Îsârın Sevabı

By | 6 Ağustos 2014

namaz-kildiran-seccade

Îsârın SevabıÎsârın Sevabı
Bil ki, îsâr, cömertlikten de büyüktür. Zira cömert kendine lâzım olmayanı verir. Isâr ise kendine lâzım olanı vermektir. Demek ki, cömertliğin en büyük mertebesi îsârdır ve kendinin ihtiyacı olduğu şeyi vermektir. Bahilliğin son haddi de kendi ihtiyacını kendinden dahi esirgemesidir. Hattâ hasta olur; kendine ilâç almaz. Canı birçok şeyler çeker, fakat başka bir kimseden istemeyi gözetir ve kendi malından, parasından satın alamaz. îsârın sevabı büyüktür ve Allahü Teâlâ ashab ı kirâmı bununla övüyor ve «Kendilerinin ihtiyacı olsa da, diğerlerini kendilerine tercih ederler» (2), buyuruyor. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Bir kimsenin eline bir şey geçer ve kendisine lâzım olur da, kendi arzu ve ihtiyacını te’hir edip bunu başkasına verirse, Allahü Teâlâ onu afveder» (3). Aişe (radıyallahü anhâ) buyurur: «Resûlullah’ın evinde aslâ doyuncaya kadar yemezdik. Halbuki yiyecek şey vardı. Fakat îsâr ederdik». Resülullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) misafir geldi. Evde hiçbir şey yoktu. Ensârdan birisi geldi ve onu evine götürdü. Halbuki onların da yemeği azdı. Kandili söndürdüler ve bütün yemeği onun önüne koydular. Evdekiler de misafirlerle beraber ellerini yemeğe uzatıp ağızlarına getirdiler, fakat yemediler. Hepsini misafire yedirdiler. Ertesi gün Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Allahü Teâlâ sizin ahlâkınızı ve misafire karşı olan cömertliğinizi çok beğendi ve “Kendilerinin ihtiyacı olduğu hâlde, diğerlerini kendilerine tercih ederler” âyetini indirdi» (*). Îsârın Sevabı 
Mûsa aleyhisselâm, «Yâ Rabbi! Muhammed’in (aleyhisselâm) senin katındaki yerini bana göster», dedi. «Ona dayanamazsın, yalnız onun derecesinden birini sana göstereyim», buyurdu. Gösterildiği zaman, onun azametinin nurundan düşüp öleceğinden korktu ve «Yâ Rabbi! Bunu ne ile elde etti?» dedi. «İnsanlara îsâr ile», buyurdu. Ve yine buyurdu. «Yâ Mûsa, ömründe bir kere isâr eden kuluma, hesap sormaya < hayâ ederim. Nerede olursa olsun onun yeri Cennettir».
Abdullah ibn Câfer (radıyallahü anh) bir defa yolculukta bir hurma bahçesine uğradı. Bahçenin bekçisi siyahi bir köle idi. Köleye üç parça ekmek getirdiler. Bir köpek geldi, birini ona attı, köpek onu yedi, öbürünü de attı onu da yedi. Üçüncüsünü de attı onu da yedi. Abdullah (radıyallahü anh) buyurdu: «Senin ücretin nedir?». «İşte bu gördüğün», dedi. «Niçin hepsini köpeğe verdin?» buyurdu. «Burada köpek yok idi. Bu köpek uzak yerden gelmiş idi. Aç durmasını istemedim», dedi. «Sen bugün ne yiyeceksin?» buyurdu. «Sabredeceğim bir şey yemiyeceğim», dedi. «Sübhânallah, aşırı cömerdim diye beni ayıplarlar, bu köle benden daha cömerttir», buyurdu. Bunun üzerine o köleyi ve hurmalığı da satın aldı. Köleyi azâd eyleyip, hurmalığı da ona bağışladı.
Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) kâfirlerin kendisine kasd etmesinden Allahü Teâlâ’nm emri ile Mekke’den Medine’ye hicrete başladığı gece Hz. Ali’yi (radıyallahü anh) yatağına yatırarak evinden çıktı. Hz. Ali ölümü göze alarak yatağa girdi. Allahü Teâlâ, Cebrail ve Mikâil aleyhisselâma vahiy edip, «Sizi birbirinize kardeşlik ettim. Birinizin ömrünü daha uzun edeceğim. Sizden îsâr eden hanginizdir?», buyurdu. Her biri kendi için uzun ömür istediler. Allahü Teâlâ, «Niçin Ali’nin (radıyallahü anh) yaptığı gibi yapmadınız. Ona Muhammed (aleyhisselâm) ile kardeşlik verdim. Canım fedâ eyledi ve ona îsâr eyledi. Onu kendine tercih edip, onun yerine yattı, ikiniz de yeryüzüne inin, onu düşmandan koruyun», buyurdu. Geldiler, Cebrâil aleyhisselâm başucunda durdu. Mikâil aleyhisselâm da ayak ucunda durup, «Ne güzel, ne güzel. Ey Ebû Tâlib’in oğlu, Allahü Teâlâ kendi meleklerine seninle övünüyor», dedi. Bu hususta, «insanlardan öylesi vardır kİ, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini verir» (2), âyeti kerimesi indi. Îsârın Sevabı
Hasanı Anlakl (rahmetullahi aleyh) büyüklerden idi. Ashabından otuz bu kadar kimse etrafında dururlardı. Halbuki yiyecek ekmekleri bile gayet azdı. Olan ekmeği taksim ederler, ortaya koyarlar ve kandili kaldırırlar, öyle otururlardı. Kandili getirince ekmekler olduğu gibi dururdu. Herbiri arkadaşlarım yesin diye îsâr eder ve yemezlerdi. Huzeyfei Advî (rahmetullahi aleyh) buyurur: «Te bûk muharebesinde çok Müslümanlar şehid oldu. Elimde su, amcamın oğlunu arıyordum. Su ile onun yanına vardım. Son nefesini alıyordu. Su ister misin? dedim. İsterim dedi. Bir başkası, «Ah» deyip inledi. Suyu önce ona götürmemi işaretle bildirdi. Oraya götürdüm. Hişâm ibn Âs idi ve can vermek üzere idi. Buyurun, su için, dedim. Bir başkası, «Ah su!» dedi. Hişâm önce ona ver, dedi. Onun yanına gidince ruhunu teslim etmiş idi. Hişâm’a döndüm, o da canını vermiş idi. Sonra amcamın oğlunun yanına geldim, o da ölmüş idi». Derler ki: Dünyaya geldiği gibi giden Başri Hâfi’den başkası yoktur. ölüm zamanında bir dilenci gelip, ondan bir şey istedi. Gömleğinden başka bir şeyi yoktu. Onu da çıkarıp ona verdi, âriyet olarak bir elbise istedi, giydi ve vefat eyledi.