Çocuğunuza Hz. Ali (R.A.)den Bahsedin

By | 16 Nisan 2015

cocugunuza-hz-ali-r-a-den-bahsedin    Hz. Ali, Peygamber’imizin amcası Ebû Tâlib’in oğluydu.
Rasûlullah (s.a.s.), Hz. Hatice’yle evlendikten sonra, amcasının yükünü hafifletmek için Hz. Ali’yi yanına aldı. O sırada Hz. Ali henüz 4-5 yaşlarında bir çocuktu. Bu sebeple, çocukluk yılları Peygamberimizin terbiyesi altında geçti.
Rasûlullah’a ilk îmân etme şerefine, kadınlardan Hz. Hatice, çocuklardan da Hz. Ali ulaşmıştı.
Hz. Ali bir gün Peygamberimizle Hz. Hatice’yi namaz kılarken gördü. Namaz bitince Peygamberimize:
“Nedir bu yaptığınız?” diye sordu. Peygamber (s.a.s.):
“Ali! Bu, Allah’ın beğendiği dindir. Seni, bir olan Allah’a îmâna davet ediyorum. İnsanlara ne faydası, ne de zararı olan putlara tapmaktan sakındırıyorum.”
Böyle bir teklifle karşılaşan Hz. Ali:
“Bunu babam Ebû Tâlib’e bir danışmam gerekir” dedi.
Fakat Peygamber’imiz henüz davasını açıklamakla emredilmemişti. Bunun duyulmasını istemiyordu:
“Ali! Söylediğimi kabul edersen et, etmezsen kimseye söyleme!” dedi.
O geceyi düşünerek geçiren Hz. Ali, sabah olunca Rasûlullah’ın huzuruna çıktı ve yaşından beklenmeyecek bir şekilde şöyle dedi:
“Allah beni yaratırken Ebû Tâlib’e sormadı ki, ben de O’na ibadet etmek için gidip babama danışayım.”
Bundan sonra Hz. Ali, Rasûlullah’ı bir gölge gibi takip etti. Fakat anne ve babası başına bir iş gelir düşüncesiyle durumdan endişeye kapıldılar. Fakat Ebû Tâlib, Rasûlullah’la görüşüp onu dinledikten sonra, kendisine hak verdi. Kendisi Müslüman olmamakla beraber, Hz. Ali’nin Peygamber’imize tabi olmasına rıza gösterdi.
Hz. Ali daha önce hiç puta tapmamıştı. Onlardan hep nefret ederdi. Mekke devri boyunca Peygamberimizin yanından hiç ayrılmadı. Hicret sırasında da Peygamberimizin yatağına yatmakla önemli bir görevi yerine getirdi. Rasûlullah, Hz. Ebû Bekir’le birlikte Mekke’yi terk etmeden önce Hz. Ali’den o gece kendi yatağında yatmasını istemişti. Kendisindeki müşriklere ait emanetleri de ona bıraktı. Emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine’ye hicret etmesini söyledi.
Müşrikler o gece Rasûlullah’ın evinin çevresini kuşattılar. Mevzilen- dikleri yerden, günün ışıyıp Peygamber’in evinden çıkacağı ânı gözetlemeye başladılar. Çünkü o zamanın âdetlerine göre, bir insanı evinin içinde öldürmek büyük bir korkaklık sayılırdı.
Rasûlullah, yatağına Hz. Ali’yi yatırıp gece yarısı evden çıktı. Yerden bir avuç toprak alıp müşriklerin üzerlerine attı ve Yâsin sûresinin ilk sekiz âyetini okuyarak gözleri önünden çekip gitti. Müşriklerden hiçbiri kendisini görmemişti.
Müşrikler hâlâ bekliyordu. Bir ara Rasûlullah’ın evden çıkmış olabileceğini düşündüler. Pencereden içeriye baktılar. Hz. Ali’yi Peygamber’imiz sandılar: “İşte Muhammed yatıyor” diyerek beklemeye devam ettiler.
Sabah olunca, daha fazla beklemeye tahammül edemeyip içeri daldılar. Yatakta Hz. Ali’yi görünce şaşkına döndüler. Peygamber’imizin nerede olduğunu sordularsa da, Hz. Ali cevap vermedi. Müşrikler fazla üstelemediler, zaman kaybetmemek için etrafa adamlar saldılar.
Oradan ayrılan Hz. Ali, emanetleri sahiplerine teslim etti. Üç gün sonra o da Medine’nin yolunu tuttu. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştı. Öyle ki, ayaklarının altı yarılıp kabarmıştı. Peygamber’imiz onun bu acıklı hâlini görünce şefkatinden gözyaşlarını tutamadı. Sonra da ayaklarının altını mübarek eliyle sıvazladı. İyileşmesi için dua etti. O anda Hz. Ali’nin bütün ağrı ve sızıları geçti, şifa buldu.
Hz. Ali, çok cesur bir insandı. Katıldığı bütün savaşlarda kahramanlık ve cesaretin en güzel örneklerini göstermişti.
Mesela Uhud Savaşı’nda müşriklerin bütün güçleriyle Peygamberimizi şehit etmek için saldırdıkları sırada vücudunu ona siper edenlerden biri de oydu. Bir ara müşriklerden bir grup, Rasûlullah’a doğru geliyordu. Rasûlullah Hz. Ali’ye, müşrikleri karşılamasını emretti. Hz. Ali hücum edip hepsini darmadağın etti. Birisini de öldürdü. Az sonra bir başka grup daha saldırdı. Peygamberimiz onları da Hz. Ali’ye havale etti. Hz. Ali onlardan Şeybe b. Mâlik’i öldürdü.
Hayber’in fethi güçlükle gerçekleşmişti. Çünkü Hayber sağlam kalelerden meydana gelmiş bir yerleşim birimiydi. Medine’den sürgün edilen
Yahudilerin çoğu burada oturuyordu. Muhasara devam ederken, bir gün Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
“Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve Rasûlü onu sever, o da Allah ve Rasûl’ünü sever. Allah, onun eliyle fethi gerçekleştirecektir.”
Bu söz üzerine mücahitleri bir merak sardı. Kimdi bu büyük şerefe nail olacak insan? Sahabîlerden birçoğu bu şerefe kendilerinin erişmesini arzu- luyordu. Herkes dört gözle sabahı bekliyordu. Nihayet beklenen an geldi. Peygamber’imiz:
“Sancağı getirin” buyurdu. Sancağı getirdiler. Rasûlullah: “Ali nerede?” dedi. Hz. Ali geldi, fakat gözlerinden rahatsızdı. Rasûlullah mübarek eliyle gözlerini meshetti:
“Allah’ım! Sıcağın ve soğuğun sıkıntısını Ali’den gider” diye dua etti. Sonra da: “Allah sana fethi nasip edinceye kadar yürü” buyurdu. Gözlerinin ağrısı geçen Hz. Ali hedefe doğru ilerledi.
Hz. Ali, Rasûlullah’ın beyaz sancağını Hayber kalesinin önüne dikti. Bu arada Hayberlilerin kuvvetli ve cesur bir adamı kabul edilen Merhab, askerleriyle birlikte kaleden çıktı.
Yapılan teke tek mücadelede Hz. Ali, Yahudilerin en kuvvetli adamı Merhab’ı ikiye bölerek yere serdi.
Bunun üzerine mücahitler hep birden hücuma geçip kaleyi ele geçirdiler. Hz. Ali, pek ağır olan kalenin demir kapısını yerinden söküp kalkan olarak kullandı. Harp bitince kapıyı yere bıraktı. Hz. Ali, Tebük Savaşı hariç, Peygamber’imizle birlikte bütün savaşlara katıldı. Bu savaşa katılmamasının sebebi de, Rasûlullah’ın Medine’de, yerine onu vekil bırakmasıydı.
Cihat ordusundan geri kalmak, Hz. Ali gibi bir kahramana çok ağır gelmişti:
“Allah’ın Rasûlü! Siz beni çocuklar ve kadınlar arasında mı bırakıyorsunuz?” dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
“Harun’un Mûsâ’ya vekâlet ettiği gibi, sen de bana vekâlet etmeyi istemez misin? Ne var ki, benden sonra Peygamber gelmeyecektir” buyurdu.
Hz. Ali bu ifadeler üzerine rahatladı ve Peygamber’imizin vekili olarak Medine’de kaldı.
Hz. Ali, bütün davranışlarında takvayı esas alırdı. Başkalarına da takvayı tavsiye ederdi. Bununla ilgili olarak şöyle derdi:
“Takvaya dikkat edin ve onu amellerinizin Allah katında makbul olmasına vesile yapın. Takvayla yapılan ibadet hiçbir zaman az sayılmaz. Makbul amel hiç az olur mu?”
Hz. Ali, her hususta Peygamber’imizden en çok istifade eden saha- bîlerdendi.
Hz. Ali’nin bu faziletlerinin yanı sıra Peygamber’in en küçük ve en sevgili kızı Hz. Fâtıma’yla evlenmesi de onun için pek büyük bir şereftir. Peygamber (s.a.s.) Medine’yi teşriflerinden beş ay sonra Hz. Fatıma, Hz. Ali’yle nikâhlanmış, Hicret’in 2. yılında Bedir Savaşı’ndan sonra da evlenmişlerdir.
Hz. Osman’ın şehit edilmesi üzerine karışıklık sürüp gidiyordu. Asiler, Hz. Osman’ın yerine kime halife olmasını teklif etmişlerse hep ret cevabı aldılar. Kimse böyle bir zamanda hilafeti almak istemiyordu. Nihayet fitnenin daha fazla yayılmaması için Medineüler bir araya gelerek Hz. Ali’nin halifeliğinde ittifak ettiler. Hz. Ali kabul etmek istemediyse de, karışıldığın önünü almak, fitne ve fesadı önlemek için bu ağır sorumluluğu kabul etmek zorunda kaldı.
Hz. Ali’yi bekleyen problemler pek çoktu. İlk önce her tarafa kendi tayin ettiği valileri gönderdi. Tayin ettiği valilerin hepsi de idarecilik hususunda liyakatliydi. Hz. Ali, valilerine güveniyordu. Onları vazifelerine gönderirken birtakım tavsiyelerde bulundu. Onun bu tavsiyeleri her zaman aynı canlılığı korumaktadır.
Hz. Ali, adaletin mutlaka yerini bulması çok titiz davranırdı. Makam ve mevkileri ne olursa olsun, hukuk ve hâkim karşısında insanların eşit olduğunu bizzat kendi hayâtıyla ispatladı.
Hz. Ali, kendisinden önceki üç halifeye bütün gücüyle destek oldu. Üç halife de, önemli meselelerde Hz. Ali’yle istişare ederek onun fikrine değer verdiler.
Diğer taraftan Hz. Ali, Hz. Osman zamanındaki fitne hareketlerinin önlenmesi için elinden gelen gayreti gösterdi. Fakat kaderin bir tecellisidir ki, Hz. Osman’ın şehadetiyle neticelenen hadiselere mâni olamadı.
Hz. Ali’nin kendi hilafet döneminde de tamamen bir iç karışıklık hüküm sürdü. Müslümanlardan bir kısmı Hz. Ali’yi, bir kısmı Hz. Muâviye’yi halife olarak tanıdı. Hz. Muâviye, Hz. Osman’la akraba olduğu için kanını dava etti. Katillerin cezalandırılmasını istedi.
Fakat Hz. Osman’ı kimin öldürdüğü bilinmiyordu. Sadece birkaç kişiden şüpheleniliyordu. Hz. Ali zaman istedi. Şüphe üzerine kısas yapamayacağını söyledi. Katil belirlendiğinde gerekli cezanın verileceğini vaat etti. Ancak Hz. Muâviye acele ediyordu. Neticede iki sahabî arasında, içtihat farklılığı yüzünden kanlı savaşlar oldu. Birçok Müslüman şehit edildi. Bunun için Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik bir türlü temin edilemedi.
Nihayet Hz. Ali, Hicret’in 40. yılında Kûfe’de şehit edildi.