Mi’rac Olayı

By | 14 Nisan 2015

mirac-olayiKur’ân’ı Kerim’de, miraç mucizesine, biri olayın başıyla diğeri sonraki safhasıyla ilgili olmak üzere iki ayrı yerde şöyle değinilir:
“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, (Muhammed) kulunu, Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir.” (İsrâ, 17/1)

“Sonra yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki, iki yay arası (imkân ve vücub arası) kadar, hatta daha da yakın. Bunun üzerine Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti. (Muhammed’in) gözüyle gördüğünü kalbi yalanlamadı.” (Necm suresi, 53/8-11)

Kur’ân’ın, Miraç mucizesinin başlangıcı olan İsrâ olayını anlatırken ‘noksan ve eksik sıfatlardan münezzeh olan O Allah ki..’ anlamında ‘sübhâne’llezî..’ gibi bir ifadeyle başlaması gayet dikkat çekicidir. Bununla aslında Allah’ın, biz inanan kullarına vermek istediği mesaj şudur: Bakın, şimdi size bir olayı haber vereceğim, sakın, bu mümkün olabilir mi, türünden bir düşünceye kapılmayın, çünkü bu işi gerçekleştiren Benim ve Benim için noksanlık ifadesi olan hiçbir zorluk veya güçlük asla söz konusu değildir.
Kudreti ve lütfü sınırsız olan yüce Allah, derin ve duru kulluğuyla mahiyetini inkişaf ettiren Resûlünü lütfuyla huzuruna alıp hiçbir varlığa nasip olmayan bir hususiyete mazhar etmiştir. Miraç yolculuğunda Peygamber Efendimiz kendisini çepeçevre saran maddî sebepleri aşarak, Rabbini görmeğe mani buudları geride bırakarak, cismen ve ruhen vardığı makamda Cenab-ı Hakkı müşahede etmiştir. Bu sırlarla dolu yolculuğunda O, peygamberlerle selâmlaşıp konuşmuş, melekleri görmüş, cenneti ve güzelliklerini seyretmiş, cehennemi ve azametini görmüştür.
Yüce Allah, peygamberinin, ümmetine anlatacağı meseleleri itmi’nan ve yakîn içinde anlatması için, daha açık bir ifadeyle, gıyaben inandığımız şeyleri bizatihi müşahedesi olarak bize intikal ettirmesi için, hatta Allah’ı görsün ve görmeye dayalı olarak da ‘vardır’ desin diye, bu miracı ona lütfetmiştir.

Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) bu yolculuğunda, bir saatine bin yıllık dünya hayatının kâfi gelmediği cenneti seyredip ve de bir anlığına bin yıllık cennet hayatının kâfi gelmediği cemalullah’la müşerref olduktan sonra; Kur’ân’a ait bütün meselelerin hakikatlerini, temessül keyfiyetlerini, bütün ibadetlerin anlam ve hikmetlerini görüp anladıktan sonra, bunları anlatmak için yeniden yeryüzüne/aramıza dönmüştür.