Başkasının Hatasını Düzeltmenin Önemi Nelerdir?

By | 30 Mart 2015

baskasinin-hatasini-duzeltmenin-onemi-nelerdir    Bir kimse, birinin namazını kılarken kusurları olduğunu, namazın rükünlerini, vâciblerini ve âdâbını eksik yaptığını görürse ona öğüt verip doğrusunu öğretmelidir ki o kişi sonraki namazlarında aynı hataya düşmesin, geçmiş namazları için de istiğfâr etsin. Şayet hatayı gören kişi uyarma yükümlülüğünü yerine getirmezse o da eksik ve kusurlar konusunda ona ortak olur. Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamberin (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Cahillere bilmedikleri şeyleri öğretmedikleri için vay âlimlerin başına gelene!”

Bilmeyenlere bilmediklerini öğretmek bilenlere ait bir yükümlülük olmasa Hz. Peygamber (s.a.v.) onları “…vay başına gelene!” diye tehdit etmez, susardı. Çünkü tehdidi, nafileyi terk edenler değil, farz ve vâcibi terk edenler hak eder.

Bilâl b. Sa’d’dan nakledilen bir hadiste şöyle buymlmuştur:

“Bir hata gizli olduğunda zararı sadece yapan kişiye dokunur. Göz önünde yapılıp düzeltilmediğinde ise zararı herkese dokunur.”
Herkesin zarar görmesinin sebebi, hata sahiplerinin hatalarını değiştirmeyip devamına göz yummuş olmalarıdır. Hatayı gören insanlar susunca vebâl herkesi kuşatmış ve iyi hal sahipleri de diğerlerini uyarıp sakındırmadıklan için bu vebâlden nasiplerini almışlardır.
İbn Mes’ûd’un şöyle dediği nakledilmiştir:

“Her kim, namazında yanlış bir şey yapan birini gördüğü halde onu uyarmazsa onun günahına ve ânna ortak olur ve lânetli şeytana ortak olur.”
Çünkü şeytan, onun bu konuda hiçbir şey söylememesini ve iyilik ve takvâ konusunda insanların birbirine yardımcı olmamasını ister. Halbuki Allâh, “Siz siz olun, Allâh’ın emrettiklerini yapmak ve yasaklarından kaçmak konusundabirbirinizleyardımlaşın’ buyurmuştur. Ayrıca şeytan, insanların birbirine karşı yükümlü oldukları nasihati da terk etmelerini ve böylelikle dinin ve İslâm’ın yok olup yeryüzünden tamamen silinmesini ve bütün insanların günah işlemesini ister. Dolayısıyla akl-ı selim sahibi bir kişinin şeytana itaat etmesi yaraşmaz. Allâh (c.c.) şöyle buyurur:

“Şeytan ilk ana-babanıza edep yerlerini/ark ettirmek için giysilerini soyarak onların cennetten çıkarılmalarını sağladığı gibi sakın sizi de aldatıp cennetten mahrum bırakmasın. ”
“Hiç şüpheniz olmasın ki şeytan sizin düşmanmızdır. O halde siz de onu düşman belleyin. Çünkü şeytan kendine uyanları cehennemlikler arasına sürükler. ”
Bilesin ki namaz, zekât ve diğer ibadetlerde, ilim sahiplerinin ve fıkıh bilenlerin sessiz kalmasından ve bilmeyenlere işin doğrusunu öğretmemelerinden dolayı meydana gelen her türlü eksiklik önce câhillerde ortaya çıkar; ama zamanla yayılarak ilim sahiplerine de bulaşır ve onlara nispet edilmeye başlar.

İşe bak ki birisi bir Yahudiden veya bir Müslümandan bir buğday tanesi veya çörek çalsa bunu gören kişi kendini tutamayarak ona bağınp çağınr ve onun bu davranışını çirkin bulur da birinin namazının rükünlerinden çaldığını, namazın vâciblerinden birini terk ettiğini ya da namaz kılarken imamdan önce davrandığını görse hiç ses etmeyip susar ve onun bu yaptığını çok önemsemez.

Nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.), “En kötü hırsızlardan biri de namazından çalanlardır.” buyurunca, sahabe, “Ey Allâh’m Rasûlü! Kişi namazından nasıl çalar?” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Namazın rükû ve secdelerini lâyıkı veçhile yapmayarak.”

Hasan-ı Basrî’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), “Hırsızlık bakımından insanların en kötüsünü size haber vereyim mi?” buyurunca “Elbette, ey Allâh’ın Rasûlü! Kim onlar?” diye sordular. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Namazın rükû ve secdesini gereği gibi yapmayanlar.” buyurdu.

Selmân-ı Fârisî şöyle demiştir:

“Namaz bir ölçektir. Onu eksiksiz yapan eksiksiz karşılık alır. Kim de eksik yaparsa Allah’ın eksiltenler (mutaffifîn) hakkında ne söylediğini siz biliyorsunuz.”

Allâh Rasûlit’ne (s.a.v.) gelen elçiler arasında bulunan Abdullah b. Ali veya Ali b. Şeyban, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Rükû ve secdede belini düzeltmeyen bir kulun namazına Allâh dönüp bakmaz bile.”
Ebû Hüreyre’den şöyle nakledilmiştir:

Allâh Rasûlü (s.a.v.) mecsidde iken birisi gelerek namaz kıldı ve ardından Hz. Peygamber’in yanına gelerek selâm verdi. Hz. Peygamber onun selâmını aldıktan sonra “Git namazını tekrar kıl; çünkü sen (gereği gibi bir) namaz kılmadın.” buyurdu. Adam, gitti ve öncekine benzer bir namaz kıldı. Sonra gelip yine selâm verdi. Allâh Rasûlü (s.a.v.), “Git ve namazını yeniden kıl; çünkü sen (gereği gibi bir) namaz kılmadın.” buyurdu. Adam, bu şekilde namazını tam üç kez kıldı. Hz. Peygamber’den yine aynı tepkiyi alınca adam, “Seni hak peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki elimden bundan başkası gelmiyor. Doğrusu neyse bana öğretiverdi” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Namaza başlayacağın zaman önce tekbir al, sonra ezberinde olan sûre veya ayetlerden oku. Sonra rukû’a git ve bu esnada sırtın dümdüz olsun. Sonra başını kaldır ve tam anlamıyla doğrul. Sonra secde et ve secdede bir süre kal. Sonra başını kaldırıp organlann hareketsiz kalıncaya kadar otur. Sonra bu söylediklerimi namazın bütününde uygula.”

Rifâ’a b. Râfı’den şöyle nakledilmiştir:

Biz, Allâh Rasûlü’nün (s.a.v.) huzurunda otururken biri içeri girip kıbleye yöneldi ve namaz kıldı. Namazı tamamlayınca gelip Hz. Peygamber’e ve huzurda bulunanlara selâm verdi. Allâh Rasûlü (s.a.v.), “Geri dön ve namazını tekrar kıl; çünkü sen namaz kılmış olmadın.” buyurdu. Bunu adama iki ya da üç kez emretti (adam her seferinde namazını kılıp geri dönüyordu.) Sonunda adam, “Ey Allâh’m Rasûlü! Ben elimden geleni yaptım. Namazımın neresini kastettiğini de bilmiyoaım” dedi. Bunun üzerine Allâh Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Güzelce abdest alıp Allâh in size emrettiği şekilde namazınızı kılmadığınız sürece eksiksiz bir namaz kılmış olmazsınız. Bu da şöyle olur: Yüzünüzü ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkarsınız, başınızı mesh eder, ayak bileklerine kadar ayaklarınızı yıkarsınız. Sonra tekbir alıp Fatiha Sûresi’ni okursunuz. Sonra Kur’ân ’dan okuyabileceğiniz miktarı okursunuz. Sonra tekbir alıp elinizi diz kapaklarınıza koyarsınız ve rukûda sabit kalırsınız. Sonra Semi’allahu limen hamideh ’ diyerek kalkar ve belinizi doğrultursunuz ve bütün organlarınız normal konumunu alır. Sonra tekbir alarak secdeye gider ve eklemler hareketsiz kalana değin secdede kalırsınız. Sonra tekbir alıp dik bir vaziyette oturursunuz….”

Hz. Peygamber bu şekilde dört rekâtı da anlattı ve sonra şöyle  buyurdu: “Bütün bunları söylediğim şekilde yapmadığınız sürece eksiksiz bir namaz kılmış olmazsınız. ’’

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) namazın, rükû ve secdenin eksiksiz yapılmasını emretti ve namazın ancak bu şekilde kılındığı zaman kabul edileceğini söyledi. Hz. Peygamberin (s.a.v.), o kişinin eksik namaz kıldığını görünce susması caiz değildi. Şayet bir yükümlülükle ilgili açıklamayı ihtiyaç vaktinden sonraya ertelemek ve bilmeyenin bu durumunu yadırgamayıp doğrusunu öğretmemek caiz olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.v.) susardı ve sahabeye daha önce yaptığı açıklamalar ile yetinirdi. Tam aksine adamın bu yanlışı üzerinde ısrarla durup doğrusunu öğrettiğine göre demek ki birinin hatası görüldüğünde böyle yapmak bilenlere ait bir yükümlülüktür. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu vesileyle yanında oturan sahabeye de birinin hatasını gördüklerinde kendisi gibi yapmalan ve kıyamet gününe dek herkesin kendi çevresindekilere işin doğrusunu öğretmeleri gerektiği konusunda tenbihte bulunmuş olmaktadır.