Verme Ahlâkı ve Zekât

By | 4 Haziran 2015

verme-ahlaki-ve-zekatİslâm’ın zekât mükellefiyetini değerlendirirken onu, diğer prensiplerinden bağımsız düşünmeye imkân yoktur. O, ancak kendi içindeki bütün-lükle birlikte değerlendirildiğinde topluma saadet ve refah getirmektedir. Zira zekâtı farz kılan ve onun dışındaki diğer sadaka türünden ‘verme’leri teşvik eden unsurlar bilinmeden işin detaylarını kavramaya imkân yoktur.

İslâm, kişinin kendi öz benliğinden fedakârlıkta bulunmasını teşvik eden bir dindir. Zira her şey maddeden ibaret olmazken insan da sadece dünya hayatıyla sınırlı bir varlık değildir. Onun dünya hayatında bir kısım ihtiyaçları olduğu gibi, dünya sonrasındaki ebedî hayatında da ihtiyaç duyacağı şeyler vardır. Konuya bu açıdan bakıldığında, maddî olanların yanında manevî değerlerin varlığı ayrıca dikkat çekmektedir. Bu manevî değerleri kazanmanın genel adına ‘sevap’ diyebiliriz. Sevap ise, dünya hayatında yapılan güzel hareketlerin, ölüm sonrası ebedî âlemde kazanca dönüştürülmesinin adıdır.

Konuyu zekât açısından değerlendirdiğimizde İslâm’ın, ‘verme’ yönünde ciddî bir teşvikinin olduğu karşımıza çıkmaktadır. Neredeyse o, vermeyi müntesiplerinde bir ahlâk haline getirmeyi hedeflemekte ve bütün vermelerin karşılığını bizzat Allah’ın mükâfata çevireceğini vaad etmektedir. Onun öğretileri içinde cimrilik, insanı Allah’tan, cennetten uzaklaştıran bir unsur iken, cömertlik kişiyi Allah’a ve cennete yaklaştıran en önemli hususlardandır.

Dolayısıyla mü’min, digergâmdır. Toplumun selâmeti adına kardeşlerine maddî katkıda bulunmayı alışkanlık haline getiren bir mü’min, yeri geldiğinde canını bile verebilecek bir inanca sahiptir. Bir yönüyle bu, mal ve can verilerek ebedî cenneti elde etmenin adıdır.
Cömertliğin önünde iki temel engel bulunmaktadır. Bunlardan biri, şeytanın insanı fakirlikle korkutup vermekten alıkoymaya çalışması, diğeri de cimriliktir. Her iki hastalığın ilâcı da yine İslâm’ın bünyesinde mevcuttur. Tedavide en önemli unsur imandır ve inanan bir insan için de, Rabbinin istekleri birinci derecede öneme haizdir. Allah ise, Yüce Beyanında her fırsatta ‘İnfak edin’ diyerek cömertliği teşvik etmekte; Resulüllah da, bir taraftan aynı noktaya sürekli vurgu yaparken diğer yandan da pratikte bizzat uygulamasını göstermektedir. Dini omuzlarında dünyaya taşıyan Sahabe’lerin durumu da bu merkezdedir.

Varlık adına her şey, Allah’ın ihsanından ibarettir. Dolayısıyla inanan bir insan, elindeki değerleri ‘ver’ denilen yerlere verirken, bu ihsana karşılık bir ihsanla mukabelede bulunmakta ve inandığını pratikte de göstermiş olmaktadır. Aynı zamanda her bir ihsan, yeni bir ihsana davetiyedir. Bu ise, veren insanın sürekli ihsan-ı ilahi ile lütuf kuşağında yaşamasını beraberinde getirmektedir.