Eski Yunan Medeniyeti’nde Kadın

By | 16 Nisan 2015

eski-yunan-medeniyetinde-kadin     Avrupa medeniyetinin temeli olarak kabul edilen Yunanlılarda kadının durumu acaba nasıldı? Şunu hemen belirtelim ki Yunan Medeniyeti’nde kadın, hukuk ve haklan bakımından sefil bir hayat yaşıyordu. Yunanlılarda kadın, pis bir mahlûk sayılıyor, şeytan! varlıklardan biri kabul ediliyordu.
Yunanlılan yakından tanımak mitolojilerini bilmekle mümkündür. Çünkü Yunanlılann kanunlan, ahlâkî değerleri, ahlâk, hukuk ve muaşeret kaideleri mitolojilerinin tesiri altında kalmıştır. Kadın Yunanlılann gözünde bayağı, aşağılık bir mahlûk olarak görülmüş, adi bir eşyadan daha önemsiz sayılarak çarşı ve pazarlarda alınıp satılmış, her türlü haktan mahrum bırakılmıştı. Kadın, toplumda hiçbir hakka sahip olmadığı gibi miras dahi alamazdı. Kadının her işi bir erkek vekil tarafından görülürdü. Kadın her konuda bu vekiline itaat etmek zorundaydı. Meselâ, kadının, vekilinin istediği erkekle evlenmekten başka çaresi yoktu. Vekilin izni olmadan mallanna tasarruf edemez, tek kuruşunu dahi harcayamazdı.
Yunan idaresi altında bulunan İsparta’da, hukuk açısından kadına miras, çeyiz, alışveriş gibi bazı haklar tanınmıştı. Ancak bunlar kadına değer verildiği için değil, zorunlu şartlann bir sonucuydu. Zira İsparta sürekli savaş durumunda bir ülke idi. Erkeklerin yokluğunda işlerin idaresi mecburen kadınlara bırakılıyordu. Ispartalı kadın, Atina ve diğer Yunan şehirlerinde yaşayan kadınlara göre daha fazla haklara sahip oluyordu.
Yunan toplumunun ilk dönemlerinde kadın, namuslu ve iffetliydi. İhtiyaç duyduğu her şeye sahip olarak evinde oturur; çocuklarını eğitmekle ve evini idare etmekle meşgul olur ve dışarı çıkmazdı. Sosyal hayata bir katkısı yoktu. Bu ilk dönemlerde Yunan kadınları örtülü olup evlerinde haremlik-selamlık usulü tatbik ediliyordu. Özellikle ileri gelen Yunan ailelerinin kadınları dışarı çıktıklarında bir tür çarşaf giyiyorlar, asil ve soylu kadınlar erkeklerle bir araya geliniyorlardı. Bir kadının, nikâh yoluyla bir erkeğe bağlanması, haysiyet ve şeref ölçüsü olarak kabul ediliyordu. Bu dönemde kadın için, fahişelikten daha iğrenç, daha alçak, daha aşağı ve daha rezil bir şey yoktu.
Yunan medeniyetinin ihtişamın zirvesine tırmandığı dönemlere gelindiğinde, ahlâkî değerlerde bozulma ve çözülmeler baş gösterdi; dolayısıyla kadın da değişti. Yunanlı kadınlar, toplantı ve davetlerde erkeklerle birlikte karma bir hayat yaşamaya başladılar. Buna bağlı olarak fuhuş alabildiğine yaygınlaştı. Öyle ki zina, tiksindirici olmaktan çıkıp toplum tarafından normal karşılanmaya başladı. Fahişelerin evleri sanat ve edebiyat merkezleri haline geldi. Ardından da sanat ve edebiyat adına çırılçıplak heykeller yapılmaya başlandı. Bu devirde fahişeler şeref ve izzet sahibi oldu. Kadınların arkasından koşmak, fahişelerle düşüp kalkmak, seks ve şehvet düşkünlüğü; Yunan toplumunun her kesiminde yayıldı. En basit halk tabakasından tutun da en yüksek sosyal tabakalara kadar bütün cemiyet, bu şehvet bataklığına daldı.
Fahişeler, yalnızca sanat, edebiyat, bilim çevrelerinin baş tacı olmakla kalmamış, siyasî faaliyetlere de karışmışlardı. Ülkenin en önemli siyasî davaları, devlet ve millet meseleleri, fahişelerin huzurlarında halledilir oldu. Böylece, devletin ve milletin en önemli meseleleri fahişelerin ellerine düştü, onların arzularına göre yürütülür oldu.
Ahlâkî değerler öylesine değişti ki, Yunan milletinin iftiharla andığı büyük filozofları, ahlâk öğretmenleri fuhşu ve zinayı, kınanması gereken bir fiil olarak görmemeye başladı. Bunlar artık her yerde rastlanan, çok sık görülen sıradan olaylar olarak kabul edilmekteydi.
İsim sayarak; kadınla erkeğin nikâh ve evlilik olmadan da karı-koca hayatı yaşayabileceklerine karar verdi. Gayrimeşru ilişkiler, açık bir şekilde toplumun her kesiminde yaygınlaştı.
Bu iğrençlikler onların dinleri tarafından da normal kabul edildi. Tanrıçalarından biri, karısı olduğu tanrıdan başka üç tanrı ile daha cinsel münasebet kurarak kocasını aldatan Afrodit idi. Afrodit, bu yaptıklarıyla da yetinmemiş, bir de insan ile ilişkiye girmişti. İnsanla girdiği bu gayrimeşru ilişkiden de, aşk tanrısı olarak tapındıkları Kuyubit doğdu.
Bir yandan fahişe tanrıçalara tapılırken, bir yandan da genelevlere ibadethane isimleri veriliyordu. Mitolojinin ürettiği hayali fahişe tanrıçalarla da yetinilmeyerek yaşayan fahişeler de tannça makamına yükseltilmişti. Zina ve seks, bir tür mukaddes sayılarak dini ibadetlerden kabul edilmişti.
Yunanlılar bütün bunlarla iktifa etmediler, hastalığın başka tezahürleri de ortaya çıktı.
Hayvani zevklerin her çeşidini deneyen Yunanlılar, kendilerine yeni iğrençlikler aramaya başladılar. Neticede, homoseksüellik yaygınlaştı. Ülkenin din, mezhep ve ahlâk üstadları da bunu gâyet normal kabul edip propogandasım yaptılar. Bu iğrenç homoseksüel ilişkiyi temsil için de Hermodios ve Aristogiton isimli iki Yunanlının heykelini diktiler. İşte bütün bu özellikleri, medeniyetlerinin sonunu getirdi. Ardından da yıkılıp gittiler.