Fakirlere Karşı Davranış Kuralları Nelerdir?

By | 23 Mart 2015

fakirlere-karsi-davranis-kurallari-nelerdir     Mürid, yeme, içme, giyinme, oturma vb. her konuda fakirleri kendine tercih edip öncelemeli, kendini onlardan daha aşağıda görmelidir. Hiçbir konuda kendini onlarda üstün görmemelidir.

Ebû Saîd b. Ahmed b. İsâ’nın şöyle dediği nakledilmiştir:

“Tam otuz yıl boyunca fakirlerle hemhâl oldum. Bu süre zarfında ağzımdan onları rencide eden tek bir söz çıkmadı; onlan rahatsız eden hiçbir şey yaptığımı görmediler.”

Bunu nasıl başardığı sorulunca da şöyle cevap vermiştir:

“Çünkü ben onlarla beraberken daima nefsimin aleyhine hareket ediyordum. Onların yanına girdiğimde onlara sevgi ve şefkatle muamele ediyordum. Onlara güzel davranıyor, hediyeler veriyor ve gönüllerini hoş etmek için elimden geleni yapıyordum.”

Ancak bu davranışın sebebiyle kendini onlardan üstün görmemeli, tam tersine ihsânlannı senden kabul ettikleri için onlara minnet duymalısın.

Yaptığın bunca iyiliği onlann başına kakmamak ve kendinden bilmemelisin. Tam tersine fakirlere ihsânda bulunmanı nasip ettiği, sevgili kullarına hizmet etmeye seni lâyık gördüğü için rabbine şükretmeksin. Çünkü dini bütün fakirler, ehlullahtır; O’nun seçkin kullarıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ehl-i Kur’ân, Allâh ’in ehli ve seçkin kullarıdır. ”

Ehl-i Kur’ân, Kur’ân ile amel edenlerdir. Sadece okuyan, ama amel etmeyenler ise ehl-i Kur’ân değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kur’ân ‘in haramlarını helâl sayan kişi Kur’ân ‘a iman etmemiş demektir. ”

Dolayısıyla minnet duymayı hak eden sen değilsin; senin verdiklerini kabul eden fakirlerdir.Mürid, fakirlen kendisinden istemek zorunda bırakmamalıdır. Şayet bir boşluğuna gelir de fakir, ondan önce davranıp borç isteyecek olursa görünüşte ona borç verir; ama içinde onu borcundan ibra eder ve bunu bir yakınına söyler. Fakiri minnet altında bırakmamak ve onurunu kırmamak için yaptığı yardımı sadaka adıyla vermez.

Fakirin aile sahibi olduğunu biliyorsa sadece ona yetecek kadar değil; ailesinin ihtiyacını görecek kadar yardımda bulunur.Fakir, sıkıntısını arz ederken onu can kulağıyla dinlemeli ve güleryüz göstermelidir. Asık suratla, keskin bakışlarla ve sert sözlerle karşılık vermemelidir. Fakir yardım istediğinde hâlihazırda yardım edecek imkânı yoksa durumunu düzelttiğinde yardım edeceğine söz vererek onu göndermelidir. Kesin bir dille onu ümitsizliğe sevk ederek bir daha kapısına gelmez etmemeli ve sımm onunla paylaştığı için pişman etmemelidir. Üstelik böyle bir durumla karşılaşan fakir, kendini tutamayarak câhillik edip kendisini dilenecek ve insanlara el açacak kötü bir duruma soktuğu için Rabbine isyan dahi edebilir. Bu da kalbinin kararmasına ve iman nurunun sönmesine yol açar. Böyle bir durumda fakiri kaba bir dille geri çevirerek onu isyana sevk eden mürid de bundan nasibini alacak ve belki de fakir, onun doğrudan bu fiili sebebiyle, bilgi ve irfandan yoksun kalacaktır. Kim bilir belki de onun gelip kendisinden dilenmesinde saklı bulunan bazı maslahatlar vardı. Öfkelenmeyip sabretse bu maslahatlar ortaya çıkacaktı; hem kendisi zengin olacak, hem kalp zenginliği bulacak, hem de fakirin ailesi rahat yüzü görecekti; Allâh’ın lütuf ve nimetleri kendisini gelip bulacak, Rabbinin rahmet ve himayesine nail olacaktı ve “O iyi kulların yâr ve yardımcısıdır”™ âyetine mazhar olacaktı. Bütün varlıklann yaratıcısı olan Allâh ona sığınak olup yetecek ve o, Rabbi dışında hiçbir varlığa ihtiyaç duymayacaktı. İhtiyaç duyduğu her şey kendisi talep etmeden onu arayıp bulacaktı. İnsanlar kapısına gelerek onun nurlarından ve sırrından istifade edeceklerdi. Kendisi Mevlâsı ile meşgul iken; Mevlâsı onu kendine çekip “İnsanlarla muamele etme, nefsine ve şehevî duygularına tabi olma ve -gerek dünya ve gerek âhiret bakımından- varlıklara bağımlı olma” karanlıklarından kurtaracak ve insanlar onun hoş kokusu ile feyizyâb olacaktı.

“Cennet halkı öğünden itibaren zevk ve safa içerisindeyaşayacaklar.” Çünkü dünyada iken canlarını ve mallannı rablerine cennet karşılığında satmışlardır.

Nitekim Allâh şöyle buyurur:

“Allâh, kendi yolunda savaşan, öldüren ve ölen mü’minlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. ” Onlar, dünyada iken meteliksiz kalmaya razı olmuşlar ve canlan, malları ve çocuklan konusundaki her türlü tasarruf yetkisini Rablerine bırakmışlardır. Emirler ve yasaklar haricindeki her türlü işlerini ona tevdi etmişlerdir. Emirleri yerine getirip yasaklardan kaçmışlar, kadere bütün benlikleri ile teslim olmuşlar, insanlardan uzaklaşıp her türlü istek ve arzudan sıyrılmışlardır. Allâh da tüm bunlara karşılık olarak onları cennetine almış ve gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve kimsenin aklının ucundan geçmeyen nimetlere mazhar kılmıştır. İşte “Cennet halkı o günden itibaren zevk ve safa içerisinde yaşayacaklardır” ayeti bunu ifade eder.

İşte fakir de böyledir; dünyada böyle yapar ve Kur’ân’m açık ifadesine göre cennete gireceğine kesin bir şekilde inanırsa Rabbinin rızasına karşılık olarak cenneti satar ve ev sahibi olmadan önce komşu¬luk edebileceği iyi birini arar. Nitekim Râbiatü’l-Adeviyye (rh.a.) şöyle demiştir:
“Komşu, evden önce gelir.”
Allâh (c.c.) da Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“Onun rızasını talep ederler…. ”
Eski kitaplardan birinde ise şöyle buyurmuştur:
“En sevdiğim kul, benim rabliğimin gereğiniyerine getirmek için hiçbir karşılık gözetmeden bana kulluk edendir. ”
Hz. Ali ise şöyle demiştir:
“Allâh, cenneti ve cehennemi yaratmasaydı yine de kendisine kulluk edilmeye lâyık olurdu.”
Allâh (c.c.) Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“Azabından korkulup sakınılacak yegâne varlık O’dur. Af ve mağfiretine sığnılacak olan dayalnız O’dur. ”

Fakir, bu niteliği kazanıp Mevlâsı dışında her şeyden bütün benliği ile sıyrılınca ve bütün varlıklardan kalbini anndırarak fenâ mertebesine ulaşıp gerçek bir mürid olunca ve masivadan ayrılınca Allâh, onun yar ve yardımcısı olur ve kendisine kavuşuncaya dek onu nimetlerine mazhar kılar. Sonsuz hâzinesinden bol bol verir, ona hil’atlar kuşandırır, nurlara ve nimetlere gark eder ve onu kendine yaklaştınr. Nitekim şu buyruğu ile sevdiği kullarına bunu hazırlamış ve haber vermiştir:

“İşte bütün bu güzel işleri yapan kimseleri, yaptıklarına karşılık olarak âhirette ne tür nimetlerin ve güzelliklerin beklediğini kimse bilemez. ”

Hz. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:

“Allâh buyuruyor ki: ‘Ben güzel işler yapan kullanma gözlerin görmediği, kulaklann işitmediği nice nimetler hazırladım. ’ Dilerseniz şu ayeti okuyun: ‘İşte bütün bu güzel işleri yapan kimseleri…

Hâsılı şayet sen, elinde avucunda bir şey olmayan; ama gönlü zengin olan bir kişiyi yüz üstü geri çevirirsen Allâh seni cezasız bırakmaz.
O fakir ki kendi durumunu sana bildirirken esasında Mevlâsının emrini yerine getiriyordu; Rabbine gönülden itaat ediyor ve şayet senden istemezse Rabbine isyan etmiş olmaktan korkuyordu. Çünkü Rabbi onu, istemekle yükümlü tutmuş ve böyle imtihan etmiştir. Nitekim Allâh (c.c.) “Biz sizi birbiriniz için imtihan vesilesi kıldık. Bakalım sabredecek misiniz?” buyurmuştur. Ancak bu, geçici bir durumdur. Pek yakında son bulacak ve o fakir, Mevlâsına yakınlığı ve O’nun ihsânı sebebiyle zenginliğe ve izzete erişecektir.

Ve sen ey kendisi zengin, ama gönlü fakir olan; nefsini ve Rabbini bilmeyen; başlangıcını ve sonunu düşünmeyen kişi! Senin de zenginliğin elinden alınacak, elinde avucunda bir şey kalmayacak. Gönlün fakir olduğu gibi sen de fakir kalacaksın. Her zaman eşyaya ihtiyaç duyacaksın. Hırsın yüzünden bir türlü doymak bilmeyeceksin. Dünyalık peşinde koşacak ve kısmetinde olmayan şeyleri isteyip elde etmeye çalıştığın için boş yere sıkıntı çekeceksin. Nitekim şöyle denilmiştir:

“Kişiye verilecek en büyük cezalardan biri, kısmetinde olmayan şeyi talep etmesidir.”

Allâh, seni rahmetiyle kuşatıp seni işlediğin günahın farkına vardınr ve sen de tövbe ederek hatanı itiraf edersen ve böylece Rabbin seni bağışlayıp tövbeni kabul buyurursa bu O’nun yetkisinde olan ve bir tek onun bileceği bir şeydir. O ki merhameti sonsuz olan ve bağışlayandır.