Bir müslüman, makamı, mevkii, malî durumu ne kadar yüksek olursa olsun, hiçbir Müslümanı kendinden küçük görmemelidir. Hatta o Müslüman en fakir, en sakat da olsa.
Bazı müslümanlar, kendilerinden makam, mevki ve malî bakımından üstün olanlara alaka gösterir, çeşitli dil dökerler. Âmâ, makam ve mevki bakımdan aşağı durumda olanlara burun kıvırırlar, aşağılayıcı ifade ve tavırlarda bulunurlar.
Olgun mü’min, kendisinin diğer mü’minlerden küçük olduğuna inanır, tevazu gösterir. İşte o zaman Allah da onu yükselteceğini Peygamberimiz’e müjdelemektedir:
“Kim tevazu gösterirse, Allah onu yükseltir, kim büyüklük taslarsa Allah onu alçaltır.”
Kibri, Allah kendisine tahsis etmiş, kendisinden başkasına asla vermemiştir.
Bir hadis-i kudside yüce Allah şöyle buyurdu:
“Azamet benim gömleğimdir. Kibriya da benim ridamdır.”
Yüce Allah, en küçük bir kibrin insanda bulunmasını istemez. En küçük kibir bile mü’mini cennetten mahrum eder. Allah Rasulü (sav) şöyle buyurur:
“Kimin kalbinde zerre kadar kibir varsa, cennete giremez.”
Ancak, kibrin ne olduğunu Peygamberimiz (sav)’e sordular.
Allah Rasulü de şöyle buyurdu:
“Kibir, hakkı (gerçeği) kabul etmemek ve inanları küçük görmektir.”
Bu hadiste beyan edilen bir husus var ki, o da son derece önemlidir. Çünkü bazı Müslümanlar tevazuya uygun düşmeyeceği için iyi, güzel elbise ve ayakkabı giymiyorlar, hırpanî olmayı tevazu sayıyorlar. İşte buna bu hadisin devamında açıklık getirmektedir:
Bir şahıs Allah Rasulü’ne sordu:
“Bir kimsenin elbisesinin, ayakkabısının güzel olmasını istemesi de kibir midir?”
Allah Rasulü (sav) şöyle cevap verdi:
“Hayır, Allah güzeldir, güzeli sever.”
Demek ki müslümanın güzel elbise, ayakkabı giymesi kibir değildir, lükse, israfa kaçmadıkça…
Kibir hastalığının felaketini her müslüman az çok bilir fakat tatbik etmek zordur. Çünkü insandaki nefsi, benlik duygusunu dizginlemek çok zordur.
Kibir hastalığını yenen, nefsini dizginleyenlerin başında Allah Rasulü ve mübarek arkadaşları gelmişlerdir. Bunlar sözleriyle olduğu gibi hareketleriyle ispat etmişlerdir.
Allah Rasulü, büyük, küçük, fakir, zengin kim olursa olsun hiç kimseye karşı büyüklük taslamamıştır. Tevazünün zirvesinde olan Yüce Peygamberimiz (sav) bütün insanlara en güzel örnektir.
Nuru, doğrudan doğruya kaynağından, Allah Rasulü’nden alan Peygamberimiz’in mübarek arkadaşları kibirlerini, nefislerini dizginleyen mübarek insanlardı.
Roma ordusuna elçi olarak giden Muaz (ra)’a Hıristiyanlar hayran kaldılar, oturması kalkması, ahlakı, dirayeti ve cesaretine hayran kaldılar ve Muaz’a sordular: “Müslümanların içinde en yüksek sensin herhalde?” dediler.
Muaz (ra) şöyle dedi:
“Müslümanların en aşağı durumda bulunanı benim.”
Yüce Peygamberimiz ve arkadaşlarının izinde giden müslümanlar, daima şu ayetin gereğini yerine getirmişler; zafere ermişlerdir; uymayanlar ise bu dünyada da rezil, perişan olmuşlar, ahirette ise onları büyük azap ve ıstırap beklemektedir:
“İşte ahiret yurdu, biz onu yeryüzünde büyüklük istemeyen, bozgunculuk istemeyen kimselere vereceğiz. Akıbet (zafer) takva sahiplerinindir.”