Mülkiyet Hakkı ve İslâm

By | 4 Mayıs 2015

mulkiyet-hakki-ve-islamTemelde, insanın kendisi dâhil bütün mülk, Allah’a ait olmakla birlikte Allah, kendisine vekil olarak yarattığı insana bu mülkte tasarruf yetkisi vermiştir. Ancak bu yetki sınırsız olmayıp genel anlamda çerçevesi çizilmiş bir alanı kapsamaktadır.

Mal edinme de, can, akıl, nesil ve din gibi korunması gereken beş temel esastan biri ve İslâm’ın önem verdiği temel konuların en önemlilerindendir. Bunun içindir ki, malını korurken öldürülen insan, en büyük rütbe olan ‘şehid’ unvanını elde etmektedir.
Kazancın kutsallığı üzerinde duran İslâm, el emeğiyle elde edilen mal için sahibini tebrik eder ve Hz. Dâvûd gibi örnekler göstererek, sürekli üreten insan olmanın lüzumunu anlatır. Zaten insan için, kendi alın teri ve el emeğinden başka kazanç sağlayacak ulvî bir kapı da yoktur.
Mal edinmenin teşvik edildiği kadar bu malı hayır istikametinde kullanma da takdir ve teşvik gören hususlardandır. Bir yönüyle İslâm, kişileri kazandıklarının esiri olmaktan kurtarıp onları mal üzerinde tasarruf eden birer sultan konumuna yükseltmektedir. Onun prensiplerine göre dünya, dünya malı, kazanılmakla birlikte kalplere hakim konuma gelmemeli, ihtiyaç olduğu yerde ‘Allah rızası’ istikametinde verilebilecek bir değere dönüştürülmelidir.

Zaten İslâm, sosyal hayata bir bütün halinde huzur vadeden bir sistemdir. Dolayısıyla o, fertlerin mülkiyet haklarını vermekle birlikte bunu, kendi iradeleriyle toplum yararına dönüştürme yollarını göstermektedir. Bu yollar, bazen zekât gibi mutlaka yapılması gereken zorunlu bir görev, zaman zaman da isteğe bağlı tasadduklardan ibarettir. Bir başka ifadeyle İslâm, bireyi ihmal etmemekle birlikte sosyal hayatı daha da ön plana almakta, böylelikle insana verilen nimetleri, yine o insanın iradesiyle toplumun faydasına dönüştürme yollarını göstermektedir. İşin merkezinde yine insanın kendisi vardır ama o, artık sadece kendini düşünen bir insan değil, toplumuyla bütünleşmiş sosyal bir dinamiktir.
Şu da bir gerçektir ki, dünyadaki her şey, maddî anlamda mal ve mülkten ibaret değildir. Madde, insanın ihtiyacını gidermede en önemli
unsur olduğu için değer kazanmaktadır ve alanı, dünya hayatıyla sınırlıdır. Hâlbuki insan hayatı, sadece dünya ile sınırlı değildir. Ölümle başlayan ebedî hayata, buradaki mal ve mülkü taşımaya imkân yoktur. İşte zekât gibi mâlî boyutlu ibadetlerle Allah, insanoğluna ebedî hayatında kendisine fayda verecek yolları göstermekte ve elindeki imkânları istenilen yerlerde kullanmak suretiyle ahireti adına hazırlık yapma fırsatı vermektedir. Kendi verdiği malı, kulunun tasarrufuyla ebedîleştirmekte ve en fazla ihtiyaç duyacağı ebedî hayatında mükâfat olarak karşısına çıkaracağını ifade etmektedir.