Uzletin Zararları

By | 4 Ağustos 2014

pardesu

Ruhun Dünyadaki Seyrüsefer MenzilleriUzletin Zararları
Din ve dünya işlerinden öyleleri vardır ki, başkalan olmadan elde edilemez, insanlara karışmadan mümkün olmaz. Uzlette olursa, buna kavuşamaz. O şeyin elden kaçması, uzletin, âfet ve zarar larındandır. Bu zararlar da altıdır:
BİRİNCİ ZÂRAR: İlim öğrenmekten ve öğretmekten geri kal
inaktır. Kendisine farz olan ilimleri öğrenmeyene, uzlet haramdır; Farz olanı öğrenir, fakat fazla anlayamazsa, ibadet için uzlete çekilmesi câizdir. Şeriatın bütün ilimlerini öğrenebilecekse, uzlete çekilmesi büyük hüsran ve ziyan olur. Çünkü ilim elde etmeden uzleti seçenin, vaktinin çoğu uyku, durgunluk ve dağınık düşüncelerle zâyi olur. İlim kuvveti olmadan bütün gün ibadet etse, ibadette gurur ve aldanmadan kurtulamaz. İtikatta yanlış ve olmayacak şeyleri düşünmekten kurtulamaz. Allahü Teâlâ’ya ait olan düşünceleri küfre ve bid’ate varır da, haberi olmaz.
O hâlde işin doğrusu uzlet âlimlere yakışır, cahillere değil. Cahil hasta gibidir. Hekimden kaçıp, kendi kendine hekimlik yapması uygun olmaz. Hemen helâk olur.
İlim öğretmenin derecesi büyüktür. îsâ aleyhisselâm buyurur ki: «İlmi olana, onunla amel edene ve başkalanna öğretene gökteki melekler, «Büyük» diye hitab ederler». İlim öğretmek uzletle bağdaşamaz. O hâlde, ilim öğretmek uzletten iyidir. Bunda da bir şart vardır: İlim öğretmekten maksat, din ilmi öğretmek olup makam ve mal toplama olmamalıdır. Dinde lüzumlu, faydalı ilmi öğretmelidir. Mühim olanı, önce öğretmelidir. Meselâ tahareti anlatmaya başlayınca, demelidir ki, elbiseyi ve bedeni temizlemek kolay ve basittir. Temizlikten maksat daha başkadır. O da, gözünü, kulağını, dilini, elini ve bütün vücudunu günahtan temizlemektir. Söylediğini yapmalıdır. Talebe söylediğini yapmadan başka bilgiler isterse, maksadı mevki kapmaktır. Tahareti labdestil anlatınca, bu taharetten maksat, bunun ötesinde bir temizliktir, o da kalbin, dünya sevgisinden ve Allahü Teâlâ’dan gayri her şeyden temizlenmesidir, demelidir.
Lâ ilâhe illallah kelimesinin hakikati, Allahü Teâlâ’dan başka mabud yoktur, demektir. Arzu ve isteklerinin emri altında bulunan, arzularım kendine mabud etmiştir. Lâ ilâhe illâllah kelimesinin hakikatinden mahrumdur. Münciyât ve Mühlikât rükünlerinde anlattıklarımızı okumayan, arzu ve isteklerden kesilmeyi bilemez. Bu ise bütün insanlara farzı ayındır.
Bir talebe bu ilimleri bitirmeden hayız, boşanma, haraç ve hasımlık fetvalarım öğrenmek isterse, yahut mezhepler arasındaki ayrılıkları, kölâm, cedel, münazara ilimlerini Mutezile ve keramiyân kavilleri ile öğrenmek isterse, dini değil, mevki kapmak ve mal toplamak istiyor demektir. Böyle kimseden uzak durmalıdır. Onun zararı büyüktür. Kendisini helâke çağıran şeytanla münazara etmez, kendi düşmanı olan nefsine sert davranmaz da, Ebû Hanîfe, Şafiî ve Mutezile ile münazara ve hasımlık etmek isterse, şeytan onu avucunun içine almış, ona gülüyor, onunla alay ediyor demektir, içinde bulunan haset, kibir, riya, dünya sevgisi, mal ve mevki aşkı, kendisini helâk eden kötü sıfatlardır. Kalbini onlardan temizle meyip, nikâh, talâk, selem ve ücret fetvaları ile uğraşması nasıl doğru olur? Halbuki içtihadında hata etmiş olanın sevabı ikiden bire inmiştir. Yâni yine sevap işlemiştir.
Peygamber Efendimiz (aleyhisselâm) buyurdu ki: «İçtihâd
edip doğruyu bulana iki, hata edene bir sevab vardır». O hâlde Şafii mezhebini, yahut Ebû Hanîfe mezhebini tutanın faydası bundan çok değildir. Fakat bu sıfatlardan arınmazsa, kazancı, dinini helâk etmek olur. Zaman öyle oldu ki, büyük şehirde ilim öğrenmek için bu şekilde uğraşan iki kişiden fazla bulunmuyor. O hâlde ders okutacakların da uzlet etmesi daha iyi olur. Çünkü maksadı dünya olana ilim öğreten, yol kesiciye kılıç satan kimse gibidir. Eğer, bir gün bu ilimle dine döner derse, yol kesicinin tev be edip, cihada gitmesini beklemeye benzer. Eğer derse ki, kılıç onu tevbeye çağırmaz, ama ilim onu Allahü Teâlâ’ya çağırır. Bu da yanlıştır. Çünkü, husumet, muamelât, kelâm, nahiv ve lügat ilimleri hiç kimseyi Allahü Teâlâ’ya çağırmaz. Bunları yapmakta dine teşvik ve gayret yoktur. Belki her biri haset, övünme, kibir ve inat tohumunu kalbine eker ve büyütür. Haber almak, görmek gibi değildir. Dikkat buyurunuz! böyle ilimlerle meşgul olanlar nasıl oldular, nasıl öldüler?!.
Âhirete çağırıp, dünyadan soğutan ilim, Hadis ve Tefsir ilimleri ile, Münciyât ve Mühlikat kısımlarında anlatacağımız ilimlerdir. Şüphesiz bu ilimleri sevmek, üstün tutmak lâzımdır. Çünkü, kalbi çok katı olan birkaç kişi hariç, herkese tesir ederler. Bu söylediğimiz şartlarla ilim öğrenmek isteyenin uzlete çekilmesi büyük günah olur.
Hadis, Tefsir ve lâzım olan ilimleri okuyan bir kimsede mevki hırsı galib ise ona öğretmekten kaçınmalıdır. Ona öğretmekte birçok faydalar var ise de, kendisi helâk olur, kendini diğerlerine feda etmiş olur. Bu yüzden Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: «Allahü Teâlâ, bu dine öyle kimselerle yardım eder ki, onlar nasibsizdirler». Bu, odayı aydınlatan ve gittikçe yanıp eksilen bir muma benzer. Bunun için Bişri Hâfi (rahmetullahi aleyh) üstadından dinleyip yazdığı yedi sadık Hadis kitabını toprağa gömdü ve hadîs rivayet eylemedi ve «Rivayet etmek isteğini kendimde gördüğüm için hadis rivayet etmiyorum. Eğer susmak isteğini kendimde bulsaydım hadis rivayet ederdim», buyurdu. Büyükler buyurmuşlardır ki: «Haddesenâ Ibize hadîs bildirdi!, sözü dünyadan bir kapıdır. Haddesenâ diyen, gelin önüme oturun, demek istiyor».
Emirü’lmü’minin Ali (radıyallahü anh) bir kimseye uğradı. Kürsüye çıkmış vaaz veriyordu. Buyurdu: «Bu, beni tanıyınız! diyor*. Hazreti Ömer’den (radıyallahü anh) bir kimse, sabah namazından sonra insanlara nasihat vermek için izin istedi. İzin vermedi. «Nasihat vermeyi yasaklıyor musun?» dedi. «Evet, korkarım kendine öyle bir tekebbür havası verirsin ki, Süreyya yıldız kümesine çıkarsın», buyurdu. Rabiai Adviyye, Süfyânı Sevrî’ye, «Dünyayı sevmeseydin, iyi insansın», dedi. «Dünya nedir?» diye sordu. «Hadis bildirmeyi seviyorsun» dedi. Uzletin Zararları  Ebû Süleymanı Hattâbî der ki: «Bu zamanda sizinle arkadaş olup, sizden ilim öğrenmek isteyenden kaçınız, uzak durunuz. Çünkü onların ne malı, ne de güzellikleri vardır. Zahirde dost, kalbden düşman olurlar. Yüzüne karşı seni medhederler, arkandan kötü söylerler. Hepsi nifak sahibi, söz taşıyıcı, hileci ve aldatıcı olurlar. Onların maksadı, kendi bozuk emellerine ulaşmak için, seni merdiven yapıp üstüne basıp geçmektir. Seni, kendi arzuladıkları emeller diyarında dolaşmak için merkep yaparlar. Senin yanına gelmeyi canına minnet bilirler. Şerefini, mevkiini ve malını kendilerine feda etmeni isterler. Yanına gelmelerine karşılık, kendilerinin, akrabalarının ve yakınlarının hakkını gözetmeni, düşmanlarıyla kötü olmanı isterler. Bunlardan birini yapmadığın an, senin ilmine de, sana da ne söyleyeceklerini görürsün. Düşmanlıklarını nasıl açığa vuracaklarını anlarsın!». İşin doğrusu onun dediği gibidir: Bugün talebe fakir müderris istemiyor. Müderris de halkın gözünde haşmetini kaybetmek korkusuyla talebesini terk edemiyor. Ve onların ihtiyaçlarını temin için zalimlere hizmet etmeye ve yaltaklanmaya başlıyor. Talebeleri için dinini yıkıyor, fakat onlardan bir fayda göremiyor. İşte bu anlatılanların şartlarına uygun öğretim yapabilecekse uzlet etmesinden daha iyidir.
Cahillere lâzım olan, hangi âlimi görürlerse dersinde ve meclisinde bulunmalı, bunu mevki ve mal toplamak için yapıyor diye sûi zan etmemeli, belki Allah için yapıyor diye düşünmelidirler. Böyle zan sahibi olmak farzdır. Kalbi pis olunca hüsni zanna. yer kalmaz. Herkes kendi içindekinin onda olduğunu zanneder. Bunu söylememizin sebebi, âlim kendine lâzım olanı bilsin ve câhil bilgisizliği ile bunu bahane etmesin. Âlimlere hürmette kusur edip sûi zannı sebebi ile kendisi de helâk olmasın.
İKİNCİ ZARAR: Fayda elde etmek ve faydalı olmaktan geri kalır. Fayda elde etmek, kesb ile çalışıp kazanmak ile olur. Bu da insanlarla görüşmeden olmaz. Çoluk çocuğu olup, çalışmayıp uzlete çekilmek doğru değildir. Çoluk çocuğa bakmamak büyük günahlardandır. Yetecek kadar parası, yahut malı varsa, yahut çoluk Çocuğu yoksa uzlet iyidir.
Faydalı olmak, sadaka vermek ve Müslümanların haklannı gözetmekle olur. Uzlette zâhirı ibadetten başka bir şeyle uğraşmaya
caksa. helalden kazanmak ve sadaka vermek, uzletten daha iyi olur. Şayet kalbinde Allahü Teâlâ’nm marifetine açılmış bir yol veya münâcâta ünsiyeti varsa, uzlet bütün sadakalardan daha üstündür. Çünkü bütün ibadetlerden maksat, marifet ve ünsiyettir.
ÜÇÜNCÜ ZARAR: İnsanların ahlâkına, huylarına sabretmek
ten meydana gelen mücâhede ve riyazetten geri kalır. Riyazetin tamamına kavuşmayan bir kimse için bu çok faydalıdır. Çünkü bütün ibadetlerden maksat, iyi huy sahibi olmaktır. Bu da, insanlara karışmaksızın elde edilemez. İnsanların olur olmaz şeylerine ancak iyi huyla sabredilebilir. Sofilere hizmet edenler, kibir ve gururlarını kırmak için halka karışır, onlardan bir şey isterler. Sofilerin nafakası ile insanların bahilliğini kırarlar. Onlardan gelene katlanmakla fena huylarını yok ederler. Sofilere hizmet etmekle duâ ve teveccühlerine kavuşurlar. Bugün niyet ve düşünce değişmiş ise, de, önceleri işin hakikati böyle idi. Şimdi bazılarının maksadı mevki yapmak ve mal toplamak olmuştur. Riyazete kavuşanın uzlet etmesi iyi olur. Çünkü riyazetten maksat, daima sıkıntı çekmek değildir. Bâhusüs ilâç içmekten maksat, acı tatmak değil, hastalığın gitmesidir. Hastalık gidince daima ilâcın acılığını tatmak şart değildir. Maksat, riyazetten daha ötededir. O da Allahü Teâlâ’ nın zikrine ünsiyet peydâ etmektir. Riyazetten maksat, kendini bu ünsiyetten alıkoyan her şeyden uzaklaşıp zikre kavuşmaktır.
Riyazet çekmek lâzım olduğu gibi, riyazet çektirmek ve diğer kimseleri terbiye etmek de, dinin hükümlerindendir. Bu ise uzletle beraber bulunmaz. Hattâ şeyhin müridleri ile görüşmesi zaruridir. O, bir mürebbi ve muallim gibidir, hükmü de onun hükmüdür. Müridlerinden ayrılıp uzlete çekilmesi diye bir şart yoktur. Şeyhe de, âlime olduğu gibi riyâ ve benzeri âfetler ânz olabilir. Şeyhlerin de bunlardan sakınmaları lâzımdır. Şartları uygun olunca onların müridlerle bir arada olmaları uzletten daha iyi olur.
DÖRDÜNCÜ ZARAR: Uzlette vesvese çok olur. Hattâ kalb, zikretmekten nefret edebilir ve üzüntü meydana gelebilir. Bu ise, insanlarla bir arada bulunmaktan başka bir şeyle gitmez. İbn Abbas (radıyallahü anh) buyuruyor ki: «Vesveseden korkmasaydım, insanlarla oturmazdım». Ali (radıyallahü anh) buyuruyor ki: «Kalbin rahatını kalbe men etmeyin. Çünkü kalbe bir defa fenalık yaparsan, artık görmez olur». O’hâlde her gün bir saat, oturup konuşacak bir kimsesi olmalıdır. Çünkü bu, sevinci artırır. Fakat bu kimsenin de, daima din hususunda konuşacak kimse olması lâzımdır. Dindeki kusurlarını, dünya işlerindeki kolaylıklarını söylemelidir. Gafillerle bir an bile olsa oturmak, zararlıdır. Bütün gün elde ettiği iyi sıfat, gafilin yanında tozlanmaya, bulanmaya başlar. Peygamberimiz (aleyhisselâm) buyurdu: «Dostunun ve beraber oturduğu kimsenin sıfatında olmak isteyen kiminle arkadaşlık edeceğine çok dikkat etmelidir» i1).
BEŞİNCİ ZARAR: Hasta ziyareti, cenaze teşyii, davete gitmek, Müslümanların neşesine sevinmek, elemine üzülmek ve bunun gibi insan hakları sevaplarından mahrum kalır. Bu işlerde de zararlar vardır. Bozuk âdetler ve tekellüfler araya karışabilir. Bir kimse kendini bu zararlardan koruyamaz ve hizmet şartlarını yerine getiremezse, uzlet etmesi daha iyidir. Geçmiş din büyüklerinin çoğu böyle yapmışlar, öbürlerini bırakmışlar, selâmeti bunda görmüşlerdir.
ALTINCI ZARAR: İnsanlara karışmakta ve haklarım yerine
getirmekte bir çeşit tevazu bulunur. Uzlette ise bir çeşit tekebbür bulunur. Hattâ uzletten sebep, mevki sevgisi ve tekebbür olabilir. O, insanları ziyaret etmek istemeyen ve insanların kendisini ziyaret etmelerini istemeyen kimsedir. Derler ki, Beni lsrâil’de büyük bir âlim vardı. İlimde üç yüz altmış kitap yazmıştı. Hattâ Allahü Teâlâ’nın indinde bir yeri olduğunu zannetmişti. Zamanın peygamberine vahiy geldi ki, «Ona söyle: Yeryüzüne kendi şöhretini, ismini yaydın. Ben senin bu şöhretini kabul etmiyorum». Korktu ve bu işten el çekti. Bir mağarada yalnız başına oturdu ve «Şimdi Allahü Teâlâ benden razı oldu», dedi. Vahiy geldi ve «Ondan razı değilim», buyurdu. Oradan çıktı ve insanlara karışıp, çarşılarda bulundu. İnsanlarla oturup kalktı, onlarla yemek yedi. Vahiy geldi ki: «İşte şimdi senden razı oldum». O hâlde, uzletten kendine büyüklük çıkaran, kalabalıkta hürmet edilmeyeceğinden korktuğu içindir. Yahut, ilimde ve amelde kusurlarına perde etmiştir. Daima, insanların kendisini ziyarete gelmelerini, kendisiyle bereketlenmelerini, elini öpmelerini ister. Böyle uzlet nifak ve bozukluğun tâ kendisidir. Uzletin doğruluğuna iki alâmet vardır: Biri, bulunduğu odada hiç boş durmayıp, zikir, tefekkür, ilim ve ibadetle meşgul olmasıdır. Diğeri; kendisinden dini bakımdan istifade edenler hariç, insanların kendini ziyaret etmelerini beğenmemesidir. Ebü’lHasan Hâ temî, Tûs şehrinin büyüklerinden idi. Evliyanın büyüklerinden olan Şeyh Ebü’lKasımı Gürgânî’ye gitti, özür dileyip, «Kusur ettim, seyrek geliyorum» dedi, «özür dileme ey Hâce! Herkes gelmeyi ister. ben de gelmemeyi isterim. Bizim MeleküTmevti beklemekten başka beklediğimiz yoktur», buyurdu.
Bir padişah Hâtemi Esamm’ın yanma gitti. «Ne istiyorsun?» dedi. «Ne sen beni gör, ne de ben seni», buyurdu. İnsanların hürmet etmesi için uzlete çekilip bir hücrede oturmak, büyük cahillik olup, en küçük derecesi, kendi işinden kimsenin elinde bir şey yoktur, bilmesidir. Dağ başına da gitse, ayıp arayan; nifak üzeredir, der Meyhaneye gitse, dostu ve müridi der ki: Kendini insanların gözünden düşürmek için melâmi görünüyor. Her şeyinde böyledir. Onun hakkında, insanlar iki bölüm olmuşlardır. Kalbini insanlara değil dine bağlamak lâzımdır. Sehli Tüsteri, müridine bir iş yapmasını buyurdu. «İnsanlardan korkarım, yapamam», dedi. Sehl, yüzünü cemaate dönüp buyurdu ki: «İki sıfattan birini elde etmeyince bir kimse bu işin hakikatine kavuşamaz: Ya halk gözünden düşüp Haktan gayrisini görmeyecek, yahut nefsi gözünden düşüp insanların onu herhangi bir sıfatta görmesinden korkmayacak». Hasanı Bas riye, «Meclisinize bazı insanlar geliyor; sözlerinizi, itiraz etmek ve kusurlarınızı aramak için ezberliyorlar», dediler. Buyurdu ki: «Ben kendi nefsimi gördüm ki: Firdevsi âlâyı ve mücâvereti Hak Te âlâ’yı ister IHak Teâlâ’ya yakın olmak ister), insanlardan kurtulmayı aslâ istemez. Çünkü onların Yaratanı bile dillerinden kurtulamaz. Yâni kendilerini Yaratana da dil uzatırlar…».Uzletin Zararları 
Buraya kadar uzletin zarar ve faydaları anlatıldı. Herkes kendi hesabını bilsin. Bunları gözönüne getirsin ve kendisi hakkında faydalısını bilsin.