Had Cezalarını Uygulamak

By | 11 Kasım 2014

Had Cezalarını UygulamakEbu Hureyre (radıyallâhu anh)’dan rivâyet edildiğine göre, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“Bir ülkede/yeryüzünde bir had cezasının uygulanması, o ülke/yeryüzü halkı için otuz gün yağmur yağmasından daha hayırlıdır.”
Nu’mân ibn Beşîr (radıyallâhu anh)’dan rivâyet edildiğine göre, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın yasakladığı sınırları üzerinde duran kimse ile o sınırların içine düşen kimsenin misali, bir gemi halkının şu misaline benzer:
O gemi halkı, kimin geminin üst bölümünde ve kimin de geminin alt bölümünde kalacağı ile ilgili kura çektiler. Kura sonucunda gemi halkının bazısına, geminin üst bölümü çıktı. Bazısına da geminin alt bölümü çıktı. Geminin alt bölümünde bulunanlar, denizden kendileri için gerekli olan suyu almak istedikleri zaman, üsttekilerin üzerinden geçip gidiyorlardı. Böylece onlara eziyet vermiş oluyorlardı. Bunun üzerine onlar, birbirlerine:
– ‘Bize, kura sonucunda düşen alt bölümde bir delik açsak, hem biz eziyet görmemiş ve hem de üst bölümde kalanlara eziyet vermemiş oluruz’
dediler.Eğer bu üst bölümde bulunanlar, bu alt bölümde kalan kimseleri, bu istekleriyle baş başa bırakmış olsalardı, hepsi de helak olurlardı. Eğer üst bölümde bulunanlar, alt bölümde bulunanların bu yapmaya teşebbüs edecekleri işte ellerini tutmuş olsalardı, hem kendilerini kurtarırlardı ve hem de o işe teşebbüs edecek olan alt bölümdekilerin hepsini kurtarırlardı.”
Hadisi şerifte; güzel anlatımın ve ifadenin doruğunda bir örnek verme var. Çünkü Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), burada; yöntemde hata edenleri, gidişatta sapıtanları ve doğru yoldan sapanları anlatmaktadır.
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in örnek verdiği işte bu kimseler, yanlış bir anlayışla diğerlerinden bağımsız olarak hareket etmek isteyip arzu ve isteklerinin gereği, böyle bir tutum içerisine girmişlerdir.
Diğer örnekte ise; gemiyi delmeye kalkışıp ta onların bu yapmak istedikleri kötülüğü gören üst bölümdekilerin, alt bölümdekilerin bu davranışlarına karşı susmalarını ve etraflarında meydana gelen yanlışlıklara gözlerini kapamalarını örnek vermektedir…
Halbuki alt bölümdekilerin yapmak istedikleri iş, asıl itibariyle düşündükleri gibi değildi. Çünkü alt bölümdekiler, düşündükleri şeyi yapmakla, kendilerinin diğerlerine zorluk çıkarmaktan kurtulduklarını sanıyorlardı.İşte hikmet dolu çarpıcı bu Nebevi örneği; insanlığın öğretmeni ve eğitimcisi olan, kendisine fesahat ile belagatın boyun eğdiği ve yine kendisine “Cevamiu’l- Kelim” verilen Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) anlatmıştır.Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), içerisinde iyiler ile kötülerin, takva sahibi kimseler ile günahkar kimselerin bulunduğu “İnsanlık Toplumu”nu, dalgaların birbirine girdiği büyük bir denizdeki geminin yolcularına benzetmek suretiyle çok güzel bir örneklendirme yapmıştır…
Bu gemi, denizin ortasında belli bir yöne doğru gitmekte iken denizin dalgaları ile kasırgaları arasında yolunu şaşırdığı bir sırada geminin yolcuları iki gruba ayrılmıştır:
Birinci Grup: Bunlar, geminin üst bölümünde bulunmaktadır. Bunlar; bulundukları konum itibariyle kainatın güzelliklerinden, tabiatın imkânlarından ve hayatın fırsatlarından yararlanmaktadırlar. Bunlar için, bütün bolluk ve rahatlık olanakları temin edilmiştir. Örneğin; temiz tatlı sular, koltuklar, divanlar, hizmetçiler ve hizmetleri ile ihtiyaçlarını gidermeye çalışan genç kamarotlar… gibi.
ikinci Grup: Bunlar, geminin alt bölümünde bulunmaktadır. Bunlar ise; tabi-atın manzaralarını göremiyorlar, tabiatın çekici güzelliğinden yararlanamıyorlar, üst bölümdeki arkadaşlarının yararlandığı imkânlardan faydalanamamaktadırlar. Üstelik de kullanacakları suyu, üst bölümde bulunanların üstlerinden geçerek gidip kap uzatmak suretiyle denizden çıkaracaklardı…
Yalnız geminin alt bölümünde bulunanlar için şöyle bir tehlike söz konusu idi: Bu da, onların, geminin üst bölümünde bulunanlann üzerlerinden geçip onlara zarar vermemek için geminin alt bölümünü delip denizden su çıkarmak istemeleriydi. Çünkü geminin üst bölümüne çıkıp oradaki insanların üzerlerinden geçip ihtiyaçları olan suyu denizden çekip taşımalan kendilerine zor gelmekteydi. Üstelik böyle bir şey yapmakla üst bölümdeki arkadaşlarını rahatsız etmek istemiyorlardı. İşte bu tür sebeplerden ötürü gerçekleştirmek istedikleri düşüncelerini uygulamak için gemiyi delmeye karar vermişlerdi…
Bu iş için kendilerine gerekli olan aletleri ve baltaları getirip denizden su çıkartmak için geminin alt kısmına vurmaya başladılar. Üst bölümde bulunanlar ise, bu sırada gemiyi delmeye yönelik alt kattan sesler işitmeye başlamışlardı. Hemen alt bölüme doğru koşmaya başlayıp onları gemiyi delmeye yönelik bir davranış içerisinde bulmuşlardı. Onları, bu yapmak istedikleri düşünceden vazgeçirmeye çalıştılar. Fakat içlerinden zeki olan kimseler, üst bölümden kendilerine gelen arkadaşlarına:
– ‘Burası bize ait bir bölümdür. Burada biz, istediğimizi yapmakta serbestiz. Çünkü biz, ‘hür’ kimseleriz’ dediler.
Buna göre bazı insanlar, diğer bir kısım insanların hürriyetlerini kullanmalarını engelleyebilir mi?! Eğer üst kattakiler, alt kattakileri, istekleri doğrultusunda ve yapmak istedikleri işte bırakmış olsalardı, gemi halkının bütün yolcuları toptan helak olurlardı.
Eğer üst kattakiler, alt kattakileri yapmak istedikleri işten kaçındırıp onların ellerini tutsalardı, gemi halkının hepsi kurtulurdu…
Baim bu hayattaki halimizde bu şekilde olup bu yeryüzünün üstünde yaşıyoruz. Gemi yolcuları gibi içimizde de iyiler, günahkarlar, salih kimseler ve kötü kimseler bulunmaktadır. Eğer biz, içimizde bulunan bu kötü kimseler ile toplumun huzurunu bazen bu bozguncuları kendi hallerine bıraktığımızda ve onlara nasihat etmeye yönelmediğimiz yada işleyecekleri günahlar ile suçlardan onları kaçındırmadığımız taktirde onlar serbest kalacaklar, toplum içerisinde huzursuzluk çıkaracaklar, istediklerini ve dilediklerini yapacaklardır.
İşte o zaman gemi halkı gibi hepimiz birden helak oluruz. Eğer toplumda bulu-nan bu gibi kimseleri yapacakları şeylerden kaçındırdığımız taktirde, hepimiz birden kurtulmuş oluruz. Çünkü bizim kurtuluşumuz, onların kurtuluşu ve bizim hayatımız ile onların hayati, buna bağlıdır… İşte bu, çarpıcı bir örnek ve bilgece bir rehberliktir.
İşte bu örneği, bize; hidayet, rahmet, ilim ve irfan peygamberi Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) haber vermektedir.
Keşke insanlar, bu çarpıcı örneği gerçek anlamda bilebilseler!!.
Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ)’dan rivâyet edildiğine göre, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“İyi haslet sahiplerinin had cezasını gerektiren hususlar dışındaki hatalarını bağışlayın.”
Bu hadisten, had cezaları dışındaki suçların affedilmelerinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Hattabî bu hadisin ta’zîri gerektiren suçlarda imamın ceza verip vermemekte muhayyer olduğuna delil olduğunu söyler.Hadisten anlaşılan ikinci bir hüküm ise, ta’zîri gerektiren suçta cezanın suçu işleyenin şahsiyetine göre değişebileceğidir. Çünkü İslâm Hukukunda cezanın asıl hedefi, suçun bir daha işlenmesini önlemektir. Şahsiyetli birisi hata ederek bir suç işlerse çok hafif bir ceza onun aynı suçu bir daha işlemesine mani olur. Şahsiyetsiz, kaşarlanmış birisinin aynı suçu bir daha işlemekten korkar hale gelmesi ise daha ağır bir cezayı gerektirebilir. Bu hal hiç de adalete aykırı bir hal değildir. Bu gerçeğin farkına vardığı anlaşılan çağdaş hukuk sistemlerinde de sabıkanın olmayışı, sanığın iyi hali cezayı hafifletici sebeplerden kabul edilmiştir.Had cezaları, Allah hakkı olarak meşru kılındığı için haddi gerektiren suçlarda haysiyet ve itibar sahibi birisi ile haysiyetsiz, sabıkalı birisi arasında hiçbir fark yoktur. Bu türden bir suçu işleyen kim olursa olsun şarînin koyduğu ceza noksansız uygulanır.