Allah’ı Neden Göremiyoruz ?
Yaratan Yaratıcı görmek belki de insanoğlunun en büyük arzusudur. İnanan her insan kendini yaratan alemlerin Rabbi yüce Allah’ı merak eder ve görmek ister. Çocukluk zamanlarında bile insanın ilk sorusu Allah’ı neden göremiyoruzdur. Bu durumu Hz. Musa örneği ile açıklamaya çalışalım;
Hz. Musa (a. s.) da dünya gözüyle Rabbimiz’i görmek istemiş ve bu isteğinde ısrar etmişti. Ancak, bu arzusuna nail olamamıştı. Bu olay Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanır:
“- Musa, Ya Rabbi dedi, göster bana Zatım, bakayım sana… Allah Teala şöyle cevap verdi:
-Sen beni göremezsin. Ama şimdi şu dağa bak, eğer yerinde durursa, sen de beni görürsün.
Derken Rabbi dağa tecelli eder etmez, onu un ufak ediverdi. Musa da düşüp bayıldı.
Kendine gelince dedi ki: Sübhansın ya Rabbi, her noksanlıktan uzak olduğun gibi, dünyada seni görmemizden de uzaksın. Bu isteğimden ötürü tövbe ettim. Ben ümmetim içinde seni görmeden iman edenlerin ilkiyim. ” (A’raf Suresi, 143)
Bu dünyada Allah, düşüncemizin gözüyle pekala görülebilir. Buna akıl gözü de diyebiliriz. Şöyle düşünelim:
“Akıl, her eserin bir ustası, her şiirin bir şairi, her kitabın bir yazan, her planın bir mühendisi, her resmin bir ressamı vardır. Öyleyse, şu kainat resminin de bir ressamı olmalı, hükmünü veriyor.
Kur’an-ı Kerim ise, ‘İşte o ressam Allah’tır’ diyor.
Göz ise, ‘Hani nerede, ben neden göremiyorum’ diyor.
Şimdi biz, akıllı bir insan olarak hangisine inanacağız?
Benzeri hayvanlarda da olan göze mi, yoksa insanı diğer varlıklardan ayıran ve üstün kılan akla mı?
‘Görmediğime inanmam demekle, ben gözlerimle düşünürüm demek arasında fark yoktur. ’
Peki, akıl ne işe yarayacak?”
En doğrusu biz de, ünlü romancı Balzac gibi, “DÜŞÜNMEK GÖRMEKTİR “ demeliyiz. (Herşey O’nu Anlatıyor)
Mesela düşüncemizin gözüyle, bir el resmine bakalım. Gördüğümüz bir el resmi, kendi özel diliyle bize şöyle diyecektir:
“-Benim bir yapıcım, bir ressamım var. Kağıt ile kalem kendi aralarında anlaşıp da beni meydana getiremezler.”
Oysa ki bu el resminin hakikisi, canlısı ve mükemmeli hepimizde vardır. Basit bir resminin bile mutlaka bir ressamının olduğunu bize söyleyen aklımız, gerçeği ve canlısı konusunda ne diyecektir?
-Öyleyse bizim ellerimizin ressamı kimdir?
Annemiz mi yoksa?
Annemiz, kendi ellerini bize takmadığına göre, karnında bir yedek parça dükkanı taşıyor olmalı… Elimizi kolumuza monte etmek için de, pense ve çekiç mi kullandı acaba?..
Akla aykırı olan bu düşüncelere evet diyemeyiz. Peki, “Elimizin ressamı, yapıcısı kim” sorusunun akıl gözünden görünen cevabı nedir?
Doğru düşünce, eninde sonunda bu soruyu, ALLAH diye cevaplamak zorundadır.
Kitâb-ı Mukaddes’in İngilizce mütercimlerinden Ronald Knox, bir keresinde bilim adamı John Scott Haldane’le teolojik bir sohbet sürdürüyordu:
Haldane şu mantığı yürüttü:
“-Milyonlarca gezegenin bulunduğu bir kainatta, bunlardan en azından birinde, hayatın kendiliğinden ortaya çıkması kaçınılmaz değil midir?”
Knox şöyle cevap verdi:
Bayım, eğer Scotland Yard polisi, bavulunuzda bir ceset bulsaydı, onlara, ‘Dünyada milyonlarca bavul var. Onların birinde ceset bulunması kaçınılmazdır mı derdiniz?
Sanırım, yine de o cesedi oraya kimin koyduğunu bilmek isteyeceklerdi.
Allah’ı neden göremiyoruz ?