Tevazu mu? Kibir mi?

By | 31 Aralık 2013

 

tevazu_dd-250x250

Bir müslüman, makamı, mevkii, malî duru­mu ne kadar yüksek olursa olsun, hiçbir Müslümanı kendinden küçük görmemelidir. Hatta o Müslüman en fakir, en sakat da olsa.

Bazı müslümanlar, kendilerinden makam, mevki ve malî bakımından üstün olanlara alaka gösterir, çeşitli dil dökerler. Âmâ, makam ve mevki bakımdan aşağı durumda olanlara burun kıvırırlar, aşağılayıcı ifade ve tavırlarda bulunurlar.

Olgun mü’min, kendisinin diğer mü’minlerden küçük olduğuna inanır, tevazu gösterir. İşte o zaman Allah da onu yükselteceğini Peygamberimiz’e müjdelemektedir:

“Kim tevazu gösterirse, Allah onu yükseltir, kim büyüklük taslarsa Allah onu alçaltır.”

Kibri, Allah kendisine tahsis etmiş, kendi­sinden başkasına asla vermemiştir.

Bir hadis-i kudside yüce Allah şöyle buyur­du:

“Azamet benim gömleğimdir. Kibriya da benim ridamdır.”

Yüce Allah, en küçük bir kibrin insanda bu­lunmasını istemez. En küçük kibir bile mü’mini cennetten mahrum eder. Allah Rasulü (sav) şöyle buyurur:

“Kimin kalbinde zerre kadar kibir varsa, cen­nete giremez.”

Ancak, kibrin ne olduğunu Peygamberimiz (sav)’e sordular.

Allah Rasulü de şöyle buyurdu:

“Kibir, hakkı (gerçeği) kabul etmemek ve in­anları küçük görmektir.”

Bu hadiste beyan edilen bir husus var ki, o da son derece önemlidir. Çünkü bazı Müslümanlar tevazuya uygun düşmeyeceği için iyi, güzel  elbise ve ayakkabı giymiyorlar, hırpanî olmayı tevazu sayıyorlar. İşte buna bu hadisin devamında açıklık getirmektedir:

Bir şahıs Allah Rasulü’ne sordu:

“Bir kimsenin elbisesinin, ayakkabısının güzel olmasını istemesi de kibir midir?”

Allah Rasulü (sav) şöyle cevap verdi:

“Hayır, Allah güzeldir, güzeli sever.”

Demek ki müslümanın güzel elbise, ayak­kabı giymesi kibir değildir, lükse, israfa kaçma­dıkça…

Kibir hastalığının felaketini her müslüman az çok bilir fakat tatbik etmek zordur. Çünkü in­sandaki nefsi, benlik duygusunu dizginlemek çok zordur.

Kibir hastalığını yenen, nefsini dizginleyenlerin başında Allah Rasulü ve mübarek arkadaş­ları gelmişlerdir. Bunlar sözleriyle olduğu gibi ha­reketleriyle ispat etmişlerdir.

Allah Rasulü, büyük, küçük, fakir, zengin kim olursa olsun hiç kimseye karşı büyüklük taslamamıştır. Tevazünün zirvesinde olan Yüce Peygamberimiz (sav) bütün insanlara en güzel ör­nektir.

Nuru, doğrudan doğruya kaynağından, Al­lah Rasulü’nden alan Peygamberimiz’in mübarek arkadaşları kibirlerini, nefislerini dizginleyen mübarek insanlardı.

Roma ordusuna elçi olarak giden Muaz (ra)’a Hıristiyanlar hayran kaldılar, oturması kalk­ması, ahlakı, dirayeti ve cesaretine hayran kal­dılar ve Muaz’a sordular: “Müslümanların içinde en yüksek sensin herhalde?” dediler.

Muaz (ra) şöyle dedi:

“Müslümanların en aşağı durumda buluna­nı benim.”

Yüce Peygamberimiz ve arkadaşlarının izinde giden müslümanlar, daima şu ayetin gere­ğini yerine getirmişler; zafere ermişlerdir; uyma­yanlar ise bu dünyada da rezil, perişan olmuşlar, ahirette ise onları büyük azap ve ıstırap bekle­mektedir:

“İşte ahiret yurdu, biz onu yeryüzünde büyük­lük istemeyen, bozgunculuk istemeyen kimselere vereceğiz. Akıbet (zafer) takva sahiplerinindir.”