Vakâr Nedir?

By | 20 Haziran 2015

vakar-nedirVakâr, ağırbaşlılık, haysiyeti koruma, temkin, heybet, temkinli davranma, haysiyet sahibi olmak gibi anlamlara gelir ki, kibir, gurur ve bencillik gibi kötü huylardan farklıdır. Vakâr, imandan gelen bir ciddiyet ve ağırbaşlılık iken, gurur imandaki zaafın bir neticesi olarak görülmüştür. Mesela bir idarecinin makamındaki ciddiyeti vakâr sayılırken, aynı ciddiyeti evinde sürdürmesi şefkat, merhamet ve samimiyete aykırıdır. Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) son derece vakarlı, ciddi ve izzet sahibi idi. O’nun peygamberlik vakârı, görene önce bir ürperti ve korku verir, fakat daha sonra O’nun ne kadar şefkatli bir insan olduğunun farkına varılırdı. Efendimiz, ciddiyete zarar veren hareketlerde bulunmazdı. Konuşması hikmet doluydu. Boş şeyler söylemez, dedikodu yapmaz, kahkaha ile gülmez, yürürken sağa sola bakışlarını salmaz ve az konuşurdu.

Muhasibi vakârdaki dengesizliğin riyaya neden olduğunu şöyle açıklamaktadır. “Meselâ adam, ihtiyacı için acele etmektedir veya oturduğu yerde ya da yürürken etrafı gözetmektedir. Kendisine vakârlı, sakin, haşyetli bir gözle bakmalarını istediği; hafif meşrep, etrafı gözetleyen hoppa biri olarak görmelerini istemediği dünya veya din ehlinden birisi onu bu halde görse, hemen kendisine çeki-düzen verir, başını eğer ve vakârlı yürür. Etrafa bakınmaktan da vazgeçer. Daha önce üzerinde bulunan bir vakâr ve huşû’ ile konuşur. Bu şahıs ne Allah’ın büyüklüğünden ne de ahiret endişesinden ötürü haşyete kapılmamıştır. Halktan birinin onu fark etmesinden ötürü sergilediği bir huşû’dur.”
Cemiyet hayatı itibarıyla, her tür anlayışta insanlarla karşılaşmamız muhtemel olduğu kadar mukadderdir de. Bunlara karşı, hemen ilk anda, gerekli tavrı ortaya koymakta zorlanır, nasıl davranacağımızı bilemeyebiliriz. Hâlbuki vakâr ve ciddiyet sayesinde, karşımızdaki kişi kim olursa olsun, en başta tavrımızı ortaya koyup münasebetlerimizi bu çizgiye oturtabiliriz. Bu durum bizim için olduğu kadar, bir anne-baba, bir öğretmen, bir amir-memur için de söz konusudur. Özellikle laubali ve yılışık tipler, onların müsamaha ve hoşgörüsünden istifade edip, her türlü şımarıklığı yapabilir ve onların bu duygularını suiistimal edebilirler. İşte bütün bunlara meydan vermemek için, evvelâ onları severken bile, ciddiyeti elden bırakmamak gerekir. Karşımızdaki insanlarla şakalaşıp oyun oynamak başka; vakârın, ciddiyetin bir top hâline getirilip onların önüne atılması daha başka şeydir.

Evet, özellikle sorumluluğumuz altındaki insanlarla olan münasebetlerimizi çok iyi ayarlamamız gerekir. Onlarla ilişkilerimiz, yüce dağlarla ovaların ilişkisi gibi olmalıdır. Yani bir taraftan yücelikle onları sarıp kuşatırken, diğer taraftan da güzellikleri beraber paylaşabilmelidir. Onların da bir insan olduğunu unutmama; daima onlara olan yakınlığımızı hissettirme; hatta keder ve sevinçlerini paylaşma adına bize açılmalarını sağlama., evet bütün bunlar, o insanlara karşı şefkat ve merhametimizin gereğidir.

Bir âmirin hüküm verirken takındığı tavırla, çoluk-çocuğuna karşı takındığı tavır elbette ki birbirinden farklı olacaktır. Bu farklılığı bir tasannu şeklinde yorumlamak, yanlış; yanlış olduğu kadar da bu tavrın gerekliliğini anlayamama demektir. Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç şudur; özellikle İslâm’a hizmetle alâkalı işlerde bulunanlar vakâr ve ciddiyetlerini muhafaza etmelidirler. Aksi takdirde tamiri zor ve hesabı verilemeyecek yanlışlıklara düşülebilir