Kabir Hayatı

By | 24 Temmuz 2014

feraceler

 

Kabir azabı var mıdırRasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Ölenin cesedi kabre konduğu zaman kabir ona şöyle der:

“— Ey insanoğlu neye güvenerek böbürlendin… Sana yazıklar olsun!.. Bilmiyormuydun ben fitne, karanlık, yalnızlık ve hüzün eviyim. Niçin beni unuttun. Neden yaşarken yolun bana düştüğü zaman, ayakların geri geri gi­derken, beni hiç hesaba katmadın.

Şayet ölen Allah’ın emirlerine uyan salih bir kulsa, ölünün sözcülüğü­nü yapan bir ses kabre şöyle der:

Bilmiyor musun, o iyiliği emrediyor, kötülükten sakındırıyordu. Bu durumda bana karşı tutumun ne olur?”

Kabir şöyle der:

“— O zaman ben onun için yeşilliklerle dolu bir bahçe oluyorum.” Bundan sonra ölünün cesedi nur’a çevrilir, sonra Allah’a yükseltilir.

Ubeyd İbn-i Amr (k.s.) dedi ki:

“— Ruhunu teslim ederek kabre giren herkese, kabir şöyle seslenir: “Ben karanlık ve yalnızlık eviyim. Şayet sağlığında, Allah’ın emrini tutarak, itaatkâr bir mü’min idiysen, senin için genişlik ve rahmet evi olurum. Yok şayet, Allah’ın buyruklarını tutmayan, günahkâr bir kulsan, o zaman senin için sıkıntı ve azap veren bir hapis evi olurum. Bana itaatkâr olarak gelenler, burada sevinçli, mutlu olarak çıkar, buraya günahkâr olarak girenler, herşeylerini kaybetmiş olarak hüzünlü ve acılarla çıkarlar.

 

Muhammed İbn-i Subhi (k.s.) dedi ki:

“— Ölünün cesedi mezara konup, bir müddet azaba uğratıldığı zaman, mezarlıktaki diğer ölü komşuları ona şöyle seslenirler:

“— Ey bizden başka komşusu olmayan, kardeş ve akrabalarıyla her şe­yini dünyada bırakan kişi. Dünyada yaşarken bizden ibret almadın mı? İnsa­nın ölümüyle her şeyinin ayrıldığını görmedin mi? Henüz zamanın varken, neden yapabileceğin iyilikleri yapmadın ve Allah’a itaat etmedin?”

Bundan sonra, o kişeye has konaklar ve köşkler şu şekilde seslenir:

“— Ey dünyanın aldatıcılığına kanan kişi, neden senden önce dünyada böbürlenen ve dünyadan ayrılarak toprağa giren kişilerden ibret almadın? Zira onlar dünyanın aldatmasına kandılar, sonra ecel gelecek onları dünya­dan ayırarak kabirlere götürdü. Sen bunları gözlüyor hatta zaman zaman on­ları kabre taşıyordun?..”

Yezid Rakkaşi (k.s.) dedi ki:

“— Ölü mezara konduğunda, ameller ondan ürker, Allah-u Teâlâ amelleri konuşturduğu zaman şöyle derler:

“— Ey kabir çukurunda tek başına kalan kişi, dostun, ailen ve bütün sevgililerin senden ayrıldı. Bugünden sonra sana bizden başka dostluk ede­cek kimse yoktur.”

Ka’ab İbn-i Ahbar (k.s.) dedi ki:

“Allah’ın buyruklarını tutan, itaatkâr bir kul, ölüp kabre konduğu za­man, onun, namaz, oruç, zekat, cihad, sadaka, gibi iyi işleri o kişiden ürker. O esnada azap verici melekler, ayak tarafından yanaşırken, namaz ibadeti di­le gelerek şöyle der:

“— Bu kuldan uzaklaşın! Sizin onunla görüşecek bir işiniz yoktur. Çünkü o ayaklarıyla Allah’ın huzurunda durdu ve namazını kıldı!”

Azap melekleri, bu defa baş tarafından yaklaşmaya çalışırlar. Bu kere oruç dile gelerek şöyle der:

“— Sizin bu kişiyle görülecek hesabınız yoktur. Çünkü o dünyada oruç tutarak, Allah için aç ve susuz kaldı!”

Azap melekleri, beden tarafından yaklaşmaya çalışırlar. Hac ve cihad dile gelerek şöyle der:

Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“— Ölenin cesedi kabre konduğu zaman kabir ona şöyle der:

“— Ey insanoğlu neye güvenerek böbürlendin… Sana yazıklar olsun!.. Bilmiyormuydun ben fitne, karanlık, yalnızlık ve hüzün eviyim. Niçin beni unuttun. Neden yaşarken yolun bana düştüğü zaman, ayakların geri geri gi­derken, beni hiç hesaba katmadın.

Şayet ölen Allah’ın emirlerine uyan salih bir kulsa, ölünün sözcülüğü­nü yapan bir ses kabre şöyle der:

Bilmiyor musun, o iyiliği emrediyor, kötülükten sakındırıyordu. Bu durumda bana karşı tutumun ne olur?”

Kabir şöyle der:

“— O zaman ben onun için yeşilliklerle dolu bir bahçe oluyorum.” Bundan sonra ölünün cesedi nur’a çevrilir, sonra Allah’a yükseltilir.

Ubeyd İbn-i Amr (k.s.) dedi ki:

“— Ruhunu teslim ederek kabre giren herkese, kabir şöyle seslenir: “Ben karanlık ve yalnızlık eviyim. Şayet sağlığında, Allah’ın emrini tutarak, itaatkâr bir mü’min idiysen, senin için genişlik ve rahmet evi olurum. Yok şayet, Allah’ın buyruklarını tutmayan, günahkâr bir kulsan, o zaman senin için sıkıntı ve azap veren bir hapis evi olurum. Bana itaatkâr olarak gelenler, burada sevinçli, mutlu olarak çıkar, buraya günahkâr olarak girenler, herşey- lerini kaybetmiş olarak hüzünlü ve acılarla çıkarlar.

 

Muhammed İbn-i Subhi (k.s.) dedi ki:

“— Ölünün cesedi mezara konup, bir müddet azaba uğratıldığı zaman, mezarlıktaki diğer ölü komşuları ona şöyle seslenirler:

“— Ey bizden başka komşusu olmayan, kardeş ve akrabalarıyla her şe­yini dünyada bırakan kişi. Dünyada yaşarken bizden ibret almadın mı? İnsa­nın ölümüyle her şeyinin ayrıldığını görmedin mi? Henüz zamanın varken, neden yapabileceğin iyilikleri yapmadın ve Allah’a itaat etmedin?”

Bundan sonra, o kişeye has konaklar ve köşkler şu şekilde seslenir:

“— Ey dünyanın aldatıcılığına kanan kişi, neden senden önce dünyada böbürlenen ve dünyadan ayrılarak toprağa giren kişilerden ibret almadın? Zira onlar dünyanın aldatmasına kandılar, sonra ecel gelecek onları dünya­dan ayırarak kabirlere götürdü. Sen bunları gözlüyor hatta zaman zaman on­ları kabre taşıyordun?..”

Yezid Rakkaşi (k.s.) dedi ki:

“— Ölü mezara konduğunda, ameller ondan ürker, Allah-u Teâlâ amelleri konuşturduğu zaman şöyle derler:

“— Ey kabir çukurunda tek başına kalan kişi, dostun, ailen ve bütün sevgililerin senden ayrıldı. Bugünden sonra sana bizden başka dostluk ede­cek kimse yoktur.”

Ka’ab İbn-i Ahbar (k.s.) dedi ki:

“Allah’ın buyruklarını tutan, itaatkâr bir kul, ölüp kabre konduğu za­man, onun, namaz, oruç, zekat, cihad, sadaka, gibi iyi işleri o kişiden ürker. O esnada azap verici melekler, ayak tarafından yanaşırken, namaz ibadeti di­le gelerek şöyle der:

“— Bu kuldan uzaklaşın! Sizin onunla görüşecek bir işiniz yoktur. Çünkü o ayaklarıyla Allah’ın huzurunda durdu ve namazını kıldı!”

Azap melekleri, bu defa baş tarafından yaklaşmaya çalışırlar. Bu kere oruç dile gelerek şöyle der:

“— Sizin bu kişiyle görülecek hesabınız yoktur. Çünkü o dünyada oruç tutarak, Allah için aç ve susuz kaldı!”

Azap melekleri, beden tarafından yaklaşmaya çalışırlar. Hac ve cihad dile gelerek şöyle der:

“— Bununla görülecek hesabınız yoktur. Çünkü bu canını ortaya koya­rak, Allah için cihad etti. Bu birçok zorluklara katlanarak, sırf Allah’ın hoş­nutluğunu kazanmak için hac etti, Allah’ın dininin yayılması için cihada yö­neldi.”

Azap melekleri, elleri tarafından yaklaşmak isterken, sadakalar dile ge­lir. “Bunu bırakınız, zira o benim sahibimdi. Allah için sadakalar vererek, nice zor insanın durumunu düzeltti ve birçok iyi ameller yaparak Allah’ın katına çıktı.”

Bu esnada şöyle bir ses işitilir:

“— Sana müjdeler olsun. Sen yaşarken ne iyi ne mutlu kişiydin! Şimdi onların mükâfatı olarak ne güzel bir ölüsün!..”

Rahmet melekleri ölünün yanına gelir ve mezarı genişletebildikleri ka­dar genişleterek, altını cennet yaygılarıyla döşerler. Cennetten getirilen kan­dillerle, mezar aydınlatılır, Mahşer’e toplanılana kadar, o mezarı bu kandiller aydınlatır.

Ubeyd İbn-i Amr (k.s.) dedi ki: Bana denildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi:

“— Ölü mezara konulduğu zaman, mezarın dışındaki ayak seslerini işitir. Ancak mezardan başka hiçbir şey onunla konuşmaz.”

Mezar ona şöyle der:

“— Sana yazıklar olsun ey insanoğlu! Benim sıkıntım, darlığım, vere­ceğim azabdan seni uyarmadım mı? Benim için ne hazırladın?”

Bera İbn-i Azib (r.a.)’den nakille deniyor:

“— Peygamber (s.a.v.) ile birlikte, Ensar’dan birinin cenazesine gittik. Peygamber (s.a.v.) başını eğerek o kişinin kabrinin başında durdu. Sonra şöyle dua etti: “Allah’ım kabir azabından sana sığınırım” üç kere tekrarladı. Daha sonra şunları sözlerine ekledi:

“— Mü’mine vefat etmeden önce, yüzleri güneş gibi parlayan, güzel kokulu ve yanlarında o kişiye ait kefenleri olan melekler gönderilir. Bunlar, ölüm döşeğindeki insanların önlerine oturur. Ruhunu teslim ettiği zaman, yer, gök ve ikisi arasındaki bütün melekler ona selâm verir. Gökyüzünün bü­tün kapıları açılır ve bütün kapılar o mü’minin kendisinden içeri girmesini

arzular. O ruh göklere çıkınca, melekler şöyle der:

“— Ey Rabbimiz bu senin falan kulun.”

Allah da buyurur ki:

Onun için hazırladığım mükâfatı göstermek için onu götürünüz. Biz ona şöyle vaad ettik: Ve şu ayeti okudu:

“Biz insanları topraktan yarattık. Ölünce tekrar ona döndürüle­cektir. Kıyamet günü canlandırılırken sizi bir kere daha ondan yarata­cağız.” (Taha/55)

Kabre konan ölü, dönüp gidenlerin gidişlerinin seslerini işitir.

Ona:

“— Rabbin kim? Dinin ne? Kimin ümmetisin?” diye sorulur.

O da:

“— Rabbim Allah, dinim İslâm, peygamberim Muhammed (s.a.v.)’dir,” der…

Bu şekilde iki soru sorma meleği, onu ağır bir şekilde sorgular. Bu ölen kişinin karşılaştığı son zorluktur. Bu sorulara yukarıdaki gibi cevap ve­rirse, ona şöyle seslenilir. “Doğru söyledin” Bu Kur’an’daki şu ayetin anla­mıdır:

“Allah’a iman edenler söyledikleri kelimelerde sabitlerdir.” (İbra- him/27) Bu sorulara cevap verdikten sonra ona, güzel yüzlü, güzel kokulu ve güzel elbiseli birisi gelerek der ki:

“— Seni Allah’ın rahmeti ve içinde tükenmeyen nimetleri olan cennet­le müjdeliyorum.”

Ölü şöyle sorar:

“— Allah’ın müjdeleri senin üzerine de olsun, sen kimsin?”

O güzel yüzlü insan şöyle cevap verir:

“— Ben senin yapmış olduğun iyi amellerinim. Allah’a yemin olsun ki, Allah’a kulluk huzurunda gayretli ve devamlı titiz idin. Kötü işleri yapmaz onlardan kaçınırdın. Allah’ın rahmeti, mükâfatı üzerine olsun!..”

Sonra şöyle seslenilir:

“— Onun altına cennet döşeklerinden yayınız, ve kabrinden cennete bir kapı açınız.”

Cennet döşekleri yayılıp cennete kapı açılınca ölü şöyle dua eder:

“— Ey Ra’bbım, kıyametin olacağı günü bir an önce gerçekleştir ki, ço- luk-çocuğuma kavuşayım!”

Kâfirlerin durumuna gelince:

Dünyadaki hayat sona erip ahiret yolculuğuna başladığı anda, sert, ka­ba yaratılışlı, ellerinde katrandan elbiseler ve gömlekler bulunan meleklek yaklaşır. Ona korkunç ve yabani bir şekilde görünürler. Ruhunu teslim ettiği an, yerde ve gökte bulunan bütün melekler, ona lânet eder. Bütün kapılar ka­panır ve bütün kapılar onun oradan girmesinden tiksinir. Ruhu göğe doğru yükselince şöyle ilan edilerek denilir:

“— Ey Allah’ım senin filan kulunu, ne gökler, ne de yerler kabul eder…”

Bunun üzerine Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“— Onu kabre götürün, onun için hazırladığım azabı görsün. Biz şöyle söz vermiştik: “İnsanları topraktan yarattık tekrar toprağa döndüreceğiz.” Kıyamet günü diriltirken tekrar ona can vereceğiz.”

Defnediciler onu defnederek orada bırakarak giderler. Onlar ancak ses­lerini işitirler. Ona sorgu meleklerince şöyle nida olunur:

“— Ey adam rabbin kim, dinin ne, peygamberin kimdir?”

O:

“— Bilmiyorum” der.

Sorgu melekleri ona:

“— Bilmiyorsun” derler. Sonra çirkin, korkunç yüzlü pis kokulu, pej­mürde görünümlü biri yaklaşır der ki:

“Seni, Allah’ın öfkesiyle, elem verici ve bitmeyen azabıyla müjdeliyo­rum!” derler.

Ölen insan:

“— Sen kimsin?” diye ona sorar.

Çirkin ve pis kokulu olan şöyle cevap verir:

“— Ben senin yapmış olduğun çirkin amellerinim, Allah’a yemin olsun ki, sen Allah’ın emirlerine karşı gelmekte ısrar ediyor ve devamlı asî oluyor­dun. Fakat onun buyruklarını tutmuyordun. Allah’ın belası artık senin üzeri­nedir!” Ölü der ki:

“— Allah senin de belanı versin.”

Bundan sonra, sağır, dilsiz, kör, elinde demirden tokmağı olan birisi ona yaklaşır: Bu tokmağın ağırlığı, bütün insanların ve cinlerin bir araya ge­lip kaldıramıyacağı kadar ağırdır. Onunla bir dağa vurulsa dağ toz gibi olur. İşte bu tokmakla ona vurulur. O vuruş karşısında o toprağa dönüşür ve ruhu tekrar geri döner ve tekrar tokmakla vurulur ve böylece devam edip gider. Bu esnada çıkan sesi insan ve cinlerden başka herkes işitir.

Daha sonra birisi şöyle seslenir:

“— Onun için ateşten bir yatak yapın, kabrinden cehenneme bir kapı açın!” Oraya ateşten bir yatak yapılır ve kabrinden cehenneme bir kapı açı­lır.

Muhammed İbn-i Ka’ab Elkarzihi (k.s.):

“Onlardan biri öldüğü zaman, ey Allah’ım beni geri döndür ki, olur ki salih amel işlerim.” (Mü’minin/99-100) âyetini okuduktan sonra şöyle dedi: “O kişitıin ruhuna şöyle denir:

“— Ne istiyorsun, neyi arzuluyorsun? Mal biriktirmek, mülk edinmek, bahçeler hazırlamak, binalar yapmak için mi dünyaya dönmeyi istiyorsun?”

O da şöyle cevap verir:

“— Belki kaybettiğim, hayatımın karşılığında iyi ameller işleyebili­rim!”

Bunun üzerine ona şöyle cevap verilir:

“— Hayır bu ancak öldükten sonra söylenen boş bir sözdür.”

Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayetle Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“— Mü’minin mezarı, yeşillerle süslenmiş bir bahçe, yetmiş arşın ge- nişliğindedir ve orası ayın öndürdü gibi aydınlatılır.”

“Kâfir mezarında ise ona musallat olan dokuz tininin bulunur.

Peygamber:

“— Tininin nedir?” diye sordular.

Ashab:

“— Allah ve Rasûlü daha iyi bilendir” dediler.

Peygamber (s.a.v.) dedi ki:

“— O her biri yedi başlı olan doksan dokuz yılandır.” buyurdular.

Bunlar onları, mezarlardan çıkıncaya kadar ısırır, sokar ve şişirirler.

Yılanın doksan dokuz ve her birin de yedi başın bulunması acaib değil­dir. Zira bu yılan, akreblerin sayıları, kibir, kendini beğenmek gibi çirkin huyların sayıları kadardır. Kötü huyların asılları ve ondan türüyenleri de var­dır. Bu asıldan türüyen kötü huylar da kendi aralarında kısımlara ayrılırlar.

Kibir, riyâ kendini beğenmişlik, hased, gibi asıl kötü huylar veya bun­lardan meydana gelen kötü huylar, insandaki, cemiyetteki iyilikleri yok eden helâk edici huylardır. İşte bu kötü huylar, yılan ve akreplerin şekline dönü­şürler. Bu huylar, yılan ve akreplerin en büyüğü olan Tininin sokması gibi­dir, zira yedi başlı yılan soktuğunda vücuda nasıl acı veriyorsa, dayanılmaz olunuyorsa, kötü huylarda insanın ruhuna ve iyiliklerine aynı şekilde zarar verir. Küçük yılan veya akrebin sokması insanda nasıl acı veriyorsa, en kü­çük kötü huyun da insana öyle zararı vardır.

Basiret sahibi insanlar, asıl kötü huyları ve onlardan türüyen kötü huy­ları bilirler. Bu kötü huyların tamamını ancak, peygamberlik nuruna sahib peygamberler bilirler. Ayrıca bunların manevi ve gizli sırları da vardır. Bu sırları basiret sahihleri bilirler.

Bu esrarlara vakıf olamayanların bu olayların görünümlerini inkâr et­meleri doğru değildir. Zira imanın en alt derecesi, doğrulamak ve teslim ol­maktır.