Doğru Tevbe Ve Alâmeti

By | 6 Ağustos 2014

hac-umre-seti

Doğru Tevbe Ve AlâmetiDoğru Tevbe Ve Alâmeti
Tevbenin esası, pişmanlık neticesi meydana gelen bir iradedir.
Pişmanlığın alâmeti daima üzülmek, hasret çekmek, keşke yapma sâydım demek, işi; ağlamak ve yalvarmak üzere olmaktır. Çünkü kendisi helâk oluyor, gören nasıl üzülmez, nasıl yanmaz? Eğer çocuğu hasta olsa, bir Hıristiyan doktorunun, bu hastalık tehlikelidir ve öldürebilir dediği zaman, babanın kalbine ne ateş ve üzüntü düşeceği bilinmektedir. Halbuki kendini çocuğundan çok sevdiğini de bilir.
Allahü Teâlâ’nın ve Resûlü’nün (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hıristiyan doktorundan daha doğru sözlü olduklarını da bilir. Âhi rette helâk olmak, Cehenneme gitmek korkusu, ölüm hastalığından daha büyüktür. Günah işletmeye sebep olmak, hastayı öldürmeye sebep olmaktan daha çok, Allahü Teâlâ’yı kızdırır. Eğer bundan bir korku ve üzüntü doğmuyorsa, iman, henüz günah âfetlerinden kurtulamamıştır. Bu korku ve üzüntü ateşi ne kadar kuvvetli olursa günahların kefâretine te’siri de o kadar büyük olur. Çünkü günah sebebiyle kalbe yerleşen karartı ve paslar, üzüntü ve pişmanlık ateşinden başkasıyle temizlenmez. Bu yanma esnasında kalb saflaşmaya ve incelmeye başlar. Hadîsi şerifte, «Tevbe edenlerle oturunuz, onların kalbleri daha ince olur» (*), buyuruldu. Kalb ne kadar temiz ve saf olursa, günahtan o derece nefret eder ve günahların tatlılığı kalbe acı gelir. Beni İsrail’den birisinin tevbesinin kabulü için vaktin peygamberi afvedilmesini duâ etti. Vahiy geldi ki: «İzzetime yemin ederim ki, bütün göklerde olanlar ona şefâat etseler, o günah kalbine tatlı geldiği müddetçe kabul etmem».
Günah, her ne kadar yaratılış icabı isteniyorsa da tevbe eden için zehir katılmış bal gibidir. Bir defa ondan ağzına koyup, büyük sıkıntılar çeken, ikinci defa onu düşününce, ondan nefret etmesinden dolayı tüyleri diken diken olur. O tatlılığını istemek, zararı korkusuyla kalkar. İşte bu acılığı bütün günahlarda bulmak lâzımdır. Çünkü işlediği günahın zehir olması, Allahü Teâlâ’nın o günahtan kızgınlığı olmasındandır. Bütün günahlar da böyledir.
Bu pişmanlıktan doğan irâdeye gelince, bu üç şeyle ilgilidir. Şimdiki zamanla, geçmişle veya gelecekle. İçinde bulunduğu zamanda: Bütün günahları terk ettiğini söylemek ve üzerine farz
olanlarla meşgul olmak. Gelecekteki: Ömrünün sonuna kadar böyle olmaya sabır edeceğine azim etmek. Allahü Teâlâ’ya dıştan ve kalbden ahdedip, söz verip, bile bile günah işlemeyeceğini, farzlarda kusur etmeyeceğini söylemelidir. Tıpkı bir hastanın meyve yemesi kendisine zararlı olduğunu bilip yememeye azim etmesi gibi olmalıdır. Şehvet galib gelir düşüncesi olsa da, bu azim ve gayrette gevşeklik ve tereddüt olmaz. Uzlete çekilmeden, susmadan, helâl lokma yemeden, veya helâl kazanmak olmadan ve böylece bütün şüphelilerden el çekmeden tevbe tamam olmaz. Şehvet ve arzulan kısmadıkça şüphelilerden kurtulamaz. Bunun için demişlerdir ki, bir kimse bir şeyi isteyip de yedi defa elini çekerse, ondan vazgeçmesi kolay olur.
Geçmişteki irâde ise, geçmişteki kayıplarını telâfi ve tedarik etmekle ilgilidir. Bunun için de, üzerinde Allahü Teâlâ’nın ve kulların hangi haklan olduğunu ve bunların hangisinde kusur ettiğine dikkat eder.
Allahü Teâlâ’nm haklan iki kısımdır. Farzları yapmak ve günahlardan sakınmak. Farzlar için, âkil bâliğ olduğu zamandan beri gün gün hesap edip, eğer kaçırdığı namaz varsa, yahut elbisesi temiz olmadığı hâlde namaz kıldıysa, yahut bilmeden doğru niyet etmediyse, yahut bilmeden itikadında bir bozukluk ve şüphe varsa hepsini kazâ etmelidir. Çocuk yaşta olsa bile, nisâba mâlik olduğu zamandan beri zekâtını hesap etmeli, vermediği, yahut verilmesi icabedenlere vermediği varsa, evinde bulunan altın ile gümüş kapların zekâtını vermediyse iyice hesap etmeli ve vermelidir.
Eğer Ramazan orucunda bir kusur ettiyse, yahut niyet etmeyi unuttuysa, yahut da bunun gibi şartlarına riayet etmediyse, bunlardan iyice bildiklerini kazâ etmelidir. Şüpheli olup, zannı galib vaziyetinde olan her şeyde, yakın olarak bildiklerini araştırır, bunları düşer ve kalanını kazâ ederse tamam olur. Zannı galib vaziyetinde olanları da, hesaptan düşerse caizdir. Bâliğ olduğu andan itibaren günahlarını araştırmalı, gözü, kulağı, eli, dili, midesi ve bütün azalarıyla ne günahlar işlediğini düşünmeli: Eğer zinâ, livâ ta, hırsızlık, içki içmek ve bunun gibi had cezası icabeden günahlar işlediyse, tevbe etmesi vâcib olur. Sultanın yanında ikrar edip, had vurulması vâcib değildir. Bilâkis, örtmeli ve çok ibadet ve iyi işlerle onu afvettirmelidir.
Küçük günahlar da böyledii*. Meselâ bir yabancı kadına bak tıysa, yahut abdestsiz Mushafa dokunduysa, yahut mescidde cünüb olarak oturduysa, yahut saz ve çalgılar dinlediyse, herbirinin tersini işlemekle kefâret yapıp onu yok ettirmelidir. Nitekim Allahü Te âlâ, «Sevâblar, iyi ameller kötü amelleri götürür» t1), buyuruyor. Fakat zıddı yapılan şeyin te’siri büyük olur.
Çalgı dinlemenin kefareti Kur’ânı Kerim dinlemek ve ilim meclisinde bulunmak, çalgı dinlemek için oturmanın kefareti mescidier de ibadet ve itikâf için oturmak, abdestsiz Mushaf’a dokunmanın kefareti Mushaf’a lâzım ve ikrâm etmek, çok Kur ânı Kerim okumak, şarap içmenin kefâreti; helâl olan şerbeti yâni suyü sevdiği hâlde içmeyip, sadaka vermekle olur. Böylece bunlardan, kendisinde meydana gelmiş olan her zulmeti giderecek bir nûr elde edilir. Hattâ dünyaya ait her sevinç ve neş’enin, üzüntü ve sıkıntı ile ke fâretine gitmelidir. Çünkü dünya neş’esi ve rahatı, kalbi dünyaya bağlamaya sebep olur ve ona bağlanır. Çektiği her sıkıntı ise ondan koparır ve nefret eder. Bunun için hadîsi şerifte, «Ayağına bir diken batması şeklinde bile olsa, mü’mine gelen her sıkıntı ve elem, onun günahlarına kefaret olur», buyuruldu. Yine buyuruldu: «Bazı günahların üzülmekten başka kefâreti yoktur» (2). Bir hadisi şerifte de «Çoluk çocuğu ve geçimi için üzülmek, onun için kefâret tir» (3), buyuruldu.
Âişe (radıyallahü anhâ) buyuruyor: «Günahı çok olup onları afvettirecek kadar iyi ameli olmayan bir kulun, Allahü Teâlâ kalbine bir sıkıntı ve üzüntü verir ve ona kefaret olur». Sanılmasın ki, bu üzüntü onun ihtiyarı, istemesi ile değildir. Hattâ dünya işinden dolayı üzülebilir ve o, bu zaten günahtır, nasıl kefâret olur! der. öyle değildir. Kalbini dünyadan soğutan her şey, elinde olmasa da, senin için hayırlıdır. Eğer kalb ile ona seviniyorsan, dünya senin Cennetin olur. Yûsuf aleyhisselâm, Cebrail aleyhisselâmdan, «O hüzünlü ihtiyarı (babam Yâkub’ul nasıl bıraktın?» diye sorduğunda, «Yüz çocuğu ölmüş bir annenin üzüntüsü kadar üzüntü içinde bıraktım», dedi. «Bunda karşılığı nedir?» deyince de, «Yüz şehid sevabı», buyurdu.
Kullara ait haklarda, kendi hesabım bütün insanlarla yapmalıdır. Hattâ oturdukları ve konuştuklarım da hesap etmelidir. Böylece kimin kendinde mal, incinme, gıybet gibi haklan varsa, bunları ödemeli, geri verilmesi mümkün olanları vermelidir. Helâllik dilemesi icabedenlerden helâllik dilemelidir. Bir kimseyi öldürmüşse, kendini onun vârisine teslim etmeli, ister kısas eder, yâni öldürür, isterse afveder. Ona uymalıdır.
Kimden bir altın, gümüş ve başka bir şey almışsa, sahibini aramalı ve geri vermelidir. Bulamazsa vârisine vermelidir. Bu ise devlet me’murlan ve pazardakiler, çarşıdakiler için çok zordur. Bulun madiği zamanda hepsini aramak herkese zor olur. Böyle imkânsız olduğu ve hiçbir kurtuluş yolu bulunmadığı zaman, yapılacak tek şey, çok ibadet ve iyi ameller yapıp, bu hakkı kendisinden alındığı hâlde, kıyamet günü yanında günahlarına yetecek kadar iyi ameli bulundurmaktır.