Kur’an, ahiretin mümkün olduğunu ve mutlaka geleceğini de bildirmiştir. İnsanların dünyada yaptıklarının hesabını vermeleri ve bunun neticesinde de mükâfat veya ceza görmeleri; aklın, adaletin ve ahlâkın bir gereğidir.
Eğer insanların yaptıkları iyiliklerin mükâfatını, kötülüklerin cezasını görecekleri ilah! bir mahkeme yoksa, İlahî bir adalet de yoktur ve kendilerine akıl verilen, iyiliği kötülükten ayırdetme kabiliyeti bahşedilen insanlar dünyaya boşuna gönderilmiş demektir. Bu ise aklın kabul edeceği birşey değildir.
Bu dünya bir imtihan yeri olduğundan, yapılanların burada tam anlamıyla değerlendirilip adaletin icra edilmesi imkânsızdır. Yargı ve adaletin tam manasıyla gerçekleşmesi için başka bir dünyaya ihtiyaç vardır. Öyle bir dünya ki adaletin gerçekleşmesi için bütün şartlar bulunsun, herkes gizli-açık tüm yaptıklarının hesabını versin; iyiliklerinin mükâfatını, kötülüklerinin cezasını görsün. Kısacası, hakkın yerini bulacağı ve herşeyin devamlı olacağı bir dünyanın; ahiretin varlığı şarttır.
Bu dünyada insanlar değişik şartlarda ve durumlarda yaşıyor, bazıları haksız şekilde mal-mülk, şan-şöhret sahibi oluyor, bazıları ise hakettiği mevkiye gelemiyor. Bazıları zevk ü sefa, bolluk ve lüks içinde ömür sürerken, bazıları sıkıntı ve üzüntü, darlık ve sefalet içinde binbir zorlukla yaşamaya çalışıyor. Bazıları doğuştan nimetler içinde olurken, bazıları doğuştan yokluk içinde bulunuyor. Evet, bütün bunlar bir imtihanın gereğidir. Zira bu dünya geçici ve kısadır. As- lolan öteki dünyadır. Allah Teala (cc) bütün bunları en ince ayrıntısına kadar bilmekte ve melekleri vasıtasıyla kaydetmektedir. Ebedî olan ahiret geldiğinde, İlahî adalet tecelli edecek, herkes yaptığının karşılığını mutlaka görecektir.