İbadet Devam Etmek Ve Haramı Terketmek

By | 23 Eylül 2014

pardesu

 

ibadetleri sevme duası‘İbadet’ kelimesinin manası, Allah’ın emirlerine uymak yasaklarından kaçmak ve koyduğu sınırları aşmamaktır!

Mücahid, “Allah’ın verdiği imkanlar ile ahiret yurdunu ara dünyadan da nasibini unutma!” ayetinden, kul Allah’ın buyruklarını yerine getirmesi­dir, manasını çıkarmıştır.

“İbadetin aslı, Allah’ı tanımak, ondan korkmak ve Allah’ın onu mürâkabe ettiğini devamlı hissetmesidir!” şayet kişi bunlardan uzaklaşınca imanın gerçek tadını tadamaz. İlimsiz ve imansız ibadetin tadı olmaz. Herşe- ye gücü yeten ve herşeyi ilmi ile kuşatan yaratıcıyı hakkıyla bilip, hakkıyla iman etmeyenin ibadeti tam ibadet olmaz. Şüphesiz Allah herşeyi gören işi­ten ve hakkıyla bilendir!

Bir bedevi, Muhammed İbni Ali’ye (r.a.) gelerek:

“— Sen Allah’a kulluk ederken onu görüyor musun? dedi.

Muhammed İbni Ali:

“— Ben görmediğime ibadet etmem” dedi.

“— Bu nasıl olur?” dedi.

Muhammed İbni Ali:

“— O’nu gözlerin görmesiyle göremezsiniz, O’nu ancak gerçek imânın gözüyle, kalple görürsünüz.” Allah, duyu organlarıyla görülmez, Allah ayet­leri ve birçok alametler vasıtasıyla bilinir. Allah beşeri kavramanın ötesinde­dir. Onu akılla birşeye benzetip kavramak caiz değildir.”

Bedevi: “Allah, peygamberliği kime havale edeceğini çok iyi bilir! der.

Ariflerden birine “batın ilmi nedir?” diye soruldu. Arif “batın ilmi, me­leklere ve insanlara bildirmediği ve sadece Allah’ın sevdiği kulların kalbine ilham ettiği sırdır!” dedi.

Ka’b-ül-Ahbâr’ın rivayet ettiğine göre: “însan, Allah’ın büyüklüğünü bir hardal tanesi kadar iyi bilseydi, rüzgar ve suyun üzerinde yürürdü.

Mahmut el-Vemak bir şiirinde şöyle sesleniyor:

Yap şükür, nimettir elbet nimete,

Hakka dâim şükür gerektir öylece.

Şükre ermek bil ki Hakk’ın nimeti,

Ömür uzansın bitmez olsun öyle ki.

Mutlanırsan, mutlu etrafın senin,

Bir mükafat müjdesidir dertlerin;

Hem saadet, hem de dert nimet bize

Dağ, denizler idrake güçsüz yine!..

— Rububiyet ilmi, kişinin kalbinde kulluk bilincini ve aşkını artırır. Kalbe yerleşen iman, insanı Rabbine ibadete zorlar. İman “zahir” ve “batın” olmak üzere iki kısımdır. Zahir-i iman, dil ile iman ettiğini açıklamaktır. Ba- tın-ı iman, kalben inandığını doğrulamaktır.

İnananlar imanları bakımından da farklıdır. İbadette dereceler de deği­şiktir. İman, kadere rıza, ihlas ve tevekkülde yükseliş gösterebildiği kadar – yani ilahi mevhibeden (ihsan) nasibini aldığı kadardır-, Allah’a ihlas ile te­vekkül ederek, onun hikmetine rıza göstermektir. İhlas: Kulun yaptığı ibâdetlerden mükâfat beklememesidir. Zira, kulun yaptığı amelleri de Allah yaratmıştır. Mü’min yaptığı ibadetlerde tedirgin olmalı, çirkinliklerden sa­kınmalı ve ibadeti, korkudan veya mükafatından faydalanmak için değil de Allah emri olduğu inancıyla yapmazsa, ihlas sahibi olmaz. Ancak kendisi için çalışmış olur. Bu da ihlası zedeler.

Rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“— Sahibi korkusu ile çalışan köpek gibi veya maaşını almayıp işi bı­rakan işçiler gibi Allah’a kulluk edenlerden olmayınız!”

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“İnsanlardan bazıları Allah’a (dinin) tek tarafından tutarak iba­det ederler. Şâyet iyilik olursa, tatmin olurlar, kötülük veya fitne ile karşılaşırlarsa, yüzlerini çevirirler. Onlar dünya ve ahireti kaybeden­lerdir.” (Hacc: 11)

Allah’a kulluk etmemiz ve ibadetin farz edilişi, Allah’ın lutfundandır. Allah’ın böyle emir vermesi ve ibadetlerimize karşılık ödüllendirmesi onun iaziletindendir. Buyruğuna uymadığımızda cezalandırması adaletindendir.

Tevekkül; sıkıntı ve darlık, zamanında, başımıza bela gelince gönül ra­hatlığı içinde Allah’a güvenmektir. Allah’a tevekkül edenler, O’nun herşeye gücü yettiğini, darlıktan ferahlığa çıkaracağını, herşeyi zamanında ve en iyi­sini yapacağını bilir. Böyle, tevekkül edenler, ana-babalarına, mallarına ve dünyanın varlıklarına güvenmezler. Tevekkül sahibleri, rablerinin kader ve kazasına gönül rahatlığıyla teslim olurlar. O’nun rızasından başka şeyleri gö­zetmezler.

Rıza ise, Allah’tan gelen her şeyi gönül rahatlığı ile kabullenmektir. Her şeyin Allah’tan geldiğinden şüphe etmezler.

Bir alim şöyle buyurdu:

“Allah’a en yakın kimseler, Allah’ın kendisi için dilediği herşeye gönül hoşluğu ile yaklaşır.”

Sofiler şöyle demiştir:

“Nice sevinçler aslında, hastalıktır. Nice hastalıklar şifadır.”

Bir şair şöyle diyor:

Dert, kader her neyse gel seç, hiç tükenmez sahrı sen;

Her sevinç saklar belâ, hazlar sunarmış dert denen!..

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Nice şer gördüğünüz şeyler sizin için hayırlıdır.” (Bakara/216)

—                      Kişi dünya sevgisini kalpten çıkarmadıkça, Allah’a gerçek mânâda ibadet etmez.

Bir kelam-ı kibarda:

“En etkili nasihat, ortada dünya sevgisinin perdesi olmaksızın, kalbe ulaşan nasihattir.” Ehl-i Hikmet: “Dünya bir saatliktir, onu Allah’a kullukla geçirin.” demişlerdir.

“Bilmişsem eğer ömrümün ân olduğunu;

Bilmişsem eğer hem de kesinlikle bunu!

Ben kıymete elbet, yine kıymet katarak

Sarfetmeliyim hem de ibâdette onu!..”

Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

—                      Bir sahabi Rasûlüllah’a (s.a.v.) “Ya Rasûlüllah, ben ölmek istemi­yorum.” dedi. Rasûlüllah: “Senin malın var mı” dedi. Adam: “Evet” dedi. Rasûlüllah: “Ölüm olduğuna göre malını önceden gönder (İyi yolda harca) Zira, kişi malıyla birliktedir.” diye buyurdu.

Rivayet edildiğine göre. Hz. İsa (a.s.) şöyle demiştir ki:

İyilik üç şeydedir. Dilde, bakmada ve susmada.

Allah’ın zikri dışında konuşan boş konuşmuştur. İbret almaksızın bak­mak, hatalı bir bakıştır. Düşünmeksizin susmak, oyalanmaktan başka bir şey değildir.

Dünyayı terk etmek, dünyanın durumu onun zevkleri ile ilgili düşünce­leri terk etmektir. Çünkü düşünce insanın nefsine ve arzularına bağlıdır. Nefsi azdırır.

Helal olmayanlara bakmaktan sakının, çünkü bakmak, hedefine varan bir ok, emrini dinleten bir padişah gibidir.

—                      Bakmak, şeytanın oklarındandır. Haram şeylere Allah korkusuyla bakmayanların kalplerine imanın ve ibadetin tadı mı bağışlanır?

Ehlüllahın sözlerindendir:

Bakışlarına sahip olmayanlar hayal kırıklığına uğrar.

Sağa sola, pervasızca bakan, sırları açığa çıkartır ve kendisi devamlı rezil olur.

Gözlerine dikkat et, onları pervasız bir halde serbest bırakırsan, seni günaha iter, onlara hakim olursan, diğer organlarına hakim olursun.”

Eflâtun’a:

“İşitmek mi, bakmak mı kalbe daha zararlıdır?” diye sormuşlar.

Eflatun:

İşitmek ve bakmak, kuşun iki kanadı gibidir. Kuş her iki kanadı olma­dan uçamaz. Kanadı kırık kuş, diğer kanadının yardımıyla zorlukla uçabilir. Fakat çok da yorulur!

Muhammed İbni Ziya (r.a.) dedi ki: “Allah ve akıl sahiplerinin yanın­da, insanın herşeye luzumsuz olarak bakması, kusur olarak yeter.”

Adamın biri önünde giden bir çocuğa gülüyordu. Orada bunu gören bir

Sofi:

“— Ey aklı başak, kalbi kara, bakışları zehirli adam, senin yaptıklarını yazan ve seni koruyan meleklerden utanmıyor musun? Onlar sana belâya uğramış bir zavallı olarak bakıyorlar. Sen rezil, aşağılanmış halinle kendine değil başkalarına bakıyorsun. Kendini seyredenleri.unutuyorsun!

Kadı Ercanî bir şiirinde şöyle diyor:

“Bir bakıp erdin gözüm çok gâyeye,

Kalbi doldurdun zararlı şey ile,

Ey gözüm gönlümden artık çek eli,

Çift hücum yalnızca, eş namertliğe.

Hz. Ali (k.v.) buyurdu: “Gözler şeytanın tuzakdaki avıdır. Göz, vucu- dumuzda ilk etkilenecek organdır. Kim onunla Allah’ın emirlerine uyarsa, diğer organlar da ona uyar ve muradına kavuşur. Kim de onu ve organlarını nefsin isteklerine bırakırsa, bütün yaptığı iyi amelleri kötülüğe teslim etmiş olur. Nefse uymak her yapılmış iyiliği siler süpürür.

“Nefis Hak katına yöneldiğinde,

Kötülüğe sebep şeyler yitince,

Tendeki unsurlar hep ona uyar,

Başlar artık türlü nimet, bağışlar.

Ebedi yıllarda bekler cömertler.

Bütün günahları silince meğer!..”

>. Abdullah İbni Mübarek (r.a.) şöyle dedi:

“— İman, peygamberlerin (s.a.v.) getirdiklerini kabul etmek ve doğru­lamaktır. Kur’an’ın doğruluğunu inanmak ve amel etmek kişiyi devamlı ce­hennemde kalmaktan kurtarır. Haramlardan kaçan kimse tevbe eder. Helal rızıkla beslenen verâ sahibi olur, takvaya yönelir. Farz ibadetleri yapanın inancı sahihdir. Doğru konuşan yorgunluktan, sıkıntıdan kurtulur. Haksızlık­tan kaçan, kısastan kurtulur. Peygamberin sünnetine uyanın ameli saflaşır. Allah’a samimi ibadet edenin ibadeti kabul edilir.”

Ebu Derdâ (r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etti:

— Bir adam gelerek: “Bana tavsiyede bulun” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): “Helal kazan, amelinde dürüst ol. Allah’tan gündelik rızık dile, kendini ölü­lerden kabul et. Amellerini beğenmekten kaçın, çünkü amelleri beğenmek, afetlerin büyüğüdür ve amelleri boşa çıkarır. Zira, amellerini beğenen, Al­lah’ın kabul edip etmediğini düşünmeden, Allah’ı minnet altında bıraktığını sanarak, kulluğun yerine getirilmesinde gevşek davranır. Riyâdan, gösteriş­ten sakın!” dedi. Sonra şu ayeti okudu:

“Ogün hesaba katmadıkları amelleri açığa çıkar.” (Zümer/47) Denildi ki: “Dünyada iyilik sayarak yapılan bazı ibadetler, ahirette kö­tülüklerden olarak karşılarına çıkar. Bazı selef bu âyeti okuduktan sonra; “vay riyâkarların haline,” dediler.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a yaptığı ibadette hiçbir ortak koşmasın.” (Kehf/110)

Ayetin yorumu için şöyle dediler: Hiç kimse ibadetlerinde gösteriş yapmasın. Yaptığı ibadetleri de, utanma duygusuyla gizlemesin!” ibni Mes’ud’un rivayet ettiğine göre, son inen ayet şudur:

“Allah’a döndürülüp, kimseye haksızlık edilmiyecek ve herkesin kazandığını alacağı günden korkunuz.” (Bakara/281)

Şair Muhammed İbni Bişr şöyle der:

“Bilki, gerçek bir şahit “dün” atide,

Hem şahidin olmada “günler” yine.

Dün kazanmışsan inan sen bir günah,

Çifte iyilik yap ki asla çekme ah!

İyliği gel sen bırakma yarına,

Gün biter, yarında yoksun baksana!

Başka bir şair de:

Hep günaha yol açarken arzular.

Ertelersin durmadan sen tevbeyi!

Bir bakarsın gün bitip, çctmış ölüm.

Akla sığmaz iştir ancak şendeki!..

Hz. Davut (a.s.) Hz. Süleyman’a (a.s.) takva üç şeyde belli olur dedi:

1-                 ) Mü’min elde edemedikleri şeylerde Allah’a tevekkül eder.

2-                 ) Elde ettiklerine razı olur.

3-                 ) Olan veya geçen herşeye sabreder.

Bazı Sofiler dedi ki: “Belalara sabreden isteklerine kavuşur.”

Bir şair şöyle demiştir:

“Gelse mutlak bir bela sabreyle sen.

Hem ümitsizliğe asla düşmeden..

Hep senin olmuşsa dünya ziyneti,

Sen diren, iyilik ve takvandır iyi.

Her durumda sen nefisle yap cihad,

Bir bakarsın ki umutlar verdi tad!”

Diğer bir şair de şöyle der:

“Hem anahtardır sabır her arzuya,

Maksada ermek için yardımda da!

Sabrı seçmişsen uzansın koy gece,

Hem sonuç mahzunlara yardım yine!

Sabra ermişler, erer her maksada;

Bir bakarsın elever imkansıza!

Başka bir şair de:

“Bil inanca kulp, şu sağlam sabrımız,

Şeytana olmakta kalkan sabrımız…

Fayda vermiş insana sabrı meğer,

Verdi tezlikler bütün, hüsrana yer!

Hem zaman vermiş sana binbir keder,

Bunlar elbet devranından cilveler Gel bürün sabrın güzellik zırhına Şüphesiz sabrın kumandan Rıdvan’a.”der.

Sabrın birçok çeşidi vardır. Vaktinde ve bütün rükûnleri-ne dikkat ede­rek farzları yerine getirmek sabrın bir çeşitidir. Nafile ibadetlere devam et­mek sabırdır. Komşunun ve arkadaşın eziyetine katlanmak sabırdır. Fakirli­ğe ve hastalığa dayanmak, şüpheli şeylerden kaçınmak, haramlan terk et­mek, nefsin isteklerine uymamak, bedenin yaptığı bütün zararlı şeylere karşı koymak sabırdır.