Denge İnsanı

By | 18 Mayıs 2015

denge-insaniGörüldüğü gibi hüsn-ü şehadet, müminler için âdeta dua olmakta ve Cenab-ı Hak böyle bir hüsn-ü zandan dolayı o kulu affetmektedir. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bunda da sınır korunmalı ve aşırı tezkiyelerden sakınılmalıdır. Çünkü Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselâm), bir başka hadislerinde de, birisi, Osman İbn Maz’un (r.a.) hakkında, “Cennetlik oldu.” dediğinde onu ikaz eder ve “Nereden biliyorsunuz? Ben peygamberim, bilmiyorum.” buyurur. Oysaki Osman İbn Maz’un (r.a.), Efendimizin vefatına ağladığı iki-üç sahabiden biri ve Medine’de kendisine manevî kardeş seçtiği tek insandır.

Su-i zan, biraz da psikolojik bir meseledir. Yani devamlı kendisini başarılı görüp beğenen bir insan, hiçbir zaman başkalarını beğenmez ve takdir edemez. Bu hal ise apaçık bir hastalıktır. Toplumun selâmeti için bu tiplerin çok iyi bir psikiyatrisi tarafından tedavi edilmesi gerekir. Zira psikolog ve pedagoglar, en kötü karakterlerin bile, belli bir terbiyeden geçince, kötü duygularının baskı altına alınabileceğini ifade ederler.
Öyle ise başkalarına karşı hüsn-ü zanna memuruz. İnsan her ne kadar kendi nefsi adına olabildiğince acımasız davransa da, başkalarına karşı hüsn-ü zanna memurdur. İnsanların sokakta yürüyüş şekline bakıp, “Gerçekten Müslüman olsalar gözlerini haramdan sakınırlar, harama baktıkları zaman da gider gözlerini yıkarlar.” şeklinde bir fikir yürütmemiz bir gün gelir bizi, “O halde onlar Müslüman değildir.” yargısına götürür ki, böyle bir yargıda bulunmanın ne denli tehlikeli olduğu aşikârdır.

Peygamberler hakkında su-i zanda bulunmak, ulemanın çoğuna göre küfürdür. Evliyaya ve meşayıha su-i zanda bulunmak ise, insanın helaketine sebebiyet veren yanlışlıklardan olabilir. Konuştuğumuz şeyler, üslubumuz, jest ve mimiklerimiz başkalarını yanlış mülâhazalara sevk edecek televvün içinde olmamalıdır.

Evet, toplumun “matmah-ı nazarı”, farklı bir ifade ile “cazibe merkezi” hâline gelmiş bir insan, “sıradan” olmayı terk etmek mecburiyetindedir. O, şahsî hayatında veya Allah ile münasebetlerinde “İnsanlardan bir insan ol.” emrince, kendisini “sıradan bir insan” olarak kabul etse bile; toplum içindeki konumu itibarıyla asla sıradan bir insan gibi davranamaz.

Bu anlattığımız hususlara, Nebiler Serveri’nin (aleyhissalatu vesselâm) şu hâli ne güzel örnektir: Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm), mescid-i şerifte itikaf buyururlarken Safiye validemiz O’nu ziyarete gelir. Ziyaret sonrası, Safiye validemiz (r.a.) dönüp giderken, (aslında bütün âlemin kendisine ayağa kalkması gereken Yüce Nebi) ayağa kalkar ve zevcesini mescidin dışına kadar uğurlar. Evet O (Sallallahu aleyhi ve selem), feministlerin akıllarının köşesinden bile henüz geçmeyecek ölçüde hanımlarına karşı ciddî bir vefa ve sadakat, hatta saygı hisleriyle doludur.
Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselâm), günümüzde nereden alındığı bilinmez bir anlayışla hanımlarını üç adım arkadan yürüten bazı Müslümanlara da ders verircesine, zevcesini yanına almış, onunla beraber yürürken, iki sahabi, hızla oradan gelip geçer. Onlardan birisi Evs Kabilesi’nden çok önemli bir zât olan Üseyd b. Hudayr, diğeri de Abbad b. Bişr’dir. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam), onlara “Olduğunuz yerde kalın!” diye emreder. Sonra da Safiye validemizin yüzünden nikabı açar ve “Bakın, bu zevcem Safiye’dir!” der. Sahabe Efendilerimiz; “Estağfirullah ya Rasûlallah, senin hakkında suizan mı?” dediklerinde, Allah Resûlü: “Şeytan, insanların kanının dolaştığı yerde dolaşır.” buyururlar.

İmam-ı Şafiî, bu hâdise münasebetiyle: “Eğer o iki sahabinin aklından, Acaba Peygamber bir kadınla mı dolaşıyor?’ diye geçseydi, o anda kâfir olurlardı.” hükmünü vermiştir. Demek ki, peygamberler hakkında, bu kadarcık olsun su-i zanna girilmemelidir. Bu mülâhaza “Başkaları hakkında suizan edilir.” şeklinde yorumlanmamalıdır. Burada konumuzla ilgili olan husus Efendimizin (aleyhissalatu vesselâm), Hz. Safiye’yi onlara gösterip “zevcem” demesiyle, suizan kapısını kapatmış olmasıdır. İşte biz de bu anlayıştan hareketle, konuşma ve davranışlarımızın, başkalarının bizim hakkımızda su-i zanna düşmesine sebep olmaması gerektiği, bunun bizim için de bir sorumluluk olduğu hükmünü çıkartabiliriz. Bizler, kendimiz günaha girmeme mükellefiyeti altında olduğumuz kadar, başkalarını günaha sokmamakla da mükellefiz.