Kadiri Tarikatının Yedi Esası:Şükür

By | 23 Mart 2015

kadiri-tarikatinin-yedi-esasisukur     Bu konuda delil, “Şükrederseniz size ziyadesiyle veririm” ayeti kerimesidir. Aynca Atâ’dan (rh.a.) şöyle nakledilmiştir:
Âişe’nin (r.anha) yanına girdim ve “Allâh Rasûlü (s.a.v.) hakkında gördüğün en ilginç şeyi söyler misin?” dedim. Gözleri yaşardı ve şöyle dedi: “Onun hangi hali güzel değildi ki! Bir gece odama gelip yatağıma girdi. Tam teni tenime değmişti ki ‘Ebû Bekir’in kızı! Bana müsaade edersen Rabbime ibadet etmek istiyorum’ dedi. Ben de ‘Ben sana yakın olmak istiyorum; ama senin isteğini kendi isteğime tercih ediyorum’ diyerek ona izin verdim. Su kabını alıp güzelce abdest aldı ve namaz kıldı. Namazda öyle ağladı, öyle ağladı ki göz yaşları sel olup aktı. Sonra rukûa vardı ve rukûda da ağladı. Sonra secdeye kapandı, yine ağladı. Başını kaldırdı ve yine ağladı. Namazı tamamlayıncaya kadar göz yaşları hiç dinmedi. Bilâl gelip namaz vaktinin geldiğini haber verinceye kadar namaz kılmaya ve ağlamaya devam etti. Bunun üzerine ben ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! Allâh senin geçmiş ve gelecek bütün günahlannı bağışlamış iken bunca gözyaşı niye?’ diye sordum. Hz. Peygamber, ‘Şükreden bir kul olmayayım mı? ‘Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde ve sürelerinin değişmesinde, insanlann ticaret mallannı taşıyan gemilerin denizlerde yüzmesinde, Allâh’m gökten yağdınp ölü toprağa hayat verdiği yağmurda, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârlan ve gökle yer arasında emre amade olan bulutlan yönlendirmesinde Allâh ‘in kudret ve cömertliğine işaret eden nice deliller vardır” ayetini indirmiş iken ben niye böyle yapmayayım kil’ buyurdu.”

Ehl-i hakikate göre şükrün özü, nimet verenin mazhar kıldığı nimetleri tek tek itiraf etmektir. Bu manada Allâh, mecaz yoluyla kendisini dahi “şekûr/şükreden” olarak nitelemiştir. Burada Allâh’ın “şükreden” oluşu, şükreden kullarını mükâfatlandırmasıdır. Bundan dolayı şükre mükâfât
vermeye de şükür adı verilmiştir. Nitekim Allâh (c.c.) “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür” buyurmuştur.
Kimilerine göre ise şükrün özü iyilik yapan kişinin iyiliklerini saymak süreriyle onu sena edip övmektir. Şu halde kulun Allâh’a şükretmesi ihsânlannı sıralayıp söylemekle olur. Hakkın kuluna yönelik şükrü ise ihsânlannı sayıp söylediği için onu sena etmekle olur. Diğer yandan kulun ihsânı Allâh’a itaat etmek; Hakk’ın ihsânı ise kulunu nimete mazhar kılmaktır. Kulun hakikî anlamda şükrü, rabbinin lüftettiği nimetleri diliyle söylemek ve kalbiyle ikrar etmektir.

Şükrün kısımları vardır:

Diliyle şükretmek mütevazı bir şekilde mazhar olduğu nimeti itiraf etmektir.

Bedenin ve organların şükrü vefâkar olmak ve hizmet etmektir.

Kalbin şükrü ise saygı ve ihtiramı muhafaza etmek süreriyle şehâdet yaygısının üzerinde kulluk etmektir.

Denilmiştir ki:

“Gözlerin şükrü, arkadaşlarında gördüğün kusurları görmezden gelmektir; kulaklann şükrü arkadaşlanndan duyduğun kusurlu sözleri duymazdan gelmektir.”
Sözün özü, şükür, verdiği nimetler sebebiyle Allâh’a isyan etmemektir.

Denilir ki:

“Bir şükür var ki âlim olanlara aittir ve bu onlann sözlerine yansır. Bir şükür var ki âbid olanlara aittir; bu da onların fiillerinden bir türdür. Bir şükür de var ki ârif kullara aittir; bu da her hallerinde onun için istikamet üzere olmakla ve içinde bulunduktan her türlü nimetin ve kendilerinden zâhir olan her türlü tâat, ubûdiyet ve zikrin Allâh’ın muvaffak ve mazhar kılması ile olduğunu itiraf etmekle; kendi güç, kuvvet ve iradelerinden büsbütün sıyrılıp fenâ mertebesine erişmekle; kendi acizliklerini, eksikliklerini ve bilgisizliklerini itiraf etmekle ve her hallerinde Allâh’a karşı boyun eğmekle olur.”

Ebû Bekir el-Verrâk (rh.a.) şöyle demiştir:

“Nimete şükretmek, minneti görmek ve saygı ve ihtiramı korumaktır.”
Denilmiştir ki:
“Nimete şükretmek, nimetler içinde olan nefsini davetsiz misafir olarak görebilmektir.”
Ebû Osman el-Mâzinî (rh.a.) şöyle demiştir:
“Şükür, kişinin şükretmekten aciz olduğunu idrâk edebilmesidir.”
Denilmiştir ki:

“Şükredebiliyor olduğu için şükretmek, şükretmenin kendisinden daha tam ve güzeldir. Bu da şükretmenin dahi Allâh’ııı muvaffak kılmasıyla gerçekleştiğini idrâk etmendir. Dolayısıyla Allâh’m seni şükreden bir kul eylemesi de onun seni mazhar kıldığı en büyük nimetlerdendir. Bu sebeple sen şükredebildiğin için şükredersin ve buna da aynca şükredersin ve bu böyle sonsuza kadar gider.”
Denilmiştir ki:

“Şükür, mütevazı bir şekilde onu sahibine ait kılabilmektir.”
Cüneyd-i Bağdâdî demiştir ki:
“Şükür, kendini nimete lâyık görmemendir.”
Denilmiştir ki:
“Şâkir, elinde var olandan dolayı şükreden kişidir; şekûr ise elinde bulunmayandan dolayı şükreden kişidir.”
Denilir ki:
“Şâkir, bir fayda gördüğü için şükredendir; şekûr ise yoksun bırakıldığı için şükredendir.”
Bir başkası ise şöyle der:
“Şâkir kendisine verildiği için şükredendir; şekûr ise içine düştüğü bela ve musibetten dolayı şükredebilendir.”
Bir başkası ise şöyle demiştir:
“Şâkir, kendisine bolca verildiği için şükredendir; şekûr ise nimet geciktiğinde dahi şükredebilendir.”
Şiblî (rh.a.) şöyle demiştir:
“Şükür, nimetin kendisini değil; nimeti vereni görebilmektir.”
Denilmiştir ki:
“Şükür elde olanı bağlamak; elde olmayanı ise avlamaktır.”
Ebû Osman (rh.a.) şöyle demiştir:

“Avamın şükrü, mazhar olduklan yiyecekler, içecekler ve giyeceklerden dolayı olur. Havasın şükrü ise kalplerine vârid olan manalardan dolayı olur. Allâh (c.c.) şöyle buyurur: “Kullarımdan şükredenler ne kadar da az!”*
Hz. Dâvûd (a.s.) “Ya Rabbî! İfa edebildiğim şükür dahi senin ben. mazhar kıldığın bir nimet iken ben sana nasıl şükredeyim?” deyince Allâh ona şöyle vahyetmiştir: “Böyle demekle bana şükretmiş oldun. ”

Denilmiştir ki:

“Elin mükâfât verebilecek imkâna sahip olmayınca dilin aralıksız şükretsin.”
Nakledilmiştir ki İdris Peygamber (a.s.) günahlarının bağışlandığı müjdesini alınca Allah’tan uzun ömür dilemiş; sebebi sorulunca ise “Ömrüm boyunca bağışlanmak için çalışıp çabaladım. Şimdi de bağışlanmamın şükrünü eda etmek istiyorum” demiştir. Bunun üzerine melek kanadını açıp onu semaya yükseltmiştir.

Yine nakledildiğine göre peygamberlerden biri içinden gürül gürül su çıkan küçük bir taşa rastlayınca gördüğü bu manzara karşısında şaşırmış ve taş Allâh’m iradesiyle dile gelmiş; peygamber, bunun sebebini sorunca şöyle cevap vermiş: “Ben Allâh’ın, ‘Yakıtı insanlar ve taşlar olan…Bu buyruğunu duydum duyalı korku içinde ağlar dururum” demiş. Bunun üzerine peygamber, Allah’ın o taşı cehennemden kurtarması için duacı olmuş ve Allâh, ‘onu ateşten âzâd ettim’ diye vahyetmiş. Bir süre sonra peygamber aynı yerden geçerken taşın içinden öncekine göre daha bol su akmakta olduğunu görünce yine şaşırmış. Yine taş Allâh’in iradesiyle dile gelmiş ve ‘Allâh beni bağışlamış iken nasıl ağlamam! Bundan önceki ağıdım üzüntüden kaynaklanıyordu; şimdi ise sevinçten ağlıyorum’ demiş.

Denilmiştir ki:

“Şükreden kul,daima artan nimetlerle hemhaldir.Çünkü o, daima nimetlere şahit olmaktadır.Allah (c.c) ‘Şükrederseniz size ziyadesiyle veririm’ buyurur.Sabreden kul ise Allah’la hemhaldir;çünkü o daima musibetlere şahit olmaktadır.Allah (c.c) “Hiç kuşkusuz Allah sabredenlerle beraberdir.” Buyurur.

Yine denilmiştir ki:

“Hamd,nefeslere karşılık;şükür ise nimetlere karşılıktır.”Sahih bir haberde şöyle denilmiştir:

“Cennete ilk çağrılacak olanlar, onca ihsanından dolayı Allâh ’a hamd edenlerdir. ”

Nakledildiğine göre biri şöyle bir olay anlatmıştır:

Yolculuklanmdan birinde oldukça ileri yaşta bir ihtiyar gördüm ve durumunu sordum. Bana şöyle cevap verdi: “Ben küçükken amcamın kızına aşıktım; o da bana aşıktı. Nasip oldu ve onunla evlendim. Zifaf gecesinde “Haydi, Allâh’ın bizi mazhar kıldığı bunca nimete karşılık şükredelim” dedim. Gece boyunca namaz kümaya devam ettik, hiçbirimiz dönüp diğerine bakmadı. İkinci gece yine aynı şeyi söyledik. Yetmiş veya seksen yıldır biz her gece hâlâ aynı şeyi yaparız.” Sonra eşine dönerek “Öyle değil mi hanım!” dedi. O da, “Aynen kocamın söylediği gibi” diye cevap verdi.