzü suyu hürmetine kervanlar düzenleyip bol nimete eren Mekkeli Kureyşliler, Allâh’a en çok şükür etmesi gereken kimselerdi.
İşte bu sûre Allâh nimetlerine şükür etmek insanlık görevidir, buyuruyor.