Din Ufku

By | 6 Nisan 2015

din-ufkuHakikat sevgisinin bir yanını ilim, diğer yanını da din teşkil eder. Evet, insanın idrak ve şuuruyla, varlık arasındaki münasebet ve alâkanın bir tarafında hakikati keşif ve tespit, öbür tarafında da ona karşı belirlenecek tavır söz konusudur. Birinci hususu, dinin bilgi kaynakları da dahil ilim takip eder. İkinci hususu ise, din belirler. Temelinde, varlığın tahlil ve izahı, hakikat keşfetme aşk ve iştiyakı olmayan ilim kör ve onun tespitleri de çelişkiden hâli değildir. Ferdî, ailevî, İçtimaî bir çıkar mülâhazasıyla elde edilmeye çalışılan ilmin, her zaman bir kısım tıkanıklıklarla karşılaşması mukadder olduğu gibi, bir zihniyet, bir düşünce, bir parti ve bir doktrine bağlı olarak ulaşılan bilginin de gidip er-geç sarpa sarması kaçınılmazdır. Din; kendi içindeki bilgi kaynaklarıyla engin bir ilim havzı olması itibarıyla, hakikat aşkı, hakikat tutkusu açısından hayatî bir unsur, önemli bir dinamik ve bilginin ufkunu aşan konularda da açık üsluplu, ama derin edâlı yanıltmayan bir rehberdir.
Ne var ki; her zaman ilmin, belli düşünce, belli cereyan ve belli doktrinlerin yedeğine verilerek, ufku sığlaştırılıp, hazımsız, mütehevvir, kavgacı ve hakikatin yolunu kesen bir gulyabanî haline getirilmesi mümkün olduğu gibi, semavî bir gerçek olan dinin de, fanatik düşüncenin elinde kin, nefret, gayız, intikam hislerine me haz gösterilmesi her zaman ihtimal dâhilindedir. Bir objenin kendi zıddı gibi vehmedilmesi ne büyük çelişki!

Şimdi bir bilim yuvası düşünün ki -aslında o, mâbed gibi mukaddestir- şu şekilde veya bu şekilde herhangi bir felsefî cereyana takılmış, hattâ ona esir olmuştur. Orada ilim, hür olmayan bağnaz bir düşüncenin elinde tutsak demektir ve cehaletin en lânetle anılanına rahmet okutturacak kadar da mel’undur. Ve bir din ki, siyasî-gayr-i siyasî bazı hiziplerin çıkarlarına vasıta yapılmak istenmektedir; artık mâbed o hizbin daraltılmış mâlikânesi, orada ibadet de bir tür teşrifat merasimi haline getirilmiş demektir ki; böyle bir durumda, dinin de, diyanetin de lâhutîliğine kıyıldığında şüphe yoktur.

Evet, bir toplumda eğer bazıları “ilim” diyor ve bilim yuvalarını kendi villalarıymışçasına arzularının, heveslerinin, ideolojilerinin vitrini gibi kullanıyorlarsa, o ilim yuvaları çoktan mâbed olmadan çıkmış, arzuların, hırsların, nefretlerin bilendiği bir arenaya dönüşmüştür. Yine bir cemiyette eğer bazıları “dindarlık” diyor ve kendileri gibi düşünmeyenlere; düşünmeyip onlarla aynı siyasî mülâhazaları paylaşmayanlara kâfirlik, zındıklık, münafıklık sıfatlarını yakıştırabiliyorlarsa, böylelerinin temsilinde din günahı bu sahte temsilcilere ait insanları Allah’dan uzaklaştırma, onların gönüllerini karartma ve ümit kapılarını yüzlerine kapama gibi tamamen onun maksad-ı tenziline muhalif bir fobi haline getirilmiş demektir. Doğrusu, kinle, nefretle, gayızla köpüren ağızlarda ve ruhları karartan kalemlerde din düşmanlığı ne ölçüde bir bağnazlık ve şeytana sunulmuş onu memnun eden bir armağansa; “din” deyip, falan görüşü, filan düşünceyi kritik adına sıkılarak havaya kaldırılmış yumruklar da o ölçüde bir yobazlık ve gök ehlini hüzne boğacak bir cehalet örneğidir.

Görünümü ne olursa olsun bir insan, hakikî imanın ne olduğunu, vicdanın ne ile seslendiğini bilemiyor, İlâhî aşk ve muhabbetten nasipsiz, Allah nezdinde büyük olan şeyleri büyük, küçük olan şeyleri de küçük görüp, küçük kabul etmiyorsa, böyle birini tam dindar görmek, dinin semaviliğine ve evrenselliğine karşı en büyük bir saygısızlık olsa gerek. Dinin de, ilmin de en büyük düşmanı, hevâ, heves ve bir kısım arzularımızın, yerinde fikir zannedilmesi, yerinde de bir dindarlık gibi gösterilmesidir. Bu husus insanlarda geniş zeminli bir boşluktur ve bu boşluğun kaynağı da onların zaaflarıdır., bu zaafların başında da, olduğumuzun üstünde görünme ve yeteneğimizin kat kat fevkinde beklentilere girme zaafı gelir. İşte bu zaaftır ki, maşerî vicdanın kutsal kabul ettiği ilim ve dine ait bir kısım değerlerle doldurulmaya çalışılmaktadır. Daha doğrusu din bazılarınca, kendi boşluklarını doldurmada tıpkı bir dolgu maddesi gibi kullanılmak istenmektedir. Vicdanın, böyle beşerî bir zaafa karşı, hakka kilitlenmiş en güçlü silahı hakikat aşkı ve ilim sevdasıdır., evet, bilgiç görünen dimağların yosununu, dine taraftar gibi görünen düşüncelerin de pasını silecek bir iksir varsa, şüphesiz o da Allah aşkı, O’ndan ötürü bütün varlığa sevgi ve hakikat aşkıdır. Gönüller aşkla coşup, ruhlar muhabbetle şahlanınca, bütün beşerî boşluklar, zaaflar ya tuz-buz olur gider veya yararlı birer hayat iksirine inkılâp ederler.