El-Mani

By | 17 Temmuz 2014

hasema

El-ManiEl-Mani Herhangi bir nesneyi vermemek, verilmesine engel olmak; bir insanı korumak, esirgemek, mahrum etmek; insanla muradı arasına engeller koymak anlamındaki MEN’ masdarından isimdir. Mutlak anlamda, engelleyen, mahrum eden demektir.

  Cenâb-ı Hakk’ın mutlak anlamda mani oluşu rahmetinin bir tezahürüdür. Dolayısıyla da şükredilmesi gerekli bir nimettir. Kul kendisine verilmeyenleri de verilenler gibi nimet sayıp şükretmedikçe hakikatte şükretmişlerdeden sayılmaz.

  Cenâb-ı Hakk’ın kuluna ulaşacak şerlere mani olması ne kadar nimetse, kulca hayır bilinenlere mani olması da o kadar nimettir.

  Hangi sebebe binâen Cenâb-ı Hakk, kula ulaşacak nimete mani olacak olursa olsun gaye insanın esirgenmesi, korunmasıdır. Başka bir maksad da yoktur bu fiilde. Bazen birinin muradı olan hayra mani olması umum için, bazen birinin istemediği bir şerle karşılaşıp ona mani olması da yine umum için hayırdır, esirgemek, korumaktır.

  Mani ismi zıddı olan mu’tî ismi ile müzdevic sayılmış ve tek başına kullanılması uygun görülmemiş isimlerdendir. Mani isim hem İbn Mâce hem de Tirmizî’nin esma-i Hüsna rivayetinde yer almıştır.

  Araplar yapmak istedikleri şeyler başkaları tarafından engellenen insanlar için menû’ 
, kendisi kendisini engelleyen insanlar için de meni’  kavramını kullanırlar.
Yaratıklarından dilediğine dilediği şeyi vermeyen, istediğine de istediğini veren,
Lâyık olanlardan lütfunu esirgemeyen, lâyık olmayanlara da lütufta bulunmayan,
Dostlarını düşmanlarından koruyup kendilerini gelebilecek kötülüklere engel olan,

  Cenâb-ı Hakk’ın gönderdiği hayrı O’ndan başka kimse engelleyemez, göndermeyeceği hayrı da kimse gönderemez. El-Mani  İzin verdiği şerle insanın karşılaşmasına engel olacak hiç kimse, izin vermediği şerle de insanları karşı karşıya getirecek kimse yoktur.

         
 Her şeyin hakikati vardır. Hiçbir kul, kendisine isabet edecek olan şey elbette isabet edecek, isabet etmeyecek olan da elbette etmeyecek diye bilmedikçe imanın hakikatine ulaşamaz. Ahmed.

  Cenâb-ı Hakk’ın mani ismi rahmetinin tecellî biçimlerinden biridir. Rahmet-i ilâhî’nin özel tecellî biçimi olan mani isminin nesnesi, yani etkili olduğu yer hayır ve şerdir. Cenâb-ı Hakk, rahmetiyle bazı insanlara hayrını, bazı hayırların ulaşmasına engel olduğu gibi, bazılarına şerrin ulaşmasına engel olmaz. Engellemekten maksadı kulunu esirgemesidir.
Cenâb-ı Hakk, sadece hayırları engelleyici olsa, hayırları engellemeyen ve şerleri engelleyen, sadece şerleri engelleyici olsa şerleri engelleyen ve hayırları engellemeyen başka bir ilâhın bulunması gerekirdi.

                                             
Allah’tan başka mani=engelleyici yoktur demek, ister hayır olsun ister şer Allah’tan başka engelleyici yoktur demek olur. Engellerse ancak Allah engel olur demektir. Allah’tan başkası asla engelleyemez demektir.

  Dikkat edilecek husus, hangi sebeple verirse versin, veya hangi sebebe binâen vermesin maksad-ı ilâhî insanı esirgemek, korumaktır. Kimini vererek korurken kimini de vermeyerek korur. Ne vermesi tam olarak hayırdır, ne de vermemesi kötülük. Öyle insanlar vardır ki Allah onları, kendileri için hayır bildiklerini engeller korur, öyleleri de vardır ki kendileri için şer bildiklerini engellemez korur.

  Kul kendisine verilmemiş olanları, verilmiş olanlar gibi nimet kabul edip onlara da şükretmedikçe hakikatte şükretmiş olmaz.

  Cenâb-ı Hakk nimetlerin kullarına ulaşmasına, o nimetin katındaki değerinden dolayı engel olmaz. Bu engel oluşta yani nimetlerin kullarına ulaşmasına mani oluşunda birçok amaçlar vardır:
1 – Adalet ve hakkaniyeti gözetir: Nimetler istihkak, istidat, ihtiyaç, ıztırar, liyâkat gibi hususlar ararlar, ulaşacaklar insanlarda. Bunları bulurlarsa ulaşırlar, bulamazlarsa ulaşamazlar.
2 – Cenâb-ı Hakk, kullarına ulaştıracağı nimetlerin, o kullarda azamî faydayı teminini ister. Bu, faydayı temin de, tam nimetin o kula ulaştığı zamandır. O nimetin bu özelliğini kazanması ulaşan insanın değerlendirebilmesiyle alâkalı olur,
3 – Kuluna ulaştırdığı nimetin hayr-ı kesîr vasfına sahip olmasını da ister. Hayr-ı kesîr olması birçok insanın ve hayvanın faydalanabileceği nimet olması demektir.
4 – Nimeti ulaştıracağı kulda olumsuz durumların ortaya çıkmasını istemez. Bundan dolayı da nimeti ulaştırmaz. Kul olumsuz durumların ortaya çıkmayacağına olan inancı ve güveniyle ister, verilmediği için Allah’ı suçlu görür.
5 – Ulaştırdığı nimetin kadri yeterince bilinemeyeceğinden ulaştırmaz.
6 – Kula ulaştıracağı nimet, kul tarafında nimet olarak görülmeyebilir. Önceki ulaşan nimetlere karşı tavrından belli olduğu için ulaştırmaz.
7 – Kula ulaştırılacak bir nimet, kula ulaşacak bir belâya kefaret olsun diye ulaştırılmaz. Yani bir belâdan korumak için kul bir nimetten mahrum edilir.
8 – Kulun Cenâb-ı Hakk katındaki kıymeti de nimetlerin kendisine ulaştırılmasına engel olur. “Allah sevdiği kulunu dünyadan, sizin hastanızı sudan sakındığınız gibi sakınır.”
9 – Bizim bilemeyeceğimiz ama O’nun bildiği bir sebebe binaen vermez, engel olur.
Ama kulun şunu bilmesi gerek: Rabbi olan Allah Teâlâ, hayırdan başka bir şey murad etmez. Muamelesi rahmetiyledir. Kendisine bir şey vermiş, engel olmamışsa hayrı muradından, kul istemiş de O engel olmuşsa, şerden koruyup hayrın devamını muradındandır. Hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşmışsa sabırla bekleyip zımnındaki hayra ulaşması, hoşlandığı bir şeyle karşılaşmışsa kendisi için şer olabilme ihtimalini göz ardı etmeyerek göndereni razı etmeye çabalaması gerek. Ama hiçbir hâlde Rabbı hakkında hüsnü zannını değiştirmemelidir.

  Bazı âlimler; Allah’ın basiretini fethettiği kul men’ini bizzat atânın kendisi kabul eder de en az verilmiş nimetler kadar onlara da şükreder, derler.
Hadislerde MÂNİ’:

         
 Aleyhissalâtü vesselâm efendimiz namaz kıldı, namazda rükûdan başını kaldırdığıda şöyle dedi: Allah hamdedeni işitsin. Ey Rabbımız hamd sanadır, semavât dolusunca, arz dolusunca e bundan başka dilediğin şey dolusunca hamd. Verdiğini engelleyecek, vermediğini verecek yoktur. Ve hiçbir varlık sahibi fayda veremez, varlık (kısmet) sendendir, burada sesini yükseltti.

         
 (Ravî) Aleyhissalâtü vesselâm efendimizin namazını bitirdiğinde “Allah’ım, verdiğini engelleyecek, engellediğini verecek kimse yoktur. Varlık sahibi fayda veremez, varlık sendendir” derdi. Hâkim

    
  Davud (a.s.) namazını bitirdiğinde, Allah’ım masumiyet sebebi kıldığın dînimi ve geçimimi kendisinde kıldığın dünyamı ıslah et. Allah’ım öfkenden rızana, cezalandırmandan affına, senden sana sığınırım. Allah’ım, verdiğini engelleyecek, engellediğini verecek yok. Hiçbir varlık sahibi faydalı olmaz, varlık sendendir. Kenzüummal

  Kur’an-ı Ker’im’de ise manî ismi geçmez. Aynı anlamı ifade eden bir kelime olan imsak kelimesi geçer:

      
 Allah size verdiği rızkı kesiverse, size rızık verebilecek olan kimdir? Hayır onlar azgınlık ve neftette direnip durmaktadırlar. (67 – Mülk: 21)

            
 Allah’ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup hapseden olamaz. Onun tuttuğunu O’ndan sonra salıverecek de yoktur. O üstündür, hikmet sahibidir.(35 – Fâtır: 2)

      
 Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı diye sorsun, elbette Allah’tır derler. Öyleyse bana söyler misiniz Allah bana bir zarar vermek isterse Allah’ı bırakıp da taptıklarınız O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki bana Allah yeter. Tevekkül edenler ancak O’na güvenip dayanırlar. (39 – Zümer: 38)

  Rasûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) şöyle dua ettiği ifade edilir:

       
 Allah’ım, işlerimizin korunması anlamına gelen dînimizi ıslah et, maişetlerimiz temin ettiğimiz dünyamızı ıslah et, El-Mani  dönüş yerimiz olan Âhiretimizi ıslah et, hayatı bizim için her türlü hayırdan ibaret azık kıl, ölümü her türlü şerden rahat etmek kıl.

      
 Bana Cebrâil gelerek Ey Muhammed Rabbin sana selâm söylüyor ve diyor ki: Kullarımdan, imanını zenginlikle koruduğum kimseler vardır, onarlı fakir tutsam kâfir olurdular. Yine kullarımdan imanını fakirlikle koruduğum kimseler vardır, zengin kılsam kâfir olurdular. Kullarımdan imanını hastalıkla koruduğum kimseler vardır, onları sıhhatte kılsam kâfir olurdular. Kullarımdan imanını sıhhat ile koruduğum kimseler vardır, hastalık versem kâfir olurdular.Kenzülummâl 

      
 Müminin işine şaşarım, onun işinin tümü muhakkak hayırdır. Ona hoşuna giden bir şey nasip olur, Allah’a hamdederse onun için hayır olur. Hoşuna gitmeyen bir şey nasip olur sabrederse onun için hayır olur. İşinin tümü müminden başkası için hayır olmaz. Müsned. Ahmed

           
Sen Allah’ı koru ki o seni korusun, Allah’ı koru ki hemen yanıbaşında bulasın. İstediğinde ondan iste. Yardıma ihtiyaç duyduğunda O2ndan yardım iste. Bilesin ki; bir topluluk sana bir faydayı ulaştırmak isteseler Allah’ın senin için yazdığından başkasını ulaştıramazlar, ve sana bir zarar vermek isteseler Allah’ın senin için yazdığından başkasını veremezler. Kalemler kaldırıldı, sayfalar da kurudu. Tirmizî 

               
 Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir. (10 – Yunus:107)

             
 Eğer Allah seni bir zarar uğratırsa onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse (bunu da geri alacak yoktur). Şüphesiz o her şeye kâdirdir. O kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır. (6 – En’am:17-18)

  Mâni’ isminin Cenâb-ı Hakk için ifade ettiği anlamlar;

1 – Rahmet-i ilâh’i’nin özel bir tecellîsidir: Kulunu, şerlere mani olarak korur, hayırlara mani olarak korur. Her iki korumasından maksadı kısa veya uzun vadede, veya her ikisinde de iyiliklere ulaştırmaktır,
2 – Kulun he ristediğinin kula ulaşmasına engel olur, kulu için iyilik olmadığından,
3 – Allah’tan başka hayırları engelleyecek, O’ndan başka şerlere engel olacak kimse yoktur,
4 – O’nun engellediğinin önünü açacak da yoktur,
5 – Hayırlar ve şerlere karşı kulunu engelleyerek koruduğu gibi engellemeyerek de korur,
6 – “Kulunun istediğini engeller vermez; istemediği arzu etmediğini engellemez, verir”, Cenâb-ı Hakk’ın bunda muradı, her şeyin Allah’ın elinde olduğunun bilinmesi ve bu bilinçle kulun,, Rabbi bildiği Cenâb-ı Hakk’ı hoşnut etmeye uğraşmasıdır. Kulunun her istediğini veren bir varlığın Rabb olması, kul nezdinde kıymetli olması, hamd’i hak etmesi mümkün olmazdı.

  Bu ismin aleyhissalâtü vesselâm efendimizdeki tecellîsi;

1 – Cenâb-ı Hakk’a sonsuz bir teslimiyetle itimad ve tevekkül üzereydi,
2 – Rabbına şükür hâli devamlıydı,
3 – Cenâb-ı Hakk’tan kendisi için herhangi bir şey istemeyi bile uygun görmez, O’nun hükümranlığına, iradesine kendisini bırakırdı,
4 – Kendisi, sadece Rabbını razı etmekle uğraşır, razı olduğu takdirde olanlara aldırmazdı. Ümmetinin de sadece Cenâb-ı Hakk’ı razı etmekle uğraşmasını isterdi,
5 – Verilemeyenlerin tasasını çekmez, özellikle Rabbının kendisine merhametinden verilmediğini bilirdi.

  Bizim almamız gereken nasip;

1 – Allah’tan başka veren olmadığına inandığımız gibi, O’ndan başka engelleyen bulunmadığına da inanmak,
2 – Bu inanışla da Cenâb-ı Hakk’a tam bir itimad ve tevekkül üzre, hamd ve şükrü de ona yönelterek bir tarzı hayat sürdürmek,
3 – Allah’ın engelleyişini, kendisine merhamet etmesi olarak bilip inanması, hiçbir şekilde başka biçimde (cimriliği, tükenmesi, kıskanması, zalimliği….) değerlendirip Allah hakkında hüsnüzannını bozmaması,
4 – Allah’ın istemediklerini vermeyişini kendisi için nasıl nimet bilip şükürle karşılıyor ve vermeyişini kendisine yapılmış iyilik olarak kabul ediyorsa, istediklerini vermeyişini de aynı şekilde kabul ederek şükürle karşılaması,
5 – Bu anlayışın tarzı hayatına dönüşmesi ve muhatap olduğu insanlara da anlatması.