Fakirliğin Fazileti

By | 23 Temmuz 2014

feraceler

 

yetim-egitimPeygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“— Bu ümmetimin en hayırlıları fakirlerdir. Cennete en önde girenler, fakirler ve düşkünlerdir!”

Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde de şöyle buyurdu:

“— İki sevdiğim şey vardır, kim onları severse, şüphesiz beni sevmiş olur. Kim onlara buğz ederse, bana buğz eder. Onlar fakirlik ve cihaddır.”

Rivayet edildiğine göre Cebrail (a.s.) Peygamberimize gelerek:

“— Ey Muhammed Allah’ın selâmı var.” Ve diyor ki, “İsterse bütün dağları altın yapayım, ve devamlı kendisiyle beraber olsun..”

Bu söz karşısında peygamber (s.a.v.) bir müddet durduktan sonra, şöy­le cevap verdi:

“— Ey Cebrail, dünya evsizlerin evidir. Malı olmayanların, malıdır. Dünyada devamlı kalınmıyacağına göre orada mal biriktirmek akılsızlıktır!”

Cebrail (a.s.), şöyle devam etti:

“— Ey Muhammed (s.a.v.) Allah (cc) senin sözünü doğruluyor”

Rivâyet edildiğine göre. Hz. İsâ (a.s.) yolda üzerindeki üstlüğe bürün­müş uyuyan bir kişi gördü.

İsâ (a.s.):

“— Ey uyuyan kalk ve Allah’ı zikret.” der.

Adam kalkarak:

“— Benden ne istiyorsun? Ben dünyayı istiyenlere bıraktım!..

 

İsâ (a.s.):

“— Öyleyse uyumana devam et dedi.

Yine rivayet edildiğine göre Hz. Musa (a.s.) toprakta uyuyan bir ada­ma rastladı. Başının altında bir toprak keseği, yüzüne, sakalına da toprak bu­laşmıştı. Musa (a.s.) bu manzara karşısında:

“— Ey Allah’ım bu kulun dünyası mahv olmuş!” dedi… Bunun üzerine Allah (cc) Musa (a.s.)’a şöyle bildirdi:

“— Ey Musa, bilmiyor musun, şayet ben kullarımdan birine yüzümü çevirerek baktığım zaman, o dünya dan tamamen el eteğini çeker!.” buyur­dular.

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Fakirlik müminin zinetidir.”

Ka’abul Ahbar (k.s.) dedi ki.

“— Allahu Teâlâ Musa (a.s.) buyurdu ki:

“Fakirliğin sana doğru geldiğini gördüğün zaman, hoş geldin salihlerin şiarı.” de!..

Ata-el Horasânî (k.s.) dedi ki:

“— Peygamberlerden biri bir sahilde balık tutan birine rastlar. Pey­gamber adamın balık tutuşunu seyreder.”

Adam:

“— Allah’ın adıyla” deyip ağını atar, hiç balık tutamaz.

Sonra başka birisine rastlar o da:

Şeytanın adıyla diyerek ağını atar, onun ağı balıklarla tıklım tıklım do­lar!”

Bu olay karşısında şaşkına dönen peygamber (a.s.):

“— Ey Allah’ım, bu olayın hikmeti nedir? Biliyorumki her şey senin gücün dahilinde gerçekleşiyor..”

Allah (cc) meleklere perdenin kaldırılmasını emreder. Perde kalkınca peygamber ilkine sunulan rahmet ile ötekine sunulan azabı görür.

— Allah’ın ona hazırladığı azabı görünce, şimdi tatmin oldum der.

Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde:

“— Cennete baktım, çoğunun fakır olduğunu gördüm. Cehenneme baktığımda orada çoğunun zengin ve kadınlardan meydana geldiğini gör­düm.” buyurdular.

Başka bir hadiste şöyle buyurmaktadır:

“— Cehennemdekilerin çoğunun kadınlardan meydana geldiğini gö­rünce. onları buraya getiren nedir? diye sordum. Bana, altın ve safran gibi ziynet eşyalarına olan düşkünlükleri” diye cevap verildi.

Başa bir rivayette Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

—               Fakirlik dünyada mümine verilen hediyedir. Peygar tberlerden en son cennete girecek. Süleyman peygamberdir. Zira peygamberlerin en zen­gini ve muhteşem bir mülkü vardı. Ashabımdan en son cennete irecek olan, en zengini Abdurrahman ibn-i Avfdır…

Başka bir rivayette, son kısım şöyledir.

—” (Abdurrahman ibn-i Avf)cenııete emekliyerek girecek ,r.”

Hz. İsâ (a.s.) şöyle dedi:

“— Zengin cennete zorlukla girer.”

—               Peygamber (s.a.v.) Eh 1 – i Beyt için şöyle buyurdu:

“— Allah bir kulu sevdiği zaman, onun başına belaları Musallat eder. Onu daha da çok sevdiği zaman, evlatsız mal ve mülksüz bir kır.”

Bir başka rivayette şöyle bildirilmektedir:

“— Fakirliğin sana yaklaştığını görünce deki, hoş geldin sahillerin şiârı.” Şayet zenginliğin yaklaştığını görürsen, “bu günahlarımın birinin dün­yadaki cezasıdır” de!..

Musa (a.s.) buyurdu ki:

“— Ey Allah’ım, kulların içinde senin sevdiklerin kimlerdir? Onları se­nin için seveyim! dedi. Allah u Taâla” Bütün fakirlerdir! dedi.

Hz. İsâ (a.s.) buyurdu ki:

Ben fakirliği seviyorum, ve bolluktan nefret ediyorum!

Rivayet edildiğine göre Hz. İsâ (a.s.) kendisinin “miskin” diye çağrıl­masından hoşlanılmış…

Arapların ileri gelenleri ve zenginleri, (yeni müslüman oldukları za­man) Peygamber (s.a.v.)’e gelerek,

“— Fakirlere bir gün. zenginlere birgün tayin et. onlar gelsinler biz

gelmiyelim, biz gelince de onlar gelmesinler! dediler.

Fakirlerden kasıt, Bilâl-i Habeşi, Selman-ı Fârisi, Ebu Zer, Habbab İb­ni Eret, Ammar İbn-i Yasir, Ebi Hureyre gibi”Ashab-ı Suffan’ın” mensubu sahabilerdi. Allah onların hepsinden razı olsun; Hepsi yoksuldu.

Zira onlar yazın yoksulluktan dolayı kalın yün elbiseler giyiyorlardı. Şiddetli sıcaklarda terleyince, etrafa ter kokusu yayılıyor ve zenginler bu ko­kudan dolayı rahatsız oluyorlardı.

O zenginler de Akrah İbn-i Habeş Et Temimi. Ubeyd İbn-i Hüsn el-Fe- zari, Abbas İbn-i Merdus-üs Sülmi ve bunlar gibi… Asbabdandılar. Allah hepsinden razı olsun!..

Peygamber (s.a.v) bu teklifi kabul ederek şöyle buyurdu:

“— Bundan böyle her iki grubu bir mecliste toplamıyacağım!”

Bunun üzerine Allah-ü Teâlâ şu ayeti indirdi:

“Rablerinin rızasını diliyerek sabah akşam ona ibadet edenlerle beraber sabret, dünya hayatının ziynetini diliyerek gözlerini onlardan ayırma (fakirlerden). Kalbini zikrimizden gafil ettirdiğimiz nefsin istek­lerine uyarak işi ileri götürmüş olanlara (zenginlere) uyma!.

De ki: Gerçek Allah’tandır. Dileyen iman etsin; dileyen kâfir ol­sun!” (Kehf/28-29)

Rivayet edildiğine göre. Peygamber (s.a.v) Kureyş’in ileri gelenleriyle beraber otururken, fakir olan İbn-i Ümmü Mektum içeri girmek için izin is­tedi. Peygamber (s.a.v) yüzünü ekşitti. Bunun üzerine şu ayetler vahyedildi: “Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşiterek çevirdi. Ne biliyorsun belki o senden öğrenecekleriyle (günahtan temizlenip) annacaktı veya öğüt alacak ve öğüdü uygulayacaktı.” (Abese-/1-4)

Peygamber (s.a.v) buyuruyor ki:

— Ahiret günü, bir kul Allah’ın huzuruna çıkartılır, siz dünyada birbi­rinizden özür dilediğiniz gibi, Allah o kuldan özür diliyerek şöyle buyurur: İzzet ve celalime yemin olsunki, seni dünyadan uzak tutmam, hor gördüğüm için değildir. Aksine senin çin hazırladığını mükafatlar içindir. Ey kulum, şimdi şu salları dolaş sırf benim hoşnutluğumu kazanmak için sa­na yemek veren, seni giydiren kim varsa ara ve bulunca elinden tut. o artık seninle birlikte olacaktır.”

Başka Hadiste Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Cennete girdiğim zaman önümde nalın seslerini işittim. Baktığım za­man Bilâl-i Habeşi’nin olduğunu gördüm. Üst katlarda ümmetimin fakirleri ve onların evlatlarının dolaştıklarını, zenginlerin ve evlatlarının ise alt kat­larda gezindiklerini gördüm.” Bundan dolayı:

“— Ey Allah’ım, bunun sebebi nedir?” diye sordum.

Allah-ü Teâlâ buuyurdu ki:

“— Kadınların derecelerini, kırmızı altın ve ipeğe düşkünlükleri; Zen­ginlerin derecelerini dünya için yaptıkları uzun hesaplar düşürdü!, diye ce­vap buyurdular.

Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle devam etti:

“— Bu arada sahabilerimi aradım, içlerinde Abdurrahman ibn-i Avf-ı göremedim. Bir müddet sonra ağlıyarak yanıma geldi… “Ona; “neden bu ka­dar geç kaldın?” diye sorduğumda bana şöyle cevap verdi:

“— Sizin yanınıza gelinceye kadar öyle engellerle karşılaştımki, Sizi bir daha göremiyeceğimden korktum!”

Ben:

“— Niçin?” diye tekrar sordum:

“— Malımın hesabını vermekle meşguldüm” diye cevap verdi..

Abdurrahman ibn-i Avf gibi peygamberin önde gelen arkadaşlarından aynı zamanda cennetle müjdelenmiş kişi olmasına rağmen o bu duruma dü­şerse vay bizlerin halimize!..

Peygamber (s.a.v.) birgün yoksul bir sahabenin evini ziyaret eder. Evinde hiçbirşey olmadığını görünce, şöyle buyurdu:

“— Şayet bu yoksulun nûru bütün yeryüzü halklarına dağıtılsa, hepsi­ne yeter.”

Peygamber (s.a.v.) birgün ashabına “size cennetin sultanlarını söyleye­yim mi” dedi.

Oradaki sahabiler:

“— Evet ya Rasûlüllah!” dediler..

Bunun üzerine peygamber (s.a.v.) sözlerine şöyle devam etti:

“— İnsanların itibar etmediği, düşkün, fakir, yaz ve kış solmuş elbise­den başka elbisesi olmayan, fakat Allah adına bir meselede yemin etse, onun yemini şüphesiz yerine getirilen kimselerdir!” buyurdular.

İmran İbn-i Hüseyin (r.a.) anlatıyor:

Rasûlüllah bana bazı meselelerden dolayı değer verirdi. Birgün bana;

—               Ya İmran, bizim nazarımızda senin ayrı bir yerin var. Benimle bir­likte kızım Fatıma’nın ziyaretine gelir misin? dedi.

Bende:

“— Anam ve babam sana feda olsun! Ey Allah’ın Rasûlü tabii geli­rim!” dedim.

Fatıma’mn evine gidince Rasûlüllah (s.a.v.) Rasûlüllah (s.a.v.) kapıyı vurarak:

—               “Selamün aleyküm girebilir miyiz?” dedi..

Hz. Fatıma (r.a.):

— Buyur Ya Rasûlüllah!” dedi.

Rasûlüllah (s.a.v.)

“— Yanımdaki arkadaşla beraber mi? diye sordu..

“— Yanında kim var diye? sorunca Rasûlüllah (s.a.v.):

“— İmran!” dedi..

Hz. Fatıma:

“— Seni hak peygamber olarak gönderene yemin olsun ki, yanlız bir abam var” dedi.

Peygamber (s.a.v.) eliyle işaretlerle, şöyle şöyle ört diye tarif etti.

Hz. Fatıma:

“— Peki başımı neyle örteyim?” buyurdu.

Peygamber (s.a.v.) kazağını çıkartarak ona uzattı:

“—Al bununla başım bağla! dedi..

Bundan sonra izin verildi ve içeri girdik.

“— Selamün aleyküm kızcağızım, geceyi nasıl geçirdiniz?” diye hal hatır sordu.

Fatıma (r.a.):

“— Allah’a yemin olsun ki. açlık sancımı iyice artırdı. Açlık bana çok dokunuyor, arlık dayanamaz oldum! dedi.

Rasûlüllah (s.a.v.) ağlayarak:

“— Yavrucuğum üzülme. Allah’a yemin ederimki, üç gündür ağzima bir lokma almadım. Ben Allah katında senden daha üstünüm, şayet dilesey- dim Allah bana yemek gönderirdi. Ama ben â’nireti dünyaya tercih ettim…

Sonra Fatıma’nın omuzunu sıvazlıyarak

“— Ey yavrucuğum. Allah’a yemin olsunki. sen cennetteki kadınların önderisin!” dedi.

Falıma:

“— Asiye ve Meryem’in dereceleri nedir?” diye sordu.

Peygamber (s.a.v.):

Onlar kendi devirlerinin kadınlarının önderidir. Sen de senin devrinin kadınlarının önderisin.” Her üçünüz için de. kamıştan yapılmış birer köşkü­nüz olacaktır. Orada, ne sıkıntı, ne gözyaşı, ne de üzüntü vardır!” Amcamın oğlunun getirdiklerine kanaat et. zira o diinya vc ahiretin efendisidir.” buyur­dular.

Rivayenedildiğine göre Hz. Ali (k.v.) Rasûlüllah (s.a.v.)’ın şöyle dedi­ğini söyledi:

“— insanlar fakirliği aşağı görüp, dünyada büyük binalar yaparak, dünya nimetlerine düşkün oldukları, paralan biriktirdikleri zaman. Allah on­lara dört bela indirir.

. 1- Kıtlık

2-               Zalim sultanları başlarına musallat eder.

3-               Yöneten ve idareciler, hıyanet ederler.

4-               Düşmanlar onlara heybetli gözükürler.

Ebu Derdâ (r.a.) dediki:

“— İki dirhem parası olanın hesabı, tek dirhem parası olandan daha çe­tindir”..

Hz. Ömer (r.a.) Said İbn-i Anır’a bin dinar verir. Said eve üzüntülü ola­rak geldiğinde, hanımı:

“— Üzücü bir şey mi oldu?” diye sorar.

Said:

“— Bundan daha üzücü ne olabilir! der. Hanımının eski bir hırkasını ister. Hanımı hırkayı getirince, onu parçalar ve paraları içine koyarak fakir­lere dağıtmasını ister. Namaza durur, hem ağlar hemde namaz kılar. Sonra şöyle der:

“— Ben Peygamber (s.a.v.)’in şöyle dediğini işittim.

“Ümmetimden fakirler zenginlerden beşyüzyıl önce cennete girer! Zenginlerden biri sırat köprüsünde fakirlere karıştığı zaman tutularak onların içinden çekilip alınır!..”

Rivayet edildiğine göre fakir bir kişi Süfyan-ı Sevri’nin sohbetine katıl­mak ister.

Sevri:

“— Buyur, eğer zengin olsaydın seni yanıma almazdım dedi…”

Sevri fakirlerle daha çok içli dışİı olduğu için ve zenginlerle fazla sa­mimi olmadığından.

Zengin dostları:

Keşke bizde fakir olsaydık” diye temennide bulunurlardı…

Muemmil (k.s.) buyurduki:

— Zavallı insanoğlu! fakirlikten korktuğu kadar’cehennemden korsay- dı, ikisindende kurtulurdu! Zenginliği istediği kadar, cenneti isteseydi her ikisini de kazanırdı. Davranışlarında insanlardan çekindiği kadar Allah’ın buyruklarına dikkat etseydi, hem dünyayı hem de âhireti kazanırdı.”

İbni Abbas (r.a.) buyurdu ki:

“Zenginlere hürmet ve saygı gösteren, fakirleri hor gören lanetlenmiş­tir!”

Lokman Hekim (a.s.) oğluna öğüt verirken şöyle buvurdu:

—             Hiç kimseyi elbisesinin yırtık veya eski olmasından dolayı hor görme, zira ikinizinde Allah’ı birdir..”

falıya İbn-iMuâz (r.a.) buyurdu ki:

—             Fakirleri sevmek.. Peygamberlerin ahlâkıdır. Onlarla buluşup, soh­bet etmek salihleıin alametidir. Onlarla sohbet etmekten kaçmak münafıkla­rın işidir..”

Eski kitaplarından birinde:

—               Allah’ın peygamberlerden birine şöyle vahyettiği yazılıdır: “Sana kızarak gözümden düşmenden sakın, zira o zaman başına dünyayı bela ederim!”

Rivayet edildiğine göre Hz. Aişe (r.a.); Hz.Muaviye, İbni Amir ve baş­kalarının vermiş olduğu yüz bin dirheme yakın parayı bir gün içinde bütün yoksullara dağıttı. Hz. Aişe, o zamanlar sık sık oruç tutuyor ve eski bir hırka giyiyordu.

Ogün, hizmetçisi:

—”Bana bir dinar verirsen, sana önemli bir şey hatırlatırım. O parayla, et alır sana iftarlık hazırlarım,” dedi.

Hz. Aişe:

—”Hatırlat vereyim” diyerek onu başından savdı. Zira kanaatkar yaşa­ma, peygamber (s.a.v.)’in tavsiyesiydi. Hz. Peygamber (s.a.v.) sağlığında Hz. Aişe’ye şöyle vasiyette bulundu:

—”Şayet bana çabuk kavuşmak istiyorsan, fakirler gibi yaşıyacaksın, zenginlerle beraber olmaktan mümkün olduğu adar kaçacaksın..

Sırtındaki hiçbir hırkayı yamalamadan eski diye atmayasın!

Rivayet edildiğine göre adamın biri İbrahim Ethem’e (k.s.) onbin dir­hem getirir. İbrahim Ethem bunu almak istemez. Adam alması için ısrar eder. İbrahim Ethem şöyle der:

—”Onbin dirhem karşılığında, fakirlerin sınıfından ismimin silinmesi­ni mi istiyorsun, bunu hiçbir zaman yapamam! der”..

Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

—               “İslam dinine girerek, aslî (zaruri) ihtiyaçlarına kanâat getirip yaşı- yana müjdeler olsun”! …

Yine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

—               Ey fakirler topluluğu, Allah’a karşı kalbden razı olunuz ki, fakirliği­nizin sevabını alasınız. Aksi halde sevabı alamazsınız.

Bir önceki hadiste, “kanaatkar” sıfatı ile veriliyor.. İkinci hadiste, “Al­lah’ın rızası” diye tanıtılıyor. Her iki hadisin de mânâsı, durumundan razı ol­mayan fakirin sevap kazanamıyacağını açıklamaktadır. İleride de inceliyece- ğimiz gibi, fakirliğin fazileti ve her fakirin kendi durumuna göre alacağı se­vap, onun hoşnutluğunun derecesine göredir.

Burada söz konusu edilen “hoşnutluktan” murad, Allah’ın kuluna dün­ya servetinden uzak tutması hususundaki fiiline, rıza göstermektir.

Oysa nice mala düşkün kimseler varki, malım olsun diye diler durur. Mal eline geçmeyi verir. Öyle yakınlar var ki, yoksul olmalarına rağmen de­vamlı Allah’tan razıdırlar. Onların bu fiilinde hiçbir kötü taraf yoktur. Hal­buki fakiri sevapsız bırakan; Allah’ın iradesinden razı olmamasıdır.

Hz. Ömer (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle bu­yuruyor:

—Her şeyin bir anahtarı vardır. Cennetin anahtarı da, fakirleri sevmek onların eziyetlerine sabretmek ve onlarla sohbet etmektir. Onlar kıyamet gü­nün de Allah’ın yakınlarıdırlar.

• Hz. Ali’den (k.v.) rivayetle Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

—               Allah’ın en sevdiği kul, eline geçen rızka kanaat ederek, Allah’tan razı olan fakirdir.

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Ey Allah’ım ümmetime dünyada yetecek kadar rızık ver”. Zengin fa­kir herkes Ahiret günü, keşke bize dünyalık payı zaruri ihtiyaçlarımıza yete­cek kadar verilseydi! diye söyleyecekler.

Allah”ü Teâlâ (c.c) Hz. İsmail (a.s.)’a “Beni gönlü kırık kullarımın ya­nında ara”! diye vahyetti.

Hz. İsmail (a.s.):

“Onlar kimlerdir”? dedi.

Allah’ü Teala:

—               Onlar fakirler ve sadıklardır, diye bildirdi.

Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurdu:

—               Allahü Teâlâ kıyamet günü şöyle seslenir. “Nerede benim temiz kullarım”?

Melekler:

—               Onlar kimlerdir? derler.

Allah Teâlâ şöyle cevap verir:

—               Benim verdiğime yetinen kanaatkar ve kaderlerine razı olan müslü- man fakirlerdir. Şimdi hemen onları cennete alınız.. Onlar hemen cennete gi­rerler. Herkes sağa sola koşarak hesap vermekle meşgul olurken onlar, cen­netin nimetlerinden faydalanmakla meşgul olurlar.

Verilene kanâat etmek ve haline razı olmanın mükafatı hakkında bir­çok hadis vardır. Bunlardan başka birde zahidlerin fazileti vardır ki bunu in- şaallah ileride işleyeceğiz.

Rıza ve kanaat hakkında, bir çok hadis ve menkibe vardır. Şüphesiz kanaatin aksi, tamahkarlıktır.

Hz. Ömer (r.a.) buyurdu ki:

—               Tamahkarlık, yoksulluktur. Kanaatkarlık, zenginliktir. Zira herkim elinde bulunana kanaat ederse, başkalarının elindekine göz dikmezse hiç kimseye muhtaç olmaz”.

İbni Mesud (r.a.) buyurdu ki:

—               Heıgün bir melek Arşın altında insanlara şöyle seslenir:

—               Ey insanoğlu, ihtiyaçlarını karşılayan az mal. seni azgınlaştıran çok maldan daha hayırlıdır”..

Ebu Derdâ (r.a.) buyurdu ki:

—               Herkes akıldan bir miktar noksandır. Zira herkes dünyada fazla ka­zandığı zaman sevinir. Oysa, gece ve gündüz ömrünü heıgün noksanlaştırır­ken kimse bunu fark etmez, azalan ömrüne mukabil artan malından dolayı sevinen, insanoğlu ne tuhaftır.

Bir sofiye “zenginlik nedir”? diye soruldu. Sofi şöyle cevap verdi:

—               Az şeyle yetinmek ve asli ihtiyaçları karşılıyacak mala sahip ol­maktır..

Rivayet edildiğine göre İbrahim Ethem (k.s.) Horasan’ın önde gelenle­rinden biriydi. Birgün köşkün balkonundan dışarıyı seyrederken, elinde kuru ekmeği yiyip uykuya dalan bir adam gördü. İbrahim Ethem hizmetçilerden birini çağırarak, adamı gösterdi ve uyandığında çağırmasını söyledi.

Hizmetçi adamın uyandığını görünce adamı çağırır.

İbrahim Ethem:

 

—                Ey adam! o ekmeği acıktın da mı yedin? 3jye sor(ılL Adam:

Evet dedi.

İbrahim Ethem:

—                Doydun mu? diye tekrar sordu.

Adam:

—                Evet! deyince İbrahim Ethem:

İnsan bu kadarla yetinip rahat ediyorsa ben bu köşkü ne yapayım!

der…

Rivayet edildiğine göre. Amr İbni Abdulkays (k.s.) baklayı tuza bana­rak yerken bir adam gelir ve ona:

—                Ey Allah’ın kulu dünyada bu kadarlık maldan lazımısın? der.

Amr (k.s.)

—                Sana bundan daha az mala sahip olup razı olanları açıklayayım mi ?

Adam:

—                Evet açıkla! der.

Anır (k.s. ):

—                Ahirete karşılık dünya da yokluğa razı olanlardır! der.

Anlatıldığına göre Mııhammed İbn-i Vasi (k.s.) karnı acıktığı zaman.

kuru ekmeği suda ıslatır ve sonra tuza banarak yer ve sonra şöyle derdi:

—                Dünyada bu kadara razı olup yetinenler, kimseye muhtaç olmaz­lar!..

Haşan Basri (k.s.) şöyle der:

—                Allah’ın laneti öyle kişilerin üzerine olsun ki. Allah onlara yemin ederek söz verdiği halde ona inanmamışlardır..

Sonra şu ayeti okudu:

“Gök ve yerin Kabbine yemin olsunki. sizin rızkınız ve size vaad olunan şeyler göktedir. (Zariyat/22-23)

Ebu Zer (r.a.) bir gün insanlarla otururken hanımı gelerek:

—                “Evde yiyecek ve içecek lıiçbirşey olmadığı halde sen burada bövle oturuyorsun”, der.

Ebu Zer (r.a.):

—               “Ey kadın önümüzde öyle bir zorluk vârki, ondan ancak durumunu saklıyan kurtarabilir” dedi. Kadın durumuna razı olarak gitti.

Zunnûn-i Mısrî (k.s.) şöyle buyurdu:

“Kâfire en yakın insan sabırsız yoksuldur”.

Bir sofiye “Malın mülkün nedir”? diye sorulur.

Sofi:

—               Dışa karşı tok gözlülük, kendime karşı iktisatlı olma, başkalarının mallarına göz dikmemektir. Diye cevap verir.

Anlatıldığına göre, eski semâvi kitapların birinde Allah’ü Teâla şöyle buyurmaktadır:

—               “Ey insanoğlu, bütün dünya senin olsa, ondan ancak azığın kadar faydalanırsın. Şayet sana azığın kadarını verir, diğerlerini başkalarına verir­sem, şüphesiz sana iyilik yapmış olurum”.

Kanaatla ilgili olarak bir şair şöyle der:

“iste Allah’tan el açma yada sen;

Et kanaat bul şeref dünyada sen;

Akraba, dost asla el bağlama.

Muhtaç olma gel ulaş her tada sen!”